Abbasi Veziri Tâhir’den Oğlu Abdullah’a Siyasi Nasihatname

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Tezgâhtakiler toplantı dizisinin Mayıs ayındaki ilk programında, Özgür Kavak’ın hazırladığı AbbasiVeziri Tahir’den Oğlu Abdullah’a Siyasi Nasihatname adlı kitap çerçevesinde Özgür Kavak ve Hızır Murat Köse bir sunum gerçekleştirdi. Tâhir b. Hüseyin’in Rakka ve Mısır valisi olan oğlu Abdullah’a yazdığı mektubun aslının yanı sıra, bu mektubun Osmanlı şeyhülislamlarından Dâmâdzâde Ebü’l-Hayr Ahmed Efendi’nin (ö. 1154/1741) yaptığı Arapça şerh ile bu şerhin ilmiye mensubu Mehmed Selim Efendi (ö. 1138/1726) tarafından yapılan Türkçe tercümesi de tahkik edilerek kitaba dercedilmiştir.

Özgür Kavak, konuşmasına mektubun önemi hakkında bilgi vererek başladı. İslâmî ilimlerin ve İslâm düşüncesinin teşekkül döneminde (206/821) kaleme alınmış bir metin olduğuna dikkat çeken Kavak, bu mektubun İslâm siyaset düşüncesinin kurucu metinlerinden biri olarak değerlendirilebileceğini belirtti. Mektubun önemine dair üç nakil aktaran Kavak, Abbasi halifesi Me’mûn’un “hilafetin dört dörtlük olabilmesi ile ilgili her şey burada var” diyerek mektubu çoğaltıp dağıtmasını, tarihçi İbnü’l-Esîr’in “yöneticilerin ihtiyaç duyduğu ne varsa hepsi bu mektupta var” sözünü ve İbn Haldûn’un mektuba dair “aklî siyaset hakkında gördüğüm en güzel metin budur” ifadesini zikretti ve kendisini bu mektup üzerinde çalışmaya sevkeden esas etkenin de İbn Haldûn’un bu sözü olduğunu bildirdi. Aklî siyaset-şer’î siyaset ayrımına da kısaca değinen Kavak, İbn Haldûn’un nezdinde Müslüman yöneticiler için aklî siyasetin şeriatı esas alan ve önceki yöneticilerin tecrübelerinden de faydalanmayı tercih eden bir siyaset anlayışını ifade ettiğini belirtti.

Ardından Tâhir b. Hüseyin’e dair değerlendirmelere geçen Kavak, ilk olarak Tâhir’in yaptığı işleri ve üstlendiği vazifeleri ifade etmek için literatürde “vali, emîr, sahibü’ş-şurta, sâhibü’l-Me’mûn, nâib, âmil, kaidü’l-ceyş vb.” tabirler bulunduğunu, bazı müelliflerin ise onu “müstakil hükümdar” olarak da nitelendirdiklerine işaret etti. Tarih kitaplarının verdiği bilgiye göre Maverdî’nin tasnifini esas alırsak naib-i mutlak olan “tefviz veziri” olmasa da, kendisine tevdi edilen işleri yerine getirmekle görevli kişilerin de zaman zaman tenfîz veziri olarak adlandırılmalarından hareketle aralarında Birunî, İbnü’l-Verdî, Katib Çelebi, Bağdatlı İsmail Paşa, Ömer Rıza Kehhale ve Hayreddin Zirikli gibi şahısların bulunduğu kimi müellifler ise Tahir’i “vezir” olarak adlandırmaktadırlar. Kavak, klasik dönemdeki bazı kelimelerin günümüz Türkçesinde de kullanılıyor olmasının –vali gibi– Tâhir’in nitelenmesini zorlaştırdığını ifade ederek, –zira bu durumda günümüzdekilere nispetle çok daha geniş yetkilere sahip kapsamlı bir kelime olan vali kavramının anlam aralığının daralması ihtimali gündeme gelecektir– hem bahsi geçen müelliflerin nitelemelerinden hareketle hem de tahkike esas aldığı Osmanlıca tercüme nüshalardan birinde de Tâhir’in vezir olarak nitelenmesi sebebiyle Tâhir’i Türkçede “Abbasî veziri” olarak nitelemeyi tercih ettiğini ifade etti.

Tarih kitaplarının naklettiğine göre bugünkü Afganistan sınırlarında dünyaya gelen Tâhir, Hârûn Reşîd döneminde henüz yirmi yaşındayken vali olmuş, hayatı iç savaşlarla geçmiş, Me’mûn’un sadık komutanı olarak tüm doğu vilayetlerinin valisi olduktan sonra artık hutbelerde ve bastırdığı paralarda Me’mûn’un adını zikretmemeye başlamış, akabinde de bir rivayete göre Me’mûn tarafından zehirlenerek Merv’de vefat etmiştir. Tarih kitapları, oğlu Abdullah’ın da küçük yaştan itibaren babasının yanında iç savaşlarda tecrübe elde etmeye başladığını, Me’mûn tarafından yirmi üç yaşında Rakka ve Mısır valisi olarak atandığında babası tarafından bu Siyasi Nasihatname’nin ona gönderildiği belirtilmektedir. İyi eğitimli, cömert, edebiyata düşkün, musikişinas biri olarak tasvir edilen Abdullah b. Tâhir, iyi idareciliği sayesinde kendisinden sonraki siyaset metinlerinde Enûşirvân ve İskender gibi bilge yönetici olarak anılan, hikâyeleri Gazzâlî, Turtûşî ve Nizâmülmülk tarafından nakledilen, hatta kabri ziyaretgâh haline gelmiş bir veli prototipi çizmektedir.

Mektubun günümüze ulaşana kadarki serencamına değinen Kavak, pek çok Batı diline çevrilen mektup ve Tâhiriler hakkında farklı dillerde birçok çalışma olduğunu, fakat Osmanlı döneminde bu mektuba olan ilgiye dair herhangi bir bulguya raslamadığını belirtti. Dâmâdzâde Ebü’l-Hayr Ahmed Efendi tarafından yapılan eldeki tek şerhin de, Süleymaniye Kütüphanesi’nde yanlış olarak Minkarizâde Yahya Efendi adına kayıtlı olduğunu ifade eden konuşmacı, Tâhir b. Hüseyin gibi hayatı iç savaşlarla geçen, Halife Emin’in başını kesip kardeşine gönderecek kadar pratik siyasetin içinden gelen birinin oğluna siyasi nasihatname olarak yazdığı mektubunda ideallerden taviz vermemesini, üzerinde düşünülmesi gereken hususlardan birisi olduğuna dikkat çekti.

Mektubun içeriğini değerlendiren Hızır Murat Köse ise, metinde yer alan tevhid, takva, raiyyeyi muhafaza, beş vakit namaz ve cemaat, sünnete uyma, fukaha ile iyi ilişki ve onlardan destek alma, idarede orta yol, ilişkilerde hüsnüzan besleyip suizandan kaçınma, hadler, ahde vefa, muhtaç olanlara özel ilgi, istişare, mülkün Allah’a ait olduğu ve hızlı el değiştirdiği, iktisat ve ordu ile ilgili hususlar gibi ana başlıklar halinde mektuptaki önemli hususları gündeme getirdi. Esas olarak bu metnin bizim için bugün ne ifade edeceği sorusu üzerinde duran Köse, İslâm siyaset düşüncesinin kurucu mahiyetteki diğer metinleriyle irtibatın nasıl sağlanacağı meselesine vurgu yaparak böylesi metinlerle ilişkinin tarihi bir metin okuyup ders çıkarmanın ötesinde farklı bir boyutta kurulabilme ihtimalini gündeme getirdi.

Bu kitapla birlikte literatüre yeni kazandırılan “siyasi nasihatname” kavramının da uzun süreçte tartışılabilecek bir kavram olduğuna değinen Köse, mektubun tahlili bağlamında ilk olarak, Tâhir b. Hüseyin’in temel kaynakları ve temel kavramları içselleştirilerek metnin içerisinde ciddi bir şekilde kullanmış olduğuna dikkat çekti. Çoğunlukla oryantalistler tarafından dillendirilen, dört halifeden sonra yönetimin saltanata dönüşüp zulüm ve baskı döneminin başlaması ve ulemanın siyasi konulara fazla girmemesi nedeniyle İslâm siyaset düşüncesi alanında fazla eser üretilmediği şeklindeki iddiayı hatırlatan Köse, sekiz yüzlü yılların başında yazılmış beş altı sayfalık bir metnin önem arzettiğini ve benzer metinlerle mukayeseli olarak çalışılması gerektiğini vurguladı.

Metinlerin kendi kendine konuşmadığını, onlarla irtibata geçilmesi ve metinlerin konuşturulması gerektiğini belirten Köse, bunun bir gündemi ve meselesi olan aktör olmakla alakalı bir durum olduğunu ifade etti. Bu metinler üzerinden kendi gündemsizliğimizi âdeta günah çıkarma eylemine dönüştürdüğümüzü belirterek bu metinlerle irtibata geçerken metnin bağlamı ve siyasi açıdan ne anlam ifade ettiği gibi hususların ciddi biçimde tartışılması gereken usûlî meseleler olduğunu söyledi. Son olarak, bu metni Batılı kavramlarla konuşturmanın hakiki bir gündem olmadığını da hatırlattı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir