Sonbahar ve Türkiye’de Politik Sinema
Sanat Araştırmaları Merkezi, Hayal Perdesi Sinema Topluluğu’nun Ocak ayı konuğu, Sonbahar filminin yönetmeni Özcan Alper’di. Geçtiğimiz yıl birçok festivalden ödülle dönen ve üzerine çokça konuşulan filmde, Yusuf adlı bir karakterin on yıl kaldığı cezaevinden sağlık nedenleriyle tahliye edildikten sonra memleketine dönüşü ve yaşadıkları konu ediliyor. Özcan Alper, sunumuna kendini tanıtmakla başladı; Sonbahar filmini çekiş sürecini, filmin tekniğine ve içeriğine değinerek sinemaya nasıl yaklaştığını dinleyicilerle paylaştı.1974’de Artvin-Hopa’da doğan Özcan Alper, İstanbul Üniversitesi’ndeki Fizik eğitimini yarıda bırakarak aynı üniversitenin Bilim Tarihi Bölümü’nden mezun olur. Doksanların ortasında sinemayla ilgilenmeye başlar. Bu süre içerisinde sinema okullarını, ortamlarını tanır. Üniversitelerde yeterli sinema eğitimi verilmediğine kanaat getirince, 1996’da kurslara katılır. Böylece sinemayla ilgili temel bilgileri edinir. Kurs bittikten sonra daha çok edebiyata yönelir. Bir televizyonda da çalışmaya başlar; fakat bu sürecin kendisini sinemadan uzaklaştırdığını görünce işi bırakır.Aynı yıllarda Türkiye’de İran sinemasının etkisi görülmektedir. Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim gibi genç kuşak yönetmenler Türkiye’de farklı tarzlarda film üretilebileceğini de ispatlamaktadır. Özcan Alper de ilk kısa filmini böyle bir ortamda çeker. Momi (Büyükanne), Türkiye’de çekilen ilk Hemşince filmdir. Özcan Alper, sinemada iyice karar kıldıktan sonra Yeşim Ustaoğlu, Semir Aslanyürek gibi birçok yönetmenin filminde 5-6 yıl boyunca asistanlık yapar. 2004 itibarıyla Sonbahar’ın senaryosunu yazmaya başlar. Yaklaşık dört yıl süren bu çabanın ardından filmini 2008’de çeker. Alper, filmin senaryo bittiğinde tamamlandığına inanıyor. Sonbahar’ı senaryoyu kafasında tamamlamadan çekmemesinin nedeni bu.Yönetmene sunumu boyunca yapılan katkılarda öncelikle Sonbahar’a yönelik beğeniler dile getirildi. Özcan Alper filmiyle ilgili sorulara cevap vermeden önce Türkiye’de “politik sinema”nın yanlış anlaşıldığına değindi:Politik filmin konusu direkt politik bir olay gibi algılanıyor. Böyle olunca 12 Eylül ile hesaplaşma, sorgulamaktan çok, işkence edebiyatına dönüyor. Filmimde mağdur edebiyatı yapmak istemedim. Sonbahar bu anlamda 12 Eylül filmlerinden ayrılıyor.Alper’e göre bu filmler gerçek sorunları teğet geçiyor. Zira işkenceleri göstermeden, karakterin psikolojik dünyasını anlatmak izleyicide çok daha güçlü bir etki uyandırabilir. Alper, bu tavrın çok daha politik ve sert olduğu kanaatinde.Karadeniz’de çekilen filmde Alper, mekânı, doğayı nasıl kullanacağına dair çok kafa yorduğunu anlattı. Filmde Yusuf bir ‘cehennem’den, cennet gibi bir doğanın içine geliyor. Kameranın kullanımı, çekim tekniği, kadrajdaki çerçeveler, zamanla, mekânı da bir hapishaneye dönüştürüyor. Alper’in bu bilinçli tavrının ardında taşraya güzelleme yapmama kaygısı da var; zira taşra da kendi içinde handikaplar barındırıyor.Filmdeki Yusuf karakterini yazmadan önce cezaevinden çıkan çok sayıda insanı gözlemlediğini anlattı Özcan Alper. Açlık grevinden sonra normal hayata dönmeye çabalayan ama başaramayan tipler… Yönetmen, karakterini daha çok melankolik bir tip olarak tasarlamış. Yusuf, esasında hapse girmeden önce de içe dönük, kendi içinde çelişkiler barındıran biri olarak çizilmiş. Yıllar sonra evine dönen Yusuf’u yalnız yaşayan annesi karşılıyor. Bu anlamda film, biraz da parçalanan bir aile hikâyesi… Filmde babayı sadece fotoğrafta görüyoruz ve oğluna küs olduğunu; ölmeden önce cezaevinde Yusuf’u hiç ziyaret etmediğini öğreniyoruz.Filmde Yusuf konuşmuyor; ama onun halini dışarıdaki hayat dillendiriyor adeta; coşan dalgalar, yalnız bir iskele, çevresindeki insanların onunla dertleşmesi… Özcan Alper, bir karakter gibi kullandığı iskele örneğiyle bu çabasını açıklıyor:İskeleyi filmin bütününde bir karakter gibi tasarladım. Yusuf kitapçıdan sonra iskeleyi gördü, kızla orada bir araya geldi ve en son Eka’yı kaybettiğinde yine oraya gitti. İskeledeki dalga onu çekiyor sanki. Dalgalar, Yusuf’un sistemi kırma isteği gibi okunabilir.Özcan Alper’e yöneltilen sorularda filminin daha çok umutsuz bir his bıraktığı eleştirisi de vardı. Alper, filmindeki hüznün izleyicide umutsuzluk olarak algılandığını düşünüyor. Yusuf’un ölmek üzereyken bile tulumu inatla tamir etmeye çalışması; küçük bir çocuğa derslerinde yardımcı olması; her şeye sıfırdan başlama umuduyla pasaport çıkarması onun hayata hâlâ sarılmaya çalıştığının da göstergesi. Filmde Yusuf’un sadece ölümle değil, ailesi ve kendi politik duruşu ile de hesaplaşması göze çarpıyor. Kendini sosyalist olarak tanımlayan Özcan Alper’e göre filminde Türkiye solunun kendisiyle hesaplaşması söz konusu.Sonbahar’da Hemşince diyaloglara yer veren yönetmen, Hemşinceyi kullanmasının bilinçli ve politik bir tavır olduğunu da sözlerine ekledi.Özcan Alper’e göre sanat ‘kötü’yü ele alırken bile iyiyi, güzeli anlatmaya yöneliktir; dolayısıyla bir sanat eseri herkese ulaşabilir, zira her insanda iyilik ve güzellik anlayışı vardır. Bu sebeple filmini izleyen köylü amcanın da, felsefeci bir entelektüelin de muhakkak bir şeyler alacağına inanıyor. İlk filminde olay-örgüsünü bu yaklaşım üzerine kuran Alper, Akira Kurosawa’yı örnek alıyor: “Onun filmlerinden sıradan insan da, bir entelektüel de çıkarımlarda bulunabilir.” Özcan Alper bundan sonra çekeceği filmlerde de aynı tavır içinde olmaya niyetli görünüyor.