Sened-i İttifak’tan Vak’a-yi Hayriyyeye Muhalefetin Kaynağı Olarak Yeniçeriler (1808-1826)
Tez/Makale sunumlarının Temmuz ayındaki konuğu, “Cauldron of Dissent: A Study Of The Janissary Corps, 1807-1826” isimli tezi ile, Mert Sunar’dı. Sunar sunumunda yeniçeriliğin ne anlama geldiği ve ocağın lağvının Türk siyasî hayatında ne tür bir yere oturduğu üzerinde mülahazalarda bulundu.Sunar’ın anlatısından önce yerli literatürdeki yeniçeri algısına bakarsak, gerek Osmanlı literatüründe, gerekse Cumhuriyet yazınında, devletin modernleşmesine ilişkin anlatılan ve neredeyse hiç değişmeyen bir hikâye vardır: Devir Osmanlı devri, cephelerden hep boynu bükük dönen Osmanlı ordusudur. Eski şaşaalı devirler sona ermiş, giderek gerileyen ve geriye gidişe reçete olarak daha geriye gidişi salık veren isimler henüz iktidarlarından olmamışlardır. Fakat gün gelir devletin içine düştüğü bu duruma itiraz eden, Batı’nın ilmine, teknolojisine vakıf olanlar iktidar olur. Bunlar devleti ve toplumu muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak ve modernizasyonu hızla gerçekleştirmek için canla başla çalışırlar. Halis niyetlerle yola çıkan bu adamların karşısına, bunların kurduğu düzeni bozan, kendi sınıfsal çıkarları için onlara engel olan isimler çıkar: Yeniçeriler. Durduk yere kazan kaldırırlar, “istemezük” nidalarıyla etrafı inletir, “kaos ve anarşi ortamı” yaratırlar. Ama Sultan II. Mahmut sonunda gerekli hazırlıkları yapar ve ocağı lağveder; oldukça kanlı bir biçimde yeniçerilerin kökünü kazır. Bundan sonradır ki devlet modernleşir ve modern Türkiye Cumhuriyeti vücuda gelir. Bu anlatı literatürde değişik/benzer versiyonları ile anlatılır dururFakat bu süreci farklı bir biçimde okumak mümkün değil midir? Sunar, tezinde bu okumayı yapmaya çalışır ve ilk olarak, ocağın lağvından önce yeniçeriler ne tür özellikler arz ediyorlardı sorusunu sorar. Dönemin kaynaklarının yanı sıra arşiv kayıtlarını da inceleyen Sunar, özellikle esami defterlerinin de yardımıyla yeniçerilerin kimler olduklarını ortaya koymaya çalışır. İncelenen 3000 kadar kayıttan ortaya çıkan tabloya göre incelenen dönemde, yeniçeriler özellikle esnaf zümreleri ile bütünleşmiş, askerlik mesleğini icra etmeyen ekmekçi, derici, inşaatçı vb. mesleklerle uğraşan insanlardır. Bu verilerin ışığında yeniçerilerin toplumun alt sınıfları ile bütünleşmiş ve bir anlamda onları temsil eden bir rol kazandıklarını iddia etmek mümkündür, der Sunar. Yeniçeriler, bazı meslekler üzerinde yoğunlaşmışlar ve özellikle de loncalarda aktif rol üstlenerek siyasetle ilişkiye girmeye başlamışlardır.İşte bu nokta, tezin ikinci bölümünde ele alınır. Sunar, burada “Yeniçerilerin esnaf oluşları onların siyasî duruşlarında ne şekilde etkili idi?” sorusunu sorar. Görünen odur ki yeniçeriler esnaf oluşları dolayısıyla halkla tamamen bütünleşmişlerdir. Askeri kimlikleri dolayısıyla narha direnebilmekte bir anlamda siyasî ve iktisadî baskılara karşı koyabilmektedirler. Ayrıca loncalarda bulunuşları da onlara ciddi bir muhalefet imkânı sağlar. Hal böyle iken 1807, 1808 ve 1826 isyanları patlak verir. Bu isyanlarda yeniçeriler ne istiyorlardı? Sunar’a göre bu, sadece fanatiklikle ya da irrasyonellikle izah edilemez. Çünkü fanatik ve irrasyonel olan kitleler kontrolsüz bir şiddet uygular. Oysaki bu isyanlar böyle bir karakter arz etmez. Sunar’ın tespitine göre bu isyanlarda yapılmaya çalışılan birinci şey, gayet planlı ve programlı bir biçimde kendi sınıfsal menfaatlerini korumak ve siyasete daha meşru ve yasal bir yoldan katılmaktır. Bu yüzdendir ki yeniçeriler şiddeti kontrollü uyguladılar ve belli hedeflere yönelik olarak hareket ettiler.Sunar bu bölümde ikinci olarak Alemdar Vakası sonrasında devlet ve yeniçeri ilişkisini inceler. Yukarıda bahsedilen siyasî talepler bu dönemde daha da artar ve yeniçeriler ısrarla meşveret meclislerine adam sokmaya çalışır. Buna muhalefet eden devletlü güruhun tutumunu Sunar elitizm olarak niteler. Sunar’a göre, başta II. Mahmut olmak üzere dönemin devlet adamları ve aydın sınıf, “ayaktakımı”nın siyasete müdahalesinden hoşlanmamaktadır. Ve uzunca bir süre devlet, yeniçerilerin bu taleplerine kayıtsız kalır. 1821 senesinde yeniçeri temsilcilerinin meşveret meclislerine alınması ise, Yunan isyanı ile ilintilidir. Devletin İstanbul’daki Rum nüfusun ayaklanmasından korkması, yeniçerilere bir ihtiyacın doğmasına neden olur ve devlet yeniçerileri meclislere sokar. Fakat bir müddet sonra bu komplo teorisinin doğru olmadığı anlaşılınca, yeniçeriler meşveret meclislerinden çıkarılır. 1826 senesine gelindiğinde ise, yeniçerilerin eski güçlerini kaybetmeleri, II. Mahmut’un iyi organize edilmiş çalışmaları sonucu yeniçeri isyanı kısa sürede bastırılır ve ocak lağvedilir.Tezin üçüncü bölümünde Vaka-i Hayriye sonrasında Osmanlı Devleti’nin durumu üzerinde duran Sunar, öncelikle yeniçerilere ait emlak ve sandıklarda toplanan paraların akıbetini araştırır. Ocağın kaldırılmasından sonra devlete muhalefet edecek kimse kalmamıştır. Modernleşme/ilerleme literatüründe anlatıldığının aksine ocağın lağvı bir ilerleme olmadığı gibi, alt ve orta sınıfların siyasete katılımı açısından bir gerilemeye tekabül etmektedir. Yeniçerilerin ortadan kaldırılması, aynı zamanda ulemanın sesinin de kısılması anlamına geldiğinden uzunca bir süre halk muhalefetinden söz edilemez. Sunar’a göre, Halet Efendiye neden yeniçeri ocağını kaldırmadığını sorduklarında, II. Mahmut’u kastederek verdiği “Peki aslanımı kim zaptedecek?” cevabı durumu özetlemektedir. Ocağın lağvedilmesinden sonra “aslan” artık karşı konulamaz bir güce ulaşır ve böylece Türkiye’nin Batılılaşma tarihinde ciddi bir aşama kaydedilir.