Siyaset ve Edebiyat Ekseninde Türkiye Ermenilerinin Hatıratları
Ermeni meselesi Türkiye’de genellikle siyaset ekseninde konuşulduğundan bu konuyu politik argümanlardan bağımsız ele almak pek de sık rastlanır bir şey değildir. Meryem İlayda Atlas’ı dinlediğimiz Kırkambar Sohbeti, Türkiye Ermenilerinin yazdıkları hatırat, biyografi, öykü ve roman gibi edebi türler üzerinden Türkiye’deki Ermeni Edebiyatı’nın zaman içinde nasıl bir gelişim gösterdiğini aktarmaya çalışan bir literatür çalışmasının sunumuydu.
Çoğu gündelik hayatın içindeki öykülerden, anılardan ve pratiklerden bahseden bu kitapların, 1990’dan sonra bir patlama yaşadığına dikkat çeken Atlas, bu patlamayı Türkiye’dekipolitik atmosferin değişmiş olması, resmi söylemin bazı gerçeklerin açıkça söylenmesini engellediğinin farkındalığı, ötekine olan duyarlılığın gelişmesi, İttihat ve Terakki Partisi’nin Ermenilere yönelik politikalarının doğurduğu sonuçlara duyulan küskünlüğün zaman içinde bir parça azalması, yeni jenerasyonun bazı acıları karşılıklı olarak unutması, ulus-devletin artık eleştirilebilen bir şey haline gelmesi, dünyada kimlik politikalarının genel olarak yükselişe geçmesi ve etnitisenin konuşulabilir olması, Türkiye’de Kürt sorununun da konuşulur hale gelmesi ve son zamanlarda çok fazla örneğini gördüğümüz hatırat yayınlama geleneğinin artması gibi nedenlere bağlamaktadır.
Sunumda değinilen kitapların büyük bir çoğunluğunu basan Aras Yayıncılık 1993 yılında bütün bu gelişmelerin ışığında yayın hayatına başlamıştır. Geniş yayın faaliyetlerini Türkçe ve Ermeni dillerinde yürüten yayınevinin sert bir söylemi veya siyasî bir çizgisi olmadığını belirten Atlas, Aras Yayıncılığın tehcir edebiyatı veya diasporanın sözcülüğünü yapmadığına dikkat çekmektedir.
Türkiye Ermenilerinin eserlerinde, 94-96 Olayları, 1915 Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları ile ilgili hatıralar ve bu gelişmelerden doğan göç hayatının izlerinin anlatıldığını belirten Atlas, tehcirin ve sonrasındaki göç ve yoksulluğun bu bellekteki en temel bilinç öğesi olduğunu vurgulamaktadır.
Tehcirle beraber dağılan ailelerin Amerika, Fransa, İspanya ve Almanya gibi ülkelerde çektikleri hasretlik ve yoksulluk, eski ve hali vakti yerinde günlere duyulan özlem, geri dönüş veya dönemeyişin getirdiği problemler, gidilen yerlerde yaşanılan kimlik sorunları, nesiller arası oluşan kültür farklılıkları, göçün doğal bir sonucu olarak yaşanan sınıf meseleleri, geride kalan cemaatin din adamı yetiştirememesi ve dinî ibadetlerini istedikleri gibi yapamamaları bu kitaplarda sıkça değinilen konulardandır.
Bu öyküler bizlere toplumda birbirleri ile yeterince temas etmemiş grupların gündelik hayat pratiklerini, beslenme ve giyinme kültürlerini, kullanılan eşyalarını, komşuluklarını, mahalle ortamlarını, zaman içinde kaybolan deyişlerini, tekerleme ve atasözlerini kitaplar üzerinden öğrenme imkânı sağlar. Böylece günlük hayatta kimlik meseleleri ve önyargılar üzerinden bir araya gelemeyen, gelmeyi de arzu etmeyen bireyler, kitaplar üzerinden tesadüfen bile bu kapıyı aralamış olsalar, kendi hayatlarındaki paralelliklerin farkına varıp aslında o kadar da “zıt kutuplar”, “karşı takımlar” olmadıkları konusunda bir bilince sahip olabilirler.
Kitapları “tehcir öncesi” ve “tehcir sonrası” şeklinde ikiye ayıran Atlas, tehcir öncesinde örneğin Krikor Zohrab’ın anlattığı hikâyelerin, tehcir sonrasında yazan Hagop Munsuri, Mıgırdıç Margosyan, Krikor Ceyhan, Rafi Kebapçıyan, Yervant Gobelyan, Zaven Biberyan gibi yazarlar tarafından anlatılan hikâyelerden çok büyük bir farklılık gösterdiğinin altını çizmektedir. Zohrab’ın hikâyelerinde konu edilen gerçekçi toplum eleştirisi, kilisenin zaman zaman ikiyüzlülüğüne yapılan göndermeler, sosyal hayatın adaletsiz ve çarpık yönleri, Anadolu’da tipik bir Ermeni köy yaşantısı anlatıları, daha sonraki hikâyecilerde gözlenmemektedir. Daha sonraki hikâyelerde, başka konular da işlemekle birlikte, “artık kaybolmuş bu köy yaşantısına özlem”, derin bir içe kapanma ile eski güzellikleri anlatma eğilimi ve biyografik bir hava daha hâkimdir. Bir hikâye türü olarak ortaya konan Türkiye Ermenilerinin pek çok eseri biyografik bir karakter taşımakta, çocukluktaki hatırlara, büyüklerden dinlenen enstantanelere sık değindiği için “hatıratlar” başlığı içinde de geniş bir referans yeri edinmektedir. Bu yazında tehcirle beraber adeta zamanın donduğunu söyleyen Atlas, daha sonra gelen yazarların hemen hemen hepsinin bu zamansızlıktan etkilendiğini, eski güzel anılara ve çekilen acılara sık sık yer verdiklerini kaydetmektedir.
Türkiye Ermenilerinin deneyimlerinin edebî bir dille anlatıldığı bu kitaplar üzerine gerçekleşen sunum, Ermeni edebiyatındaki tehcir öncesi ve sonrası farkları görmemizi sağlaması ve sosyal tarih yazımı için önemli birer referans kaynağı olan bu kitaplara dair bir perspektif kazandırması açısından son derece verimli geçti.