Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığı

Paylaş:

 “Fotoğraf Neyi Anlatır” adlı yuvarlak masa toplantılarının Kasım ayı konuğu Selahattin Sevi’ydi. 1994 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olan Sevi, Türkiye, Zaman ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. 2001 yılından bu yana Zamangazetesinde fotoğraf editörlüğü görevini sürdürüyor.

Söyleşi, Sevi’nin son günlerde İstanbul’da ve Ankara’da sergilenen “Türkiye’de Zaman” sergisinin nasıl ortaya çıktığını anlatmasıyla başladı. Zaman’nın 25. kuruluş yılı münasebetiyle, Türkiye’de fotoğraf adına bir boşluğu doldurmak için başlanan bu proje, 25 fotoğrafçıya ait 250 fotoğraftan oluşuyor. Sevi, sergi açmak için izin alma sürecinde yaşanan trajikomik halleri ve bu tarz girişimlerin Türkiye’de ne kadar zor ilerlediğini de özellikle belirtti.

Katılımcıların sorularıyla devam eden söyleşinin ilk sorusu basın fotoğrafçılığı ve belgesel fotoğrafçılık arasındaki farklardı. Sevi, bu konu hakkındaki görüşlerini şöyle izah etti: “Bizde bir şey yanlış anlaşılıyor; fotoğrafçı gazetede çalışıyor ise foto jurnalist; sosyal bir kimliği, sendika üyeliği vs. varsa belgesel fotoğrafçıoluyor .” Sevi, gazeteciliğin pahalı bir iş olduğunu –afet bölgesinde haber yapmanın zorluklarını örnek göstererek– söyledi. Ayrıca, 80’ler sonrası Türkiye’de gazeteciliğin “star gazeteciler” ve “iyi muhabirler” olmak üzere iki yolda ilerlediğinden bahsetti. Sevi’ye göre Türkiye’de daha çok “star gazetecilik” tabiri geçerli. Bir “star gazeteci” haberi yapılan kişiyle birlikte sansasyonal birkaç poz verdiğinde yaptığı haberden çok daha fazla akılda kalıyor. Buna rağmen hâlâ “iyi muhabirler” de iyi haber yapabiliyor.

Sevi’ye yöneltilen diğer bir soru ise paparazziler ve magazin haberciliği hakkındaydı. Sevi yurtdışında magazinin ayrı basın organlarıyla neşredildiğini, ulaşımının da herkse açık ve kolay olmadığını söyledi. Bizde ise magazinin ana akım gazetelerde yayınlandığını, haber programlarında dahi fazlaca yer aldığını ekledi.

80 darbesinin basın fotoğrafçılığına uyguladığı sansürle ilgili yorumlara ise; “Fotoğrafçının fotoğraflarına sahip çıkamaması Türkiye’deki işleyişle ilgili. En büyük sebep de fotoğrafçının negatifleri gazeteye teslim etmesi ve onların artık gazetenin malıymış gibi farz edilmesidir. Önceden gazeteci kendi malının hırsızı sayılıyordu. Gerçekte böyle bir şey olmaması gerekir, fikir ve sanat eserleri kanununa göre tüm haklar çekene aittir. Buna rağmen 80 darbesi döneminde çektiği fotoğrafları korumayı başarabilen iki muhabir tanıyorum; hatta biri bu fotoğrafları kitaplaştırdı” şeklinde karşılık verdi.

Etik ve sansürle ilgili soruları ise, bir fotoğrafın kamusal faydası varsa izin alınması gerekmediğini, etik sınırlarının fotoğrafın çekilmesi kadar kullanılmasıyla da alakalı olduğunu söyleyerek cevapladı. Sevi, haber değeri olan her fotoğrafın belge niteliğiyle çekilmesi gerektiğini fakat onun yayınlanıp yayınlanmayacağına kurulun karar vereceğini, editöryel elemeden geçmemiş fotoğrafın iş ve haber değeri olamayacağını da ekledi. Bir başka önemsediği hususu da “Akılda kalan haberden çok fotoğraf karesidir ve iyi fotoğraf illa şok eden fotoğraf değil sıradan bir fotoğraf da olabilir. Ayrıca her şeyin direkt gözler önüne serilmesi yerine, bazı haberler dolaylı anlatılmalı ve görüntünün bir kısmı zihinlerde tamamlanmalıdır” diyerek belirtti.

Sevi, günümüz şartlarında foto muhabirliğinin eskiye oranla daha avantajlı olduğunu, foto muhabirlerinin birçok gazetecinin gezemediği sıklıkta gezip, haber durumunda herkesten önce olay yerine ulaşma imkânı bulduklarını belirterek sözlerini tamamladı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir