Felsefe 12 Karl Marx ve Max Weber’de Doğu Toplumları
MAM Tezgâhtakiler toplantısında, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Lütfi Sunar, aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı’nda tamamladığı “Karl Marx ve Max Weber’in Doğu Toplumlarına Yaklaşımları” başlıklı doktora tezi üzerine bir sunum gerçekleştirdi.Marx’ın ve Weber’in Doğu toplumlarına yaklaşımlarını, sosyolojilerinin temel hareket noktaları ve ana gayeleri ekseninde inceleyeceğini belirten Sunar, ilkin sosyolojinin bir ilim dalı olarak ortaya çıkışının sosyal ve tarihî şartlarını incelemek suretiyle sosyolojiye biçilen rolün/işlevin ne olduğunu saptadı. Buna göre, sosyolojinin temel işlevi ve amacı, modern Batı toplumunun, kendinden önce gelmiş ve birer model olarak ortaya konmuş toplum biçimleri karşısında dünya-tarihsel ölçekte açıklanması ve konumlandırılmasıdır. Bu görevi üstlenen sosyoloji, tarih boyunca ortaya çıkan ve 19. yüzyılda güçlü bir biçimde gelişen toplum modellerinin birbirini izleyen aşamalar şeklinde sunulduğu ilerlemeci/evrimci tarih felsefeleriyle (Condorcet, Montesquieu vb.) girdiği ilişkinin bir sonucu olarak, modern Batı toplum modelini dünya-tarihsel ölçekte en ileri ve en iyi toplum olarak konumlandırarak açıklamaya çalışmıştır. En temel gayesi böyle belirlendiği için sosyoloji Avrupa/Batı merkezli bir bilim olmuştur.Bu değerlendirmelerin ardından Marx’ın Doğu toplumlarına yaklaşımını anlatmaya başlayan Sunar’a göre Marx, toplumları üretim biçimleri temelinde sınıflandırmıştır. Buna göre, bir toplum modelinin ayırt edici özelliği o toplumda üretim araçlarına kimin sahip olduğudur ve bu araçların mülkiyetiyle kurulan ilişkiye bağlı olarak toplum sınıflara ayrılır. Toplumsal sınıflar arasındaki diyalektik çatışma ilerlemeyi, yani bir toplum modelinden daha ileri aşamadaki toplum modeline geçişi sağlar. Bu kavramsal çerçeveyle Batı tarihine yönelen Marx, bu tarihi, köleci antik toplumdan feodal topluma, oradan da modern burjuva toplumuna doğru evrilen bir gelişme çizgisi içerisinde değerlendirmiştir. Batı tarihini böyle dinamik ve ilerleyen bir şekilde tasvir eden Marx, Doğu toplumlarına ve tarihine baktığında ise tek bir üretim tarzı ve dolayısıyla tek bir toplum modeli görür. Bunlar Asya tipi üretim tarzı (ATÜT) ve oryantal despotizmdir (Sunar’a göre, buradaki “Asya” ifadesi coğrafî bir anlam ifade etmemekte, Rusya da dâhil olmak üzere, bütün Batı-dışı toplumları nitelemek için kullanılmaktadır). Marx’a göre, Doğu’da tarımın suya dayalı olması ve buna bağlı olarak çok sayıda insanın mobilizasyon ve organizasyonunu gerektiren baraj yapımı gibi işlerin merkezi bir gücü gerektirmesi, insanların toprağın mülkiyetinden vazgeçerek bu mülkiyeti despotlara devretmelerine neden olmuştur. Özel mülkiyetin olmaması sınıfların oluşmasını engellediği için Doğu’da üretim tarzı ve toplum modeli hiç değişmemiş, asırlar boyunca sabit kalmıştır. Bu açıklamanın basit, olgusal temeli zayıf ve kendi içinde tutarsız olduğunu ifade eden Sunar, Marx’ın da bunun farkında olduğunu belirtti. Sunar’a göre, Marx’ın Doğu toplumlarına dair böyle bir açıklama geliştirmesinin temel sebebi, Doğu toplumlarını anlama veya açıklama çabası değil, geliştirdiği kapitalist üretim biçimi ve Batı toplum modeli açıklamasını evrenselleştirebilmek, dünya-tarihsel bir ölçekte konumlandırabilmekti. Bir şeyi açıklamak için onun zıddına başvurmayı gerektiren diyalektik yöntemi benimseyen Marx, kapitalist üretim biçimi ve Batı toplum modelini açıklayabilmek için de zıddını/ötekisini ATÜT ve oryantal despotizm olarak inşa etmiştir.Weber’in doğu toplumlarına dair analizlerinin külliyatında Marx’ınkine göre çok daha esaslı bir yer tuttuğunu belirten Sunar’a göre Weber sosyolojisinin temel gayesi modern Batı toplumunun biricikliğini göstermektir. Nitekim Weber, Schmoller’e yazdığı bir mektupta şöyle demektedir:Bizim bugün ana görevimiz, modernitenin biricikliğini, dünya tarihi içindeki yeri ve konumunu göstermektir. Bunu da, onu diğer toplumlarla karşılaştırarak yapacağız.Modern Batı toplumunun temel özelliğini akılcılık olarak tespit eden Weber’e göre Batı’da, farklı pek çok alandaki akılcılaşmalar (hukuk, siyaset, din, ekonomi vs.) paralel olarak gerçekleşmiş ve bu bütüncül akılcılaşma da moderniteyi oluşturmuştur. Ancak Doğu toplumları bütüncül olarak akılcılaşamamıştır. Bunun temel sebebi ise patrimonyalizmdir: Mülkiyetin ağırlıklı olarak devletin elinde olması ve devletin de bürokrasi/tımar sistemi aracılığıyla hem mülkiyetin kullanımını organize etmesi hem de egemenliğini sağlama alması dinamik bir toplumsal yaşamın ortaya çıkmamasına, toplumsal değişimin çok yavaş biçimde işlemesine neden olmuştur. Doğu’da zaman zaman çeşitli alanlarda (müzik, şehir yapısı vs.) belli bir akılcılaşma gerçekleşse de bu akılcılaşma, akılcı olmayan siyasî ve toplumsal sistem tarafından baskılanarak bütüncül bir akılcılaşma engellenmiştir. Her ne kadar Weber’in yaklaşımının olgusal temeli Marx’ınkine göre çok daha sağlam olsa da, yekpare bir toplumu temsil ediyorlarmışçasına farklı tarihlerden ve coğrafyalardan tekil örnekleri kullanan eklektik tutumu, asıl amacının Doğu toplumlarını anlamak değil, Batı’nın biricikliğini ortaya koymada faydalanabilecek bir Doğu tesis etmek olduğunun göstergesidir. Buradan hareketle Sunar, Weber’in, anlamacı sosyolojinin temel kurallarına bağlı kalmamakla eleştirilebileceğini ifade etti.Sonuç olarak Sunar, sosyolojilerinin ana gayesi açısından incelendiğinde, literatürde genel olarak iddia edildiğinin aksine, Marx ve Weber’in Doğu toplumlarına yaklaşımlarının birbirini tamamlar ve destekler mahiyette olduğunu vurguladı. Dolayısıyla, Marx ve Weber dinamik, tarih içerisinde sürekli gelişen ve nihayet en iyi/gelişmiş toplum olan Batı toplumunu dünya-tarihsel ölçekte konumlandırmak ve evrenselleştirmek amacıyla, çeşitli sebeplerden dolayı tarih boyunca sabit kalmış, durağan, değişime kapalı, irrasyonel bir Doğu toplum modelini bu toplumun ötekisi/nefyedeni olarak inşa etmiştir.Soru-cevap kısmında tezin özgünlüğüyle ilgili sorulara ise Sunar, şimdiye kadar yapılmış çalışmaların genellikle bu iki ismin Doğu toplumlarına yaklaşımlarını sosyolojilerinin sadece bir kısmı olarak ele aldıklarını, bu meseleye yaklaşımlarının onların sosyolojilerinin merkezinde değerlendirilmesi gerektiğini ilk defa kendisinin ileri sürdüğünü belirterek cevap verdi.