Nizam-ı Cedid’den Vaka-yı Hayriye’ye Osmanlı Askeri Dönüşümü
Yüksek lisans tezinde ele aldığı Ebubekir Ratıb Efendi’nin layihasından hareketle modern devlet organizasyonunun askeri yenileşmeden neşet ettiğine düşünen Fatih Yeşil, sunumuna Osmanlı askerî reformlarını incelemeye karar verdiğini ifade ederek başladı. Yeşil, savaşa ve barışa karar verenlerin siyasetin gerçek yapıcıları oldukları tespitinden sonra, 1793-1826 arasındaki askerî reformları basitçe modernizasyon olgusuna bağlamak yerine, merkeziyetçiliğin siyasî ve malî yöntemlerle güçlendirilmesi bağlamında kullanılan söylemleri masaya yatırmak gerektiğini belirtti. Bu süreçte Yeniçeriler ve âyan marjinalleştirilirlerken, Ortodoks İslâm vurgusuyla seferberlik duygusunun popülerleştirilmesine çalışılmıştı.Çalışmasında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ni, yazma mecmuaları ve nizamnâmeleri kullandığını ifade eden Yeşil’e göre, mecmualar Arşiv’in suskun kaldığı ‘muhalif’ sesler, askeri taktik ve organizasyonlar konusunda önemlidir. Yeşil, araştırmacıları nizamnâmeler hususunda da uyardı: “Yaygın kanının aksine nizamnâmeler ideal devlet ve toplum düzenini seslendiren, gerçek durumu yansıtmayan kaynaklar oldukları için ihtiyatla kullanılmalıdır.” Konuşmacı ayrıca diğer ülkelerdeki arşivlerin ve yabancılara ait seyahatnamelerin Osmanlı kaynaklarının boşluklarını doldurma konusunda çok yararlı olduklarını da vurguladı.Yeşil, genel amaçlarını ve kaynaklarını ortaya koyduktan sonra tezinin şu şekilde özetledi:Osmanlı ordusu süvariden piyade merkezli bir orduya doğru evirildikçe, Tımarlı Sipahilerin rolü azalmış ve Nizam-ı Cedid ile birlikte yeni orduya dâhil edilerek merkeze entegrasyonları arzulanmıştı. Aynı süreçte paralı askerlerin ağırlık kazanması ile önü alınamayan bir eşkıyalık sorunu baş göstermişti; zira barış zamanı işsiz kalan bu askerler çoğunlukla eşkıya oluyorlardı. Yeniçeriler ise zamanla esnaflaşmış ve geleneksel ordu hiyerarşisinin dışında başka bir dayanışma içerisine girmişlerdi. Bu yeni piramidvari hiyerarşi, liyakati öne çıkarmış ve bu sistem objektif bilginin ön planda olduğu teknik sınıflarda daha kolay uygulanmıştı. Nitekim III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunda da bu sistemi uygulamaya koymuştu. Bu bağlamda yabancı uzmanların rolü büyük olmakla birlikte, bu uzmanlar arasındaki çekişmelerin olumsuz etkileri ve devletleştirilen Batılılaşma söylemine karşın âyanların da tıpkı merkez gibi yabancı uzman istihdam ettikleri unutulmamalıdır.Modern ordu yapısında askerliğin usta-çırak ilişkisi ile öğrenilen bir meslek olmaktan çıkıp sürekli talim ve taktik provaları ile pedagojik bir eğitime dönüştüğünü vurgulayan Yeşil, kendilerini daha yüce bir amaç uğruna feda etmeye hazır itaatkâr neferler yetiştirme projesinde, İslâm’ın ideal bir indoktrinizasyon aracı olarak kullanıldığını ifade etti. Batıda ordular filizlenmeye başlayan milli cemaatlere dayalı vatandaş ordulara dönüşürken, Osmanlı’da ordu daha çok kitabî İslâm vurgulu, Halifeye itaati talep eden bir bilince dayalıydı.Nizam-ı Cedid’in nasıl bir merkezileşmeyi hedeflediği Yeşil’in üzerinde durduğu bir başka konudur. Buna göre, yeni hazineye bağlanan kazalar doğrudan Nizam-ı Cedidçi mütesellimler eliyle idare ediliyor, böylece idarî ve iktisadî merkezileşme hedefleniyordu. Fakat bu durum nüfuz alanını genişletmek isteyen yeni düzencilerle diğer âyanların çatışmasına neden olmaktaydı. Bu noktada, Tepedelenli ve Pazvantoğlu gibi büyük âyanların ekonomi politikalarının, merkezin politikasından daha Avrupaî olduğu Yeşil’in bir başka saptamasıdır; zira merkez reformların finansmanı için yeni para kaynakları yaratırken, İslâmî popülizmle süslenen bağış kampanyaları, müsadere, dolaylı vergilendirme, vakıf mülklerinin kirasını artırmak gibi yöntemlere başvuruyor; bu ise merkezde hayat pahalılığından yakınan esnaf Yeniçerilerin memnuniyetsizliğini arttırıyordu.Sonuçta, Kabakçı İsyanı’nı öncelikle bu muhalifler desteklemiş ve Yeniçeriliğin İlgasına kadar geçen süre zarfında bir ihtilal havası oluşmuştu; öyle ki, artık Saray’la anlaşmalar bile imzalayabiliyorlardı. III. Selim zamanında bile, Anadolu’daki kışlalar sadece askerî eğitim merkezi değil; âyan-halk dayanışmasını kırabilecek potansiyel bir güç idiler ve bu yüzden yeni ordunun Rumeli’de tesisi âyanlarca engellenmişti. Yeniçeriler ise bilhassa İstanbul’un mülksüzleri ve ulema ile ortak hareket etmekteydiler. Fakat 1820’lerle birlikte Saray kitabî İslâm vurgulu siyasetiyle ulemayı kendi yanına çekerken, mülksüzleri orduda istihdam ederek Yeniçerileri yalnızlaştırmaya çalıştı. İstanbul’da güvenliğin tehlikeye girmesiyle de halk Saray’a meyletti ve Yeniçerilik kaldırılabildi. Diğer yandan, Saray, bu durumu kendisine yönelik her türlü muhalefeti bastırma aracı olarak gördü ve uzun soluklu askerî reformlar başta da belirtildiği gibi siyasî aktörleri tasfiye ederek gerçek amacına ulaşmış oldu.