2013’e Girerken Türkiye Ekonomisi: İktisadi ve Siyasi Dış Şoklarla İmtihan
Küresel Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen ve T.C. Merkez Bankası Meclis Üyesi Lokman Gündüz’ün oturum başkanlığını yaptığı yılsonu ekonomi değerlendirme toplantılarının ikincisine, HSBC-Londra Orta ve Doğu Avrupa ile Sahra Altı Afrika Başekonomisti Murat Ülgen, Odeabank Genel Müdür Yardımcısı Serkan Özcan, Albaraka Türk Genel Müdür Yardımcısı Melikşah Utku ve İMKB Araştırma Müdürlüğü’nden Müdür Yardımcısı Orhan Erdem panelist olarak katıldılar. Lokman Gündüz, Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumu Güney Kore’nin 1980’lerdeki haline benzetti. Güney Kore, ya katma değeri yüksek teknoloji ürünleri üreten Japonya ya da emek maliyetlerini düşük tutan Çin gibi emek yoğun ülkelerle rekabet etmek durumundaydı. Bugün ise Türkiye’nin ya Avrupa ya da güney komşuları gibi olma ikilemini yaşadığına dikkat çeken Gündüz, ardından panelistlere iki turda yönelttiği sorularla küresel iktisadi gelişmeler bağlamında Türkiye ekonomisinin durumunu değerlendirmelerini istedi.
Gündüz’ün HSBC’den Murat Ülgen’e sorusu, küresel finansal sistemin merkezlerinden olan Londra’dan bakıldığında 2012’nin nasıl gözüktüğü ve 2013’te beklentilerin neler olduğu idi. Ülgen’e göre küresel krizin Avrupa ve Amerikan ekonomilerine yansıması, kamu borcunda artış ve istihdamda azalma şeklinde gerçekleşti. Fakat yapısal farklılıklar ekonomilerinin kriz ortamındaki performanslarına etki ediyor. Zira siyasi ve mali birliğe sahip Amerika dolar merkezli optimal bir para birliği iken siyasi ve mali birliğini sağlamakta sıkıntılar çeken Avro Bölgesi optimal bir para birliği oluşturmaktan uzak. Bu, Amerikan ekonomisinin krizin etkilerini atlatmada daha başarılı olmasını sağlıyor. Türkiye’ye gelince, 2009’da krizin etkisiyle yaşadığı sarsılmayı atlatmış bulunuyor ve normal bir konjonktür çevriminden geçiyor. Londra’dan bakınca Türkiye, kriz ortamında hem kamu borcunun milli gelire oranını azaltıp hem de istihdamını arttırmayı başarabilen dünyadaki ender ülkelerden biri olarak görülüyor. Türkiye’nin başarısı piyasa fiyatlarına da yansıyor. Ülgen, Türkiye ekonomisinin 2012’yi %3 büyüme ile kapatmasını ve 2013’te ise %4’lük bir büyüme oranını yakalamasını öngörüyor.
Lübnan menşeli Odeabank’tan Serkan Özcan, “Arap Baharı” ve siyasi istikrarsızlığın hüküm sürdüğü Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın Türkiye açısından hangi fırsatları barındırdığı ve bu fırsatları nasıl artıya dönüştürebileceği sorusunu cevaplandırdı. Özcan’a göre, Türkiye’nin 2023’te ulaşmayı hedeflediği kişi başına 25.000 dolarlık milli gelir için yatırımlarını her yıl %25 arttırması gerekiyor; ama yatırımlara kaynaklık edecek tasarruflar ülke içinde oldukça düşük. Küresel krizden kurtulmaya çalışan Avrupa ve Amerikan merkez bankalarının ekonomilerine likidite pompalamaları Türkiye’nin uygun faizlerle borçlanarak yatırımlarını finanse edebilmesine imkân sağlıyor; ancak bunun gelecekteki sürdürülebilirliği şüpheli. Bu tehlikeye karşı Ortadoğu ile ekonomik entegrasyonu sağlamak ve bölgedeki likiditeyi Türkiye’ye çekmek önemli. Bu ise sadece para ve maliye politikalarıyla sağlanamayacağından, Türkiye’nin siyaseten güçlü olması ve cazibe merkezi haline gelmesi gerekiyor. Türkiye’nin uluslararası sistemde önemli bir aktör olabilmesi için bölge ülkelerinden sermaye çekebilmesi elzem ve bunun için gerekli altyapının oluşturulması ve siyasilerin üzerlerine düşeni yapması gerekiyor. Zira Ortadoğulu yatırımcılar Türkiye’ye yatırım yapmaya hazırlar, ama bunun için İslâmi enstrüman bulamamaktan yakınıyorlar.
Gündüz, Albaraka Türk’ten Melikşah Utku’ya, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi ile ilişkileri hakkında ne düşündüğünü sordu. Utku öncelikle Avrupa ekonomisinin gidişatı ile ilgili endişelerinden bahsetti, ardından Türkiye’nin güneyi ile ekonomik ilişkilerine değindi. Buna göre, Kuzey Afrika ile Körfez sundukları imkânlar açısından farklılıklar arz ediyor. Zira Kuzey Afrika ile ilişkilerde mevzuat eksikliği önemli bir engel iken Körfez bölgesinin iyi işleyen oturmuş bir mevzuat yapısı var. “Arap Baharı”ndan korunmaya çalışan Körfez liderleri, bütçe harcamalarını arttırarak halklarının gönlünü kazanmaya çalışıyorlar; fakat bu durumun sürdürülebilmesi, petrol ve doğalgaz fiyatlarının yüksek seyrine bağlı. Körfez’de oluşan likidite fazlasının Avrupa bankalarında yatırım olarak değerlendirilmesi ise bu bankalarda sorunlar yaşanması ihtimali nedeniyle bir risk teşkil ediyor. Hal böyleyken Türkiye, güvenli limanlar arayan Körfez yatırımcıları için cazip bir seçenek olabilir. Körfez’deki önemli fonların hükümetlerin kontrolünde olması nedeniyle bu fonların Türkiye’ye çekilebilmesi için siyasilere büyük iş düşüyor.
İlk turda son sözü alan İMKB’den Orhan Erdem, sermaye piyasaları açısından Türkiye ekonomisinin nasıl gözüktüğü sorusunu cevaplandırdı. Sermaye piyasaları açısından ürün azlığı kadar yatırımcı güven eksikliğinin de müşkülat teşkil ettiğini belirten Erdem, Borsanın uzun dönem herkesin para kaybettiği bir yer olup halk arasında borsacılara yönelik “üçkâğıtçı” imajının yaygınlığından dem vurarak bu bakışı değiştirmek için çalışmak gerektiğini ifade etti. Milli gelir artsa da hane halkının tasarruf oranının giderek düştüğüne değinen Erdem’e göre kredi kartı kullanımı, zaten tasarrufa meyilli olmayan insanların tüketimini daha da kolaylaştırıyor. Sermaye piyasaları açısından hayati olan tasarrufların arttırılmasını sadece otoritenin aldığı kararlarla sağlamak mümkün değil. Büyümek için insanları ahlaki ve psikolojik olarak tasarrufa yönlendirmek gerekiyor ki bu da daha ilköğretim çağından itibaren okullarda temel ekonomi eğitimi verilerek sağlanabilir.
Oturumun ikinci turunda Gündüz, tüm katılımcılara “Ekonomide neleri iyi yapıyoruz ve yapmalıyız ki bize büyük bir kazanım olarak geri dönsün?” sorusunu yöneltti. Murat Ülgen’e göre işgücü verimliliğini, teknoloji ve rekabet gücünü arttırmaya yönelik yatırımlar yapmak, dünya çapında markalar yaratmak ve dünyaya açılma konusunda başarılı olmak Türkiye için oldukça önemli. THY, TAV, Beko ve Vestel gibi dünya çapında markalarımızın varlığı umut verici. Yine ticaret ve turizm sektörleri Türkiye’nin dünyaya açıldığının en iyi göstergeleri. Zira ticaret yapmadığımız ülke artık neredeyse yok ve yıllık 30 milyonu aşkın turisti ülkemize çekerek turizm sektöründe dünya yedinciliğini yakalamış bulunuyoruz. Mal ve hizmetlerin aktığı Trans-Avrasya koridorunda Türkiye’nin önemli bir konumu var ve bunu pekiştirmek dünyaya açılma perspektifi açısından oldukça mühim.
Serkan Özcanise, dışa açılmayı önemli bulmakla birlikte, Türkiye ekonomisi açısından istikrarın ehemmiyetine vurgu yaptı. Özcan’a göre istikrar demekle hiçbir şey dememiş ama aynı zamanda çok şey söylemiş oluruz. Türkiye bugün sahip olduğu siyasi istikrar için çok büyük bedeller ödedi ve bunu kaybederse bedeli de çok büyük olur. Güçlü ekonomiye geçiş için para politikasının içine oturtulmuş finansal istikrar en az siyasi istikrar kadar gerekli. Küresel likiditenin arttığı bir dönemde Türkiye kredi büyümesini yavaşlatarak belki ekonominin büyüme hızını azalttı ama doğru bir iş yaptı. Zira ihracatımız arttı ve ekonomik büyümemizde hem iç hem de dış talebin katkısı oldu. Özcan’a göre Türkiye’nin kredi notunun arttırılmasında fiyat istikrarının içine finansal istikrarı oturtmasının etkisi büyük. Öte yandan büyüme potansiyelini arttıracak bir ARGE altyapısını oluşturmak da oldukça önemli.
Melikşah Utku’ya göre, Türk insanının güçlü girişimcilik yönünü, sayıları oldukça fazla olan küçük işletmelerde görmek mümkün. Fakat küçük şirketler inovasyon açısından önemli olsa da dünya markası oluşturmak ve verimliliği sağlamak ölçekten geçiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin küçük ve büyük şirketleri içine alan bir şirket politikasının olması gerekiyor. KOBİ’lerin sermaye ve ihracat piyasalarına erişimini kolaylaştıracak ara mekanizmalar oluşturmak bu tür işletmelerin patlama yapmasına yol açabilir. Utku, ekonomik başarı için Türkiye’nin dört alanı kendisine hedef seçmesi gerektiğini vurguladı: (i)Cari açığı kapatmada etkili olabilecek hizmet sektörüne önem vermek, (ii)enerji meselesini transit geçiş bölgesi olarak ve alternatif enerji kaynaklarına yönelerek çözmek, (iii)tarım sektöründe taşları yerine oturtmak, (iv)tasarruflara önem vermek. Bütün bunlar gerçekleşirse, Utku’ya göre, Türkiye ekonomisinin gelecek açısından çok ciddi bir potansiyeli bulunuyor.
Orhan Erdemise iyi zamanlarda herkesin borç aldığına, Türkiye’de kredi kartı sayısının çok fazla olduğuna dikkat çekerek, iyi yapmamız gereken şeyin tasarrufları arttırmak olduğunu söyledi. Nitekim Amerika’da kriz öncesi tasarruflar sıfırdı ve kriz kapıyı çaldığında yapacak çok da bir şey yoktu. Erdem, Borsadaki yatırımcı profiline de değindi. Buna göre Borsadaki yatırımların %65’i yabancılara aitken işlem hacminin sadece %18’i yabancılar tarafından gerçekleştiriliyor. Yani işlem hacmini, esas olarak yatırımların %35’ine sahip olan yerli yatırımcı oluşturuyor. Bu da yerli yatırımcının sürekli al-sat yaparak para kazanacağını zannetmesinden kaynaklanıyor. Hal böyleyken Erdem’e göre uzun vadeli yatırım yapmayı öğrenmek de iyi yapmamız gereken şeyler arasında yer alıyor. Borsada hisse senedinin dışında ürünler oluşturmak ve yatırım yapılabilir ürünlerin sayısını arttırmak gerekiyor.
Panelde genel olarak Türkiye ve dünya ekonomisinin bugünü ve geleceği hakkında temkinli bir iyimserlik hâkimdi. Fakat Avrupa ve Amerika’da işlerin rayına oturmasının daha uzun bir süre alacak olmasını ve krizi atlatmak için başvurulan likidite pompalama gibi politikaların yeni krizler yaratma potansiyelini göz önünde bulundurursak, KAM bünyesinde daha uzun yıllar küresel krizi konuşacakmışız gibi görünüyor. Dileriz tasarrufların azlığı ve cari açığın finansmanı gibi konularda yaşadığımız sıkıntılar nedeniyle Türkiye ekonomisi bir krize girmez de önümüzdeki dönemde yine “Türkiye’nin krizi” yerine “kürsel krizin Türkiye’ye etkileri”ni konuşuyor oluruz. Bu bakımdan Lokman Gündüz’ün dikkat çektiği gibi, Güney Kore olma yönünde gerekli adımları atmamız gerekiyor.