Rusya’da Kilise Devlet İlişkileri ve İslâm: Bir Adım İleri İki Adım Geri
Küresel Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen Tezat toplantılarının Mayıs ayı konuğu Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler doktorantlarından Sevinç Alkan Özcan idi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nda din-devlet ilişkisinin yeniden şekillendirilmesi ile başlayan “din ve vicdan özgürlüğü” tartışmaları, şüphesiz tüm dünyanın dikkatini çekmişti. Nitekim 1990’lı yıllarda belli yasal düzenlemeler ile devlet ve kilisenin resmi olarak birbirinden ayrılması, genelde olumlu bir gelişme olarak kabul edilmişti. Fakat uygulamalara bakıldığında bu yasal değişiklikler ile Rusya Federasyonu’nda dinin devletten tamamen özgürleştiğini söylemek oldukça zor görünmektedir. Katolik hareketlerin meydan okumalarına karşı Rus Ortodoks Kilisesinin önlem alması, Kilisenin siyasî boyutunu koruduğunu gösterirken, bu önlemlerin devlet eliyle alınması da din ve vicdan özgürlüğü düzenlemeleriyle çelişkilidir. Bu önlemler için hukukî düzenlemeler de yapılmıştı; zira 1997 yılında kabul edilen bir kanun “tüm dinî örgütlenmelerin devlete kayıtlı olması” şartını koymaktaydı. Velhasıl Rus Ortodoks Kilisesinin devlete tâbi kılınması ile devletin dini kurumlara, müdahil olması engellenmemiş, sadece yöntemleri değişikliğe uğramıştır.Bu bağlamda Rusya Federasyonu’ndaki din-devlet ilişkilerinden bahseden Sevinç Alkan Özcan, İslâm’ın sözkonusu ilişki ağındaki konumuna da temas etti:Sovyet sonrası İslâm’ı Sovyet İslâm’ından ayırt ederek değerlendirmek mümkün değildir; zira Rusya Federasyonu Sovyet, hatta Çarlık döneminden beri takip edilen birçok tutumu devam ettirmektedir. Sovyetler Birliği, birbirinden bağımsız dört dini merkez (Taşkent, Ufa, Dağıstan ve Bakü Müftülüğü) oluşturarak Müslümanların tek merkez oluşturmalarını engelleyen bir politika takip etmiş; fakat İslâm’ın varlığını tehdit edecek herhangi bir politika geliştirmemişti.Baskı ve kısıtlamalara rağmen Sovyetler Birliği’nde İslâm’ın yaşayışını nasıl sürdürdüğü konusuna da değinen Özcan, Sovyet döneminde resmi olarak kabul edilen “elit İslâm” ile resmi olmayan “paralel İslâm”ın Sovyetler Birliği’ndeki İslâm’ın varlığını ne derecede etkilediğini mukayeseli bir biçimde değerlendirdi.Rusya Federasyonu dönemindeki devlet-İslâm ilişkileri ise, Rus Ortodoks Kilisesinin tarihteki rolünü yeniden elde etme çabaları idrak edilmeden anlaşılamaz. Bu bağlamda Kilise devletin İslâm’a yönelik tavırlarını da önemli ölçüde etkilemektedir. Bu sebepledir ki Sovyet sonrasındaki devlet-İslâm ilişkileri, öncesine göre çok daha karmaşık ve tutarsızdır. Bu açıdan bakıldığında Rusya Federasyonu, Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdeki dinî yapıların inşasını ve onarımını desteklerken, kayıtlı olmayan İslâmî cemaatlerin veya grupların faaliyetlerini de engellemeye çalışmaktadır. Burada Putin’in 2003 yılında gerçekleştirilen İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) toplantısında yaptığı açıklama da hatırlanmalıdır: “Rusya’da 20 milyon Müslüman yaşıyor ve Rusya İslâm Konferansı Örgütü’ne üye olmak istiyor.” Tüm açıklamalar çerçevesinde Rusya’nın uluslararası stratejilerini belirlemek adına İslâm politikalarının faydacı olduğu söylenebilir.Son olarak Rusya Federasyonu’nda sayısı hızla artan Müslümanların şimdilik siyasî mânâda çok fazla etkin olmadığını ifade eden Özcan, gelecekte bu durumun Müslümanların lehine değişebileceğini öngörüyor. Zira azınlık olarak Avrupa’da en fazla Müslüman nüfusu içinde barındıran Rusya Federasyonu’nun Müslümanlara yönelik tutarsız tavırları, ilişkileri problemli olan Batılı devletlere karşı açık vermesine neden olacaktır. Bu nedenle Rusya’daki entelektüel çevre, devletin tutumunun değişmesi; hatta Müslümanların Batılı tehditlere karşı müttefik olarak görülmesi gerektiğini dile getirmektedir.