İki Mimar Viyana’yı Geziyor
Biri öğrenci, biri akademisyen, biri de mesleğini yapmasa da gönlü alanında üç mimar Ocak ayında Viyana’ya bir gezi gerçekleştirirler. Bu üç mimar Viyana Teknik Üniversitesinde mimarlık eğitimi gören Ahmet Kerim Pulcu, Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Halil İbrahim Düzenli ve şu an grafikerlikle iştigal eden Salih Pulcu’dur. İçlerinden Düzenli konuşmada hazır bulunmasa da ismine sıklıkla yapılan atıflarla o akşam aslında aramızda sayılırdı… Salih Pulcu’nun sadece KAM’a değil, vakfın diğer merkezleri SAM, TAM ve MAM’a da atıflarda bulunarak gerçekleştirdiği merkezler üstü bir nitelik taşıyan bu sunumla seyyahlarımız bize turistik bir turun vaat ettiklerini değil, kendi çizdikleri rota üzerinden bir şehir analizi nasıl yapılırın dersini verdiler.
Viyana’da yaşayan biri olarak Ahmet Kerim Pulcu’dan kısaca şehrin özelliklerini dinledik öncelikle: “Viyana, yüzyılın başında Avrupa’nın en kalabalık dört şehrinden biri iken Birinci Dünya Savaşı ile nüfusunun dörtte birini kaybeder. Şu anda ise nüfusu 1,8 milyon civarındadır. Tuna Nehri kuzey-güneydoğu ekseninde başkenti merkeze ve eski şehre ulaşmadan ikiye böler. Batıda kalan kısım, eski şehri de içinde bulunduran, Viyana’nın yirmi üç bölgesinin yirmi birini kapsayan asıl şehirdir; doğuda kalan kısım ise daha ziyade konut olarak inşa edilmiş, nispeten daha modern yapılı işçi bölgesidir.” İstanbul’un aksine Viyana’da gökdelenlerin çok az ve şehir merkezinin dışında olması seyyahlarımızın panoramik bir manzara yakalamalarını güçleştirmiş. Bunu “şehirlilerin ekonomik durumlarının bir göstergesi (!)” sayarak manzarayı ancak şehrin dışında kalan Kahlenberg Tepesi’ne çıkarak seyre dalmışlar. Şehrin tümünü görebileceğiniz bu tepe, Osmanlı ordularının konuşlandığı yer olmasıyla da hatıraları canlandırıcı bir etkiye sahip; tabii kimine iyi, kimine kötü…
Avusturya’nın başkenti, tüm tarihiliğine rağmen canlılığı ve yaşanırlığı ile seyyahlarımızın dikkatlerini çekmiş. Özellikle tarihî yapıların hemen yanına yöresine kurulan modern mimari örneklerinin çok başarılı bir şekilde çevresi ile –karşıtlıklar üzerinden– uyuma sokulduğunu, hassaten de proporsiyonlara itina edildiğini görmek onları şaşırtmış. Binaların içine girdiklerinde ise yaşantı biçimlerindeki farklılıkların mimariyi nasıl etkilediğini görme imkânı bulmuşlar. Gotik, Barok, Neoklasik, Art Nouveau ve eklektik yapıların şehrin dört bir yanındaki yoğunluğuna rağmen bunların hemen yanı başlarında günümüz mimarlarının en sıra dışı örneklerini görmek ilgilerini çekmiş.
Şehrin tarihî kısmının tüm sıkışmışlığına ve kıstırılmışlığına karşı geliştirilen çözümleri ayrı ayrı etüt edilmeye değer buluyor Salih Pulcu. Bunlardan ilki, yukarıda bahsi geçen eskinin yanına yenisini yerleştirme başarısı. İkincisi, eskiyi hiçbir şeyine dokunmadan koruma tavrı yerine, korumanın ancak mekânın yaşamasıyla mümkün olabileceğini fark edip bunun üzerinden çözüm üretmeleri –eski binaların üzerine ultra modern katlar çıkma gibi. Üçüncüsü, en küçük ya da metruk ya da olmayacak gözüken yerleri değerlendirme başarısı. Mesela bir metro istasyonunun üzerine inşa edilen kütüphane örneği Hauptbücherei Wien. Bir başka örnek ise Gasometreler. 1886-1899 yılları arasında şehrin gaz ihtiyacını karşılamak üzere bina edilen dört tarihî yapının, çeperlerine hiç dokunmaksızın gaz tanklarının kaldırılması suretiyle boşalan iç kısımlarına dört ünlü mimarın inşa ettiği yapılarla (konut, alışveriş merkezi, öğrenci yurdu ve ofis) sağlanan eski-yeni birlikteliği hayran kalınası. Yine çöpten enerji üretim merkezi Fernwärme Wien, dışı tamamen eğlence merkezi iddiasını taşıyan, içindeki sevimsizliğe hiçbir göndermesi bulunmayan bir bina.
Benzer örnekleri ressam Hundertwasser’in Gaudivari cephe düzenlemelerinde de görmek mümkün. Werkbund Yerleşkesi, Bauhaus etkisiyle yapılan kolektif çalışma örneklerinden olup sanatı toplumsallaştırmaya önem veren bu akımın Avrupa’da inşa ettiği üç yerleşkeden biri. Benzer şekilde, boşluk-doluluk oranları ressamlarca belirlenmiş, her türlü süsten arındırılmış ve pencereleri olabildiğince küçültülmüş sosyal konut projesi olarak tasarlanan şehrin biraz dışındaki yapıların tamamında ikamet hiçbir zaman %100 oranında gerçekleşmemiş. Ama girişteki “Bu binaların sakinleri nasıl bir yerleşkede ikamet ettiklerinin bilincindedir” yazısı tüm ironikliği ile yerinde duruyor. Bu örnekler, bize kağıt üzerinde geçerli prensiplerin fiiliyata döküldüğü anda nasıl geçersizleşebileceğini gösteriyor; değişik bir mimari dil oluşturma iddiası taşıyan ve sermayenin kendini göstermek istediği cila yapılara sadece birer örnek teşkil ediyor.
Şehre geri dönersek, başarılı birkaç modern mimari örneği dendiğinde öncelikle anılması gereken, Ludwig Vakfı Modern Sanatlar Müzesi (MUMOK). Yapı hem içeriden hem de dışarıdan o kadar dikkat çekici ki ziyaretçilerin sergilenen eserlerden ziyade binanın fotoğraflarını çektiklerini öğreniyoruz.
Salih Pulcu’nun “ibadet edilesi mekânlar” başlığı altında topladığı farklı Hristiyan mezheplerine ait üç kilise, son derece minimal düzenleme ve tasarım öğeleri içermelerine karşılık, bir o kadar da amacına hizmet eden yapılar niteliğinde. “Biz buradayız” diye bağırmayan, insanda arınma duygusu uyandırmayı amaçlayan ve yeni bir dil kullanmayı da başarabilmiş bu yapılar, “Yaratıcısı ile ilişki kurmayı başarmalarının sebebi sadece daha iyi mekânsal araçlara sahip olmaları mı?” sorusunu akla getiriyor.
Viyana’da sadece şehircilik ve mimari olarak değil, yaşantı olarak da getirilen çözümlere ve karşılıklı güvene dayalı ilişkiler, plan-program, temizlik gibi öne çıkan özelliklere de vurgu yapan Salih Pulcu, buradaki handikabımızın içinde yaşadığımız kurgunun tek gerçeklik olduğu ve bundan başkasının olamayacağına inancımızdan kaynaklandığı tespitinde bulundu. Trajik olanın kaotik olacağına inancımız bizi doğrudan çözümsüzlüğe itmekte. “Kral çıplak” diyenlerin düştükleri vahamet de cabası.