İmam Şâfiî ve Fıkıh Düşüncesinin Mezhepleşmesi
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler toplantılarının Kasım ayı konuğu Marmara Üniversitesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı hocalarından Prof. Dr. Bilal Aybakan idi. Aybakan bu oturumda, İz Yayınları arasında çıkan İmam Şâfiî ve Fıkıh Düşüncesinin Mezhepleşmesi adlı yeni kitabını bizlerle paylaştı.Sunumuna, İmam Şâfii’nin hayatı ve fıkıh anlayışının oluşum sürecini konu edinen bu eseri hazırlamaya kendisini yönelten saiklere kısaca değinerek başlayan Aybakan, bu noktada, başta oryantalistlerin konuyla ilgili muasır çalışmaları olmak üzere, Müslüman araştırmacıların son yıllarda, İslâmî ilimlerin teşekkül devresi olan hicrî ikinci asra ve bilhassa Şâfiî’ye yönelik ilgileri üzerinde kısaca durdu.Şâfiî’nin fıkıh düşüncesinin oluşumu ve gelişimini, yetiştiği ilmî ve siyasî ortamla paralel olarak izlemeye çalışan Aybakan, onun yetiştiği bölge ve ilmî çevreler ile ders aldığı hocaları tanıttı.Hayatına bakıldığında, h. 150 yılında Gazze’de doğan Şâfiî’nin çocukluğunu Mekke’de geçirdiği ve ilk eğitimini burada aldığı görülmektedir. Şafiî’nin Mekke’de ikamet ettiği sırada dönemin merkez şahsiyetlerinden bir olan Süfyan b. Uyeyne’den ders alması ve bu dönemde Mâlik’in Muvatta adlı eserini ezberlemesi onun ilmî serüvenindeki önemli köşe taşlarındandır.Şâfiî’nin Muvatta’ı hıfz etmeye götüren süreç, muhtemelen Medine’ye Mâlik’in yanına gitmeye karar vermesinde de rol oynamıştır. Şâfiî, farklı rivâyetler bulunmakla birlikte, yaklaşık yirmi yaşlarındayken Mekke’den Medine’ye gitmiş ve burada Mâlik’in talebelerinden biri olmuştur. Şâfiî’nin hayatında en uzun müddetle yanında kaldığı hocasının Mâlik oluşu dikkat çekicidir. Burada Şâfiî, Mâlik’in fıkhî görüşlerini öğrenme ve Medine ulemâsı arasındaki ihtilaflı konuları kaydetme fırsatı bulmuştur. Mâlik’in vefatı üzerine buradan ayrıldığı anlaşılan Şâfiî’nin kısa bir dönem Yemen’e gittiği ve burada resmî bir görev aldığı anlaşılmaktadır. Aybakan, Şâfiî’nin Yemen’de kaldığı sürenin ve hayatının bu kesitine dair olayların hangi döneme denk geldiğinin tam olara tespit edilemediğine dikkat çekmektedir.Yemen’den sonra Necrân’a giden Şâfiî, burada siyasî bir komploya maruz kalmış ve dönemin halifesi Harun er-Reşid’in huzurunda yaptığı etkili konuşma sayesinde öldürülmekten kıl payı kurtulmuştur. Öte yandan bu olay onun hayatındaki dönüm noktalarından birine vesile olmuş ve Şâfiî burada Ebû Hanife’nin önde gelen öğrencilerinden biri olan İmam Muhammed ile tanışmıştır. Yargılanmasının ardından muhtemelen Bağdat’ta bir müddet göz hapsinde tutulan Şâfiî, burada İmam Muhammed’in derslerin devam etmiş, bir yandan da onun kitaplarını temin edip ezberlemiştir. Aybakan Şâfiî’nin birkaç defa Bağdat’a geldiğinden bahseden kaynakların, bu seyahatlerin hangi zamanlarda gerçekleştiği noktasında farklı bilgiler verdiğini belirtmekte ve Şâfiî’nin Bağdat’a farklı zamanlarda birden çok gitmiş olabileceğini ileri sürmektedir.Şafiî’nin Bağdat’a gelişi o dönemde, Ehl-i Rey karşısında Ehl-i Hadis adına önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Şâfiî’nin İmam Muhammed’in en meşhur öğrencilerinden Bişr b. Gıyâs el-Merisî (h. 218) ile yaptığı münazaralarda elde ettiği başarılar Ehl-i Hadis’in safını kuvvetlendirmiştir. Onun gelişi sonrasında Hanefî ders halkalarının sayısında görülen azalma, bu kuvvetlenmenin tezahürlerindendir. Aybakan, İmam Muhammed sonrasında Bağdat’ta onu temsil edecek birikimde ve kabiliyette bir öğrencisinin bulunmayışı ile bu durumu ilişkilendirmekte ve bu görevin Bişr’e düştüğünü ifade etmektedir.Özetle ilk eğitimini Mekke de aldığı bilinen Şafiî’nin, önce Medine’de İmâm Mâlik’e talebelik yaptığı, sonrasında da Bağdat’ta İmam Muhammed kanalıyla Ebû Hanife’nin fıkhını tahsil ettiği görülmektedir. İlim merkezlerine yaptığı seyahatler ve döneminin önde gelen fakihlerinden aldığı dersler, Şafiî’nin farklı fıkıh çevrelerini tanımasına ve kendi fıkıh anlayışını oluşturmasına zemin hazırlamıştır. Mâlik’in vefâtından sonra Irak’a giderek, burada Hanefî birikimini öğrenen Şâfiî’nin ilk zamanlarda Mâlik’i bu bölgede savunmaya çalıştığı fakat daha sonra her iki düşüncenin de kendine göre üstün yanlarını gördüğü anlaşılmaktadır.Şâfiî’nin seyahatlerinin son durağı Mısır olmuştur. Onun Mısır’a gidişinde, o dönemde Bağdat’ın muhasara altına alınmasının ve buradaki iktidar mücadelesinin yarattığı olumsuz şartların önemli rol oynadığı söylenebilir. Şâfiî’nin Mısır’a gidişi, onun fıkıh düşüncesinde iki farklı dönemi ifade eden kavl-i kadîm ile kavl-i cedîd kavramları arasındaki ayrışmanın merkez noktasını teşkil eder. Şâfiî, vefat edene dek (h. 204) yaklaşık dört yıl kadar kaldığı Mısır’da, bir yandan oluşturduğu ilim halkasında dersler vermeyi sürdürürken diğer yandan da yoğun bir telif faaliyeti içerisine girmiştir. Başta en kapsamlı eseri el-Ümm olmak üzere günümüze ulaşan tüm kitaplarını bu yıllarda yazması, Mısır’da geçirdiği bu dönemin onun hayatındaki yerini gösterir mahiyettedir. Aybakan, Şâfiî’nin hayatının son yıllarındaki sözü edilen bu faaliyeti, onun Mâlik ve Ebû Hanife’nin fıkıh anlayışları arasında yaptığı “özgün bir sentez” olarak değerlendirmektedir.Günümüze ulaşan eserlerinde Şâfiî’nin kavl-i kadîm’ine dair az sayıda görüşün naklediliyor olması, kavl-i kadîm ile kavl-i cedîd arasında bir mukayese yapılmasını zorlaştırmaktadır. Zira Şâfiî mezhebi içerisinde onun Mısır döneminde ortaya koyduğu görüşleri (kavl-i cedîd) temel alınmaktadır. Bununla birlikte Mısır dönemine ait fıkhî görüşlerini ifade eden kavl-i cedîd’in, geçmişteki fikirlerinin (kavl-i kadîm) tamamen reddi ve bu açıdan onun fıkıh düşüncesinde yaşanan derin bir “kırılma” olarak değerlendirilmesi hatalı olacaktır. Yukarıda işaret edildiği üzere bu ikisi arasında bir mukayese zor olmakla birlikte, Aybakan yaşanan bu sürecin köklü bir değişim olarak değil, kavl-i kadîm üzerinde yapılan bir “revize işlemi” mahiyetinde görülmesi kanaatindedir. Ayrıca Şâfiî’nin fıkhî görüşlerinin kısmen değişmesi anlamına gelen bu durum Aybakan’a göre, onun Irak bölgesindeki fıkıh anlayışının Ehl-i Hadis tarafından birtakım konularda haksız bir şekilde tenkit edildiği kanısında olduğunu göstermektedir. Bu açıdan Şâfiî’nin İslâm fıkıh tarihindeki konumu, Ehl-i Hadis’in düşüncesini sistemli hale getirmekten daha fazla bir önemi haizdir. Şâfiî yaşadığı dönemde Ehl-i Hadis’in “nâsıru’l-hadis” lakabını vereceği kadar takdir edilen bir şahsiyet olsa da düşüncesi, Ebû Hanife ve Mâlik’in bir sentezinden hareketle teşekkül etmiştir.Şâfiî’nin fıkıh düşüncesinin oluşumuna dair izlerin, onun ilmî çevrelerle kurduğu ilişkilerle irtibatlandırılarak takip edilmeye çalışıldığı toplantı, katılımcıların soru ve katkılarıyla sona erdi.