Daqîq al-Kalâm: The Islamic Approach to Natural Philosophy
Dîvân Toplantıları’nın Haziran ayındaki ikinci konuğu Ürdün Yermük Üniversitesi Bilimler Fakültesi Fizik Bölümü’nde görev yapan Prof. Dr. Muhammed Bâsil et-Tâî idi. Klasik kelâm ilminde ortaya konan tabiat algısı ile modern bilimin verilerini karşılaştıran çalışmalarıyla tanınan Prof. Tâî, kelâm ilminin ortaya çıkışını hazırlayan sebepleri açıklayarak başladığı konuşmasının başlangıcında, kelâmın, Mutezile tarafından problem ve kavramlarıyla birlikte bir ilim olarak ortaya konulması ve daha sonra ortaya çıkan Eş‘arî ve Mâtürîdî kelâm okullarının gelişimini ana hatlarıyla özetledi.Tarihî olarak ilm-i kelâmın iki kısma ayrıldığını belirten Tâî, bunlardan birincisinin kâinâtın nitelikleri, dış görünümü, yaratılışı, hareketi, sükûnu, cevher ve arazları, zaman ve mekân konularını ele alan dakîku’l-kelâm; ikincisinin ise ilâhî sıfatlar, zorunluluk ve seçme özgürlüğü, yeniden yaratılış, eskataloji, rüyetullah, kaza ve kader, Allah’ın ilmi gibi konuları inceleyen celîlu’l-kelâm olduğunu ifade etti. Kelâmcılar, evreni anlamak için düşünce sistemlerinin arka planını oluşturan Kur’an’ın ortaya koyduğu vahyî bilgiden hareket etmişlerdir. Kur’an metni tefsir ve tevile ihtiyaç duyduğunda kelâmcılar onu açıklamak için Arap dilinin delâletleri şeklinde ifade edilen Arap beyanın metodolojisi çerçevesinde akla dayanmaktadır. Buna göre kelâmcıların kavram ve hükümlerin çıkarımında Kur’an, akıl ve Arap dili olmak üzere üç dayanağı bulunmaktadır. Tâî’ye göre, bu noktada filozoflar ile kelâmcılar arasında önemli bir metot farklılığı vardır: Filozoflar incelemelerinde EvrenAkılAllah sıralamasını izlerken, kelâmcılar AllahAkılEvren şeklinde bir metodu takip etmektedir.Tâî’ye göre kelâmcıların bize bıraktıkları geniş düşünce mirasının tahlili, dakîku’l-kelâm konusunda kelâmcıların, Aristo ve takipçilerinin benimsedikleri beş ilkeyle çelişen ilkelerden hareket ettiklerini göstermektedir. Bu beş ilke Yunan’da yaygın felsefî bakışın esaslarını şekillendirmiş, üstlendiği rolle Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve onların talebelerince temsil edilen İslâm felsefî düşüncesinin genel bir görünümünü meydana getirmiştir. Kelâmcıların benimsediği beş ilke şu şekildedir:1. Hudûs: Bu evrenin ve evrenin içinde bulunan her şeyin sonradan olduğu ve zamansal olarak bir başlangıcının bulunduğu anlamına gelmektedir. Hatta zaman ve mekân da evrenden önce olmayan ve evrenin yaratılmasıyla yaratılan ve sonradan olan şeylerdir.2. Atomculuk: Kelâmcılar varolanların tek bir parçaya kadar bölünmeyi kabul ettiğini ve bölünmeyen bu parçanın cevher-i ferd olarak adlandırıldığını söylemektedir.3. Sürekli yaratma: Kelâmcılar arazların iki anda, iki zamanda ya da tasavvur edilebilen andan daha az bir zaman diliminde bulunmadıklarını ileri sürmektedir. Bu ise şeylerin niteliklerinin bir hal üzere tespit edilemeyeceği anlamına gelmektedir.4. Olabilirlik ve ihtimal: Bununla cevher ve arazlardan zaman ve mekânda bulunan varolanların evrenin şartları ve zorunlulukları çerçevesinde evrendeki olayların zorunlu olmadıklarını kastetmektedirler.5. Zaman ve mekânın iç içeliği: Bu ilkeye göre mekânsız (yukarı-aşağı, ön-arka) zamanın (önce-an-sonra), zamansız da mekânın bir anlamı yoktur ve her ikisi de hareket sayesinde gerçekleşmektedir.Alanında uzman bir fizikçinin dakîku’l-kelâmdaki ilkelerin bilimsel bir değere sahip olduğunu göreceğini ifade eden Tâî, bu ilkelerin modern fizikte Kuantum Fiziği, Görelilik Teorisi ve bunların uygulama alanlarıyla uyuşmakta olduğunu belirtti. Günümüz fiziğinin en önemli meselelerden biri olarak görünen “kuantum mekaniğinde ölçme problemi”ne (the problem of measurement in quantum mechanics) kelâmcıların sunduğu çözüm Tâî’ye göre oldukça dikkat çekicidir. Örneğin Schrödinger’in yapmış olduğu ve niceliksel hesaba dayanan bu teorinin kuralları zorunlu olmakla beraber, bu teorinin özü evrenin zorunsuzluğunu teyit etmektedir. Bir başka açıdan W. Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi”nde (uncertainty principle) belirsizliğin dayandığı esaslar açık değildir. Kelâmî bakış açısı ise, bu meseleye, arazların yenilenmesi (teceddüdü’l-a‘râz) ya da sürekli yaratma (el-halku’l-müteceddid) kavramlarıyla tatmin edici ve yetkin bir çözüm sunmaktadır.Tâî’ye göre Gazzâlî ileri görüşlülüğüyle, Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinde dakîku’l-kelâmıniki önemli meselesine dair bilimsel çözümler öne sürmüştür: Yunan filozofları ve takipçilerinin (felâsife) Güneş’in oluş ve bozuluşa tâbi olmayan esir maddesinden meydana geldiğine ve evrenin algıladığımız halinin zorunluluğuna dair iddialarına karşı Gazzâlî, Güneş’in sönmesinin (zübûlü’ş-şems) ve yok olmasının mümkün olabileceğini ifade etmiş, ikinci olarak da evrenin bizim algıladığımız halinden daha büyük ya da daha küçük olabileceğini dile getirmiştir.Son olarak Tâî, Müslüman aklının içinde bulunduğu evrenle ilişkiye geçerken iki temel prensibe dayanması gerektiğini dile getirdi: İman esasları ve aklî yöntem. Dakîku’l-kelâm metodolojisi bu iki prensibi tamamen içermekte ve cevaplarını bu ilkelerden hareketle üretmektedir. İnsanın hizmetine sunulan tabiatı, anılan temel ilkelerle çağdaş ilmî gelişmelere uygun bir şekilde anlayabilir ve anlam dünyamızı bununla geliştirebiliriz; böylece dakîku’l-kelâm günümüze hem aklî hem de amelî bir çerçeve sunacaktır.