Türkiye Mimarlığı: Çırağın Rüştünü İspatının Aracı Olarak Bir Yarışma: Zübeyde Hanım Kültür Merkezi
“Mimari Düşünceler” serisinin beşinci programında, geçtiğimiz sene Şubat ayında kaybettiğimiz Bilge Mimar Turgut Cansever ekolünden iki değerli ismi; Emine&Mehmet Öğün çiftini ağırladık. 1977 yılından bu yana verilen Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne (Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Binası, Bodrum’daki Ahmet Ertegün Evi ve Demir Turizm Kompleksi ile) üç kez lâyık görülen tek mimar ünvanına sahip Cansever hocanın rahle-i tedrisinden geçmenin ne denli kıymetli olduğunun bilinciyle mimari sahada çalışmalarına devam eden çift; İzmir Karşıyaka Belediyesi’nin 1994 yılında düzenlediği ulusal-tek aşamalı proje yarışmasında birincilik ödülünü kazandıkları “Zübeyde Hanım Kültür Merkezi” projesini bizler için değerlendirdi.Öğün çifti, 1979 yılından bu yana Cansever Hoca nezdinde usta-çırak ilişkisi içerisinde yer aldıkları proje geçmişlerinden bahsederken; ilk olarak İstanbul Belediyesi Ataköy Kültür Ticaret Merkezi ile başlayan mimari serüvenlerinin devamında geleneksel yapı stilini yeniden canlandırmaya yönelik Sivas Kaleardı Mahallesi Projesi; Bergama Kültür ve Ticaret Merkezi; nitelikli bir ahşap rekonstrüksiyon ve restorasyon örneği teşkil eden Kandilli’deki Hasan Çolakoğlu Yalısı (Hadibey Yalısı); Ömer Kurra Davetli Proje Yarışması; Avanos Kaya Oteli; Antalya’da Karakaş Camii; Turgut Bey’in son tasarımlarından biri olan Kadırga’daki Recep Sefer Evi Restorasyonu; Demir Tatil Köyü; Beyrut’ta Kırsal Yerleşim Tasarımı; Mersin’de Akdeniz Kültür Merkezi, Su Altı Arkeoloji Enstitüsü gibi pek çok proje ile mimari sahada Turgut Cansever’in tecrübelerinden yararlanarak gelişmenin ayrıcalığına sahip olabilme şansına eriştiklerini ifade ettiler.Mehmet Öğün’e göre “mimari nedir?” sorusunu en doğru ve net şekilde “mimari mekândır” cevabıyla özetlemek mümkün. Mekânsa hayatın ta kendisi olma özelliğine sahip bir bakıma. İnsan mekânın içinde varlığı kavrar hâle gelmektedir, mekânda fizikî ihtiyaçlarını gidermek yanında sosyalleşir ve bir varlık olarak, eşref-i mahlûk olarak mekânı geliştirip güzelleştirerek varolma hakkını elde eder. Oysa Batı’dan aktarılan konformizmin rahat yaşamlar sunma gayesi; ısı ve ses yalıtımlı, asansörlü mekânlar üretmenin yaygınlaşması; mekânı yalıtırken beraberinde insanı da yalıtmak; yaşamı kolaylaştırırken insanı tamamen edilgen bir hâle getirmek gibi pek çok zafiyeti de beraberinde getirmiştir. Modern dünyanın beraberinde getirdiği “ergonomik yaşam” tarzı sosyalleşmeyi engelleyen izole mekânları dayatırken, hayatı farkındalık içinde yaşayacağımız fizikî çevreler meydana getirmeyi amaçlayan Sivas Kaleardı Mahallesi Projesi gibi örnekler önem kazanmaktadır.Emine Öğün, Zübeyde Hanım Kültür Merkezi projesini değerlendirirken malzeme, ihtiyaçlar, fonksiyonların karşılanması, bireyin psikolojik hâlleri, idrak düzeyinin örgütlenmesi mevzularında yoğunlaştıklarını ve idrak düzeyini örgütlerken de dikte edici, baştan her şeyi belirleyici değil de simetrileri olmadan, kolayca ekler alabilecek insan ölçekli yeni mekanizmalar üretmeye çalıştıklarını; küçük boşluklar, küçük ara geçişler ve hemen sonrasında büyük geçişler uyguladıklarını; büyükle küçüğün farkındalığının yaratılması ve beraberinde varlığın çeşitliliğini yansıtan mekânlar ortaya koyabilmenin, çokluğu biraraya getirebilmenin önemi gibi bir çok etkeni göz önüne alarak additif kümülatif denilen parçalı bütünlüklerden oluşan proje biçimini tercih ettiklerini dile getirdi. Böyle bir tasarım yaptığınızda tasarımın kendisi tek başına bir bütünlüğü dayatmadığı için; -gerçek bütünlük zaten içinde yaşadığımız varlığın tamamıdır çünkü- varlığın çeşitliliği içinde bir külliyat oluşturduğundan ilerleyen dönemlerde değişen ihtiyaçlara binaen bir kısmını eksiltebilme seçeneğine ya da aksaklık gördüğünüz noktada müdahale edebilme şansına sahip olabildiğinizi ve bu projede çokluğun bir aradalığını gerçekleştirebilmek gayesiyle Eski İzmir’in merkezinde olduğu gibi medrese, han, kervansaraylardan oluşan o girift yapıyı bir kere daha vücuda getirebilme düşüncesinde olduklarını ifade etti.Mehmet Öğün, Zübeyde Hanım Kültür Merkezi proje yarışmasına katılan altmış altı proje arasında çok farklı bir yerde duran tasarımlarını diğerlerinden ayıran en belirgin özelliklerden bahsederken; diğer tasarımlarda görülen ortak gayenin yekpare bir kitle ve onu örten dev saçaklar ve bu kitlenin kendi plastiğiyle şehirlilere bir mesaj vermesi, içerideki işlerliğinin üst düzeyde çözülmesi şartıyla kültür merkezi fonksiyonlarının ifa edilmesi olduğunu dile getirdi. Öğün, “Biz ise fonksiyonların birbirlerinden farklılaştığı her unsuru ayrı bir varlık hüviyetine büründürerek, onların birlikteliği ile şehirlilerin binaların içinde olmadıkları zamanlarda da referans noktaları olarak yaşamlarına dâhil olabilecek, sadece içiyle değil dışıyla da varolabilen, insan ölçeğinde, sevimli ama hüviyetleri bakımından da farklılaşan bir tasarım olarak her gidişlerinde farklı bir yönünü keşfedecekleri bir zenginlik sunmak istedik” diyerek tasarım sürecindeki düşüncelerini ifade etti.Emine&Mehmet Öğün çifti, genç mimarların kendilerini ifade edebilme ve yeteneklerini keşfedip gösterebilmenin bir vesilesi olarak değerlendirilen mimari proje yarışmalarının mevcut durum içerisinde neredeyse tek fırsat olduğunun ve yeni imkânlar elde edebilmek adına son derece önem arzettiğinin altını çizdi.