Çokkültürlülük ve Çeviri: Osmanlı’da Çeviri ve Çevirmenler

Paylaş:

Kafkasya, Kastamonu, Selanik ve İstanbul kökenli olup çocukluğunu Almanya’da geçiren, Avusturya Lisesi’nde okuyarak Almanya ve İstanbul’daki üniversite hayatından sonra bir dönem profesyonel şekilde uğraş verdiği çevirmenliğin ardından akademik hayatını bugün İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Bölümü Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı Başkanı olarak yürüten Prof. Dr. Sakine Eruz ile, çeviri tarihi alanında yaptığı çalışmaların bir ürünü olan Çok Kültürlülük ve Çeviri: Osmanlı Devleti’nde Çeviri Etkinliği ve Çevirmenler başlıklı kitabı üzerine tartıştık.

Yazarımızın çokkültürlü bir kökenden gelmesinin, araştırmalarını iki farklı dilin konuşulduğu kültürlerin arasında yapılan çeviri olgusu ve bunun tarihi, kültürel ve sosyal bağlamı üzerine yoğunlaştırmasında etkili olduğu muhakkak. Böyle bir kitabın yazılmasındaki amacı, “Öncelikle çokkültürlü bir coğrafyada yaşama şansını elde eden okurların bunun farkına varmalarını sağlamak, çokkültürlülüğün çevirinin ayrılmaz bir parçası olduğunu anlatabilmek ve bunların bir ülke için tükenmez kültürel zenginliklerden biri olduğunu vurgulamak” şeklinde ifade eden Eruz, kitabında tarihî süreçte çevirmene neden ve nerede gereksinim duyulmuştur, çevirinin yapılmasındaki amaçlar nelerdir, ortaya konulan çeviri ürünler ne gibi değişimlere neden olmuştur ve çevirmen kimdir gibi sorulara yanıt aramaktadır.

En genel anlamıyla bir toplumu kuşatan değerler bütünü olan kültür kavramı ve binlerce yıldır bu değerlerin kesiştiği noktalarda ortaya çıkan çeviri etkinliğinin tarihî yolculuğu önce Doğu’dan Batı’ya sonra da Batı’dan Doğu’ya yol almakta ve kitap bu yolculuk esnasında çeviri ile onunla iç içe olan çokkültürlülüğün izlerini sürmektedir. Bu iz sürmeye ise en yakın çevreden başlar ve İstanbul tarihindeki başta Beyoğlu olmak üzere Sirkeci, Eminönü, Koca Mustafa Paşa, Bakırköy, Yeşilköy, Kuzguncuk, Beylerbeyi ve Kadıköy gibi 20. yüzyılın ikinci yarısına değin, Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler ve Musevileriyle çokkültürlü bir yaşamın sürdürüldüğü semtlere dikkat çeker. Yazar ayrıca binlerce yıllık bir tarihî geçmişe sahip bereketli bir coğrafyada bulunan ülkemizin ve dünyada tarihî ve doğal yerleşim açısından benzeri bulunmayan Boğaziçi’nin iki yamacına yaslanmış, bir zamanlar Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış İstanbul’un yüreğinin çokkültürlü attığına inanır.

Çevirmenleri çokkültürlülüğün vazgeçilmez temsilcileri olarak niteleyen Eruz, çeviri etkinliğinin tarihini incelerken çevirinin simgesi üzerine efsanelere, milattan önce dört binli yıllardan başlayarak Mezopotamya’da başlayan çeviri yolculuğunun, Ana-
dolu’ya, Ege kıyılarına, sonra yine Doğu’ya Bağdat’a, Bağdat’tan Afrika kıyılarını izleyerek İber Yarım-
adası’na doğru seyrini ortaya koyuyor. Ayrıca çeviri etkinliğinin Do-
ğu’ya ve Batı’ya yönelişine ve Doğu ile Batı arasındaki etkileşimi gerçekleştiren kişilerin de çevirmenler olduğuna dikkat çekiyor. Daha sonra ise 18. ve 19. yüzyıllarda Avru-
pa’daki çeviri etkinliğini, sonra da geçmişten bugüne çeviri konusunu ele alıyor.

Bununla birlikte dört göbek öteden, 1877’deki ilk Osmanlı Meclisi’nde Kastamonu mebusu olan dedesinden kalan iki dilli ve iki alfabeli Osmanlı Meclis-i Mebusan kitabındaki milletvekili fotoğraflarını incelediğinde, kendilerine özgün kıyafetleriyle Ermeni’sinden, Rum’una, Bulgar’ından Yemenlisine, rengârenk bir insan topluluğuyla karşılaşan yazarımız, fotoğrafların altında milletvekillerinin isimleri ve geldikleri yerlerin Osmanlıca yazılmasının yanı sıra isimlerin hemen altında Fransızca olarak da yazıldığına dikkat çekmekte ve kitabında bunlardan örnekler sunmaktadır.

Kitabının önemli bir kısmını Osmanlı coğrafyasında çokkültürlülük ve çeviri konusuna ayıran Eruz, Osmanlı coğrafyasında otuzun üzerinde dil ve sayısız lehçenin konuşulduğuna işaret ediyor. Bu çerçevede Fatih Dönemi, Osmanlı Devleti’nde Çevirmenler, Fener-Rum Beyleri, Dil Oğlanları, Çeviri Yoluyla İyileştirme Etkinlikleri, 18. ve 19. Yüzyılda Çeviri Etkinlikleri, Osmanlı Devleti’nde Tercüme Heyetleri, Basın ve Çokkültürlülük gibi başlıklar altında Osmanlı’da çevirinin tarihine de geniş bir şekilde yer veriyor. Bu süreçte Osmanlı Devleti’nde 18. ve 19. yüzyıllara değin çok dilli ailelerden gelen ve bir kısmı İslâm dinini seçen Musevi, Ermeni ve Rum-Ortodoks çevirmenlerle karşılaşıyoruz. Ardından Osmanlı ile ticarî ilişkiler geliştiren yabancı devletlerin, dil oğlanları okullarıyla kendi çevirmenlerini yetiştirdiklerini, 19. yüzyıldan itibaren ise Osmanlı Devleti’nin Tercüme Odası gibi kurumlarla kendi tercümanlarını ve dönemin önemli devlet adamlarını yetiştirdiğini gözlemliyoruz. Osmanlı Devleti’nde tercümanlığın öteden beri imtiyazlı bir sınıf olduğuna dikkat çeken yazarımız kitabında son olarak tarihi süreçte çevrilen metin türlerine, çeviri yaklaşımlarına, çevirinin işlevi ve çevirmen kimliği üzerine çeviribilimsel tespitlerde bulunuyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir