Fars Edebiyatının Oluşumunda Türk Dil ve Kültürünün Etkisi
Sanat Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Klasik Türk Edebiyatı Konuşmaları’nın sekizinci oturumu Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Doç. Dr. İsrafil Babacan’ın katılımıyla gerçekleşti. Konuşmasına İran üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan edebiyat kitaplarında Türklere ve Türk edebiyatına yaklaşımlarının oldukça sorunlu olduğunu belirterek başlayan İsrafil Babacan İran ve Türkiye’den konuya dair örnekler verdi. İranlı meşhur edebiyat tarihçisi Zebihullah Safa’nın Tarih-i Edebiyat der İranadlı eserinden ve Türkiye’den ise Fuad Köprülü ve Nihad Sami Banarlı’nın konuya dair eserlerinden örnekler verdi.
Öncelikle Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihiadlı eserindeki İran edebiyatı başlıklı bölümünden hareketle İran edebiyatına yaklaşımı hakkında şunları söyledi: “Eski bir medeniyetin merkezi ve başlangıcı olan İran’ın daha Kiyâniyan zamanında bile milli bir edebiyata malik olduğu muhakkaktır.”
Yine Köprülü Türklerin İran edebiyatını model almaları hususunda ise şöyle demiştir: “Türkler İslam medeniyet ve edebiyatı ile temas ve ona alışarak kendileri de o yolda bir medeniyet vücuda getirmek istedikleri zaman yani hicri beşinci yüzyılda coğrafi mevki gereğince kendileriyle eskiden beri siyasi ve iktisadi münasebetlerde bulundukları Acemlerin edebiyatı belirli şekiller ve kaideleri ve mükemmel numuneleri ile tam bir klasik edebiyat halini almıştır. Böyle olunca Türkler Maveraünnehir’deki Türk saraylarında büyük bir mevki kazanmış olan bu edebiyatın şekil ve kaidelerini esaslı bir şekilde alarak onun vücuda getirdiği numuneleri taklide başladılar. Acem edebiyatı yüzyıllar boyunca Türkler için örnek oldu, yalnız kelime ve nazım şekilleri değil hatta Acem ruh ve zevki de edebiyatımızda hükümran olmaya başladı.”
İsrafil Babacan daha sonra bir diğer edebiyat tarihi yazarı olan Nihad Sami Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı Tarihiadlı eserinde İran Edebiyatına yaklaşımını şu şekilde aktardı: “Mensur ve manzum eser ve tesirleriyle gerek Arap Edebiyatı gerek Klasik İran Edebiyatı sanatı yalnız kendileri için değil, bizim Türk edebiyatı için klasik örnek olmuştur. Üstün bir klasik sanat terbiyesiyle İslami Türk Edebiyatının yalnız ilk simaları değil, bu edebiyatın yüksek çok devirlerinin en büyük şairleri de eski Arap ve İranlı üstatları devamlı saygı ve bağlılıkla takip etmişlerdir.” Böylece, Türk edebiyat tarihi araştırmacılarının İran edebiyatına yaklaşımlarını bu örnekler üzerinden değerlendiren Babacan, hem Köprülü hem de Banarlı’nın milliyetçi düşünce yapısına sahip olmalarına karşın İran edebiyatını oldukça yüceltici bir bakış açısıyla ele aldıklarını söyledi.
Konuşmacı, İran edebiyat tarihi araştırmacılarının Türk edebiyatına yaklaşımlarına örnek olarak ise daha önce de belirtilen Tarih-i Edebiyat der İranadlı hacimli eserin müellifi Zebihullah Safa’nın görüşlerine yer verdi. Safa’nın, eserinde hicri beşinci yüzyılda sosyal ve ekonomik durumdan bahsederken “Gulâmân ve Kenîzekân-ı Türk” adlı bir başlık açarak daha başlıkta Türkleri küçük görmeye başladığını belirten Babacan, Türklerin Abbasi ordusu hariç tarihin hiçbir döneminde köle olmadıklarını belirtti. Safa’nın ayrıca Türk cariyelerle evlenen İranlıların soylarının bozulduğunu ileri sürdüğünden, Selçuklu döneminden bahsederken bu dönemin sarı ırka mensup kölelerin hakimiyeti diye adlandırdığından bahseden Babacan, Safa’nın Türkleri hakir gören görüşlere sahip olduğunu da sözlerine ekleyerek oturumun asıl konusuna geçiş yaptı.
Bir edebiyatın bir başka edebiyata etkisi hususu incelenirken dört konunun göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret eden İsrafil Babacan bunları şu şekilde sıraladı:
Kelime seviyesindeki etki
Gramer, üslûp ve edebi şekil ve tarzlar seviyesindeki etki
Kültür ve edebi malzeme etkisi
Patronaj etkisi
Bu sıralanan etkilerden en zayıfının kelime seviyesindeki etki olduğunu, zira hiçbir medeniyet dilinin diğer dillerden etkilenmemesinin düşünülemeyeceğini belirttikten sonra asıl önemli etkinin gramer, üslûp, edebi malzeme ve en önemlisinin patronaj etkisi olduğunu ifade etti.
Türkçenin Farsça üzerindeki kelime seviyesindeki etkisinden bahsederken henüz bu konu hakkında ne Türkiye’de ne dünyada ciddi çalışmalar yapılmadığını dile getiren Babacan, bu konu ile ilgili yapılmış ilk çalışmanın Fuad Köprülü’nün 1938 senesinde yapılan Şarkiyatçılar Kongresi’nde sunduğu “Yeni Farisideki Türkçe unsurlar” adlı makale olduğunu ve burada Köprülü’nün 280 Türkçe kelime tespit ettiğini söyledi.
Konu ile ilgili ikinci çalışma ise Gerhard Doerfer tarafından hazırlanmış Türkische und mongolische elemente im neupersischen(Yeni Farsçada Türkçe ve Moğolca unsurlar) adlı eser olup bu eser de 2545 Türkçe ve Moğolca sözcüğün Derî Farsçasında kullanıldığını tespit etmiştir. Günay Karaağaç’a göre bu eserin iki önemli zaafı vardır; birincisi Türkçe ve Moğolca kelimelerin ayrılmamış olması, ikincisi ise günümüzde kullanılan pek çok Türkçe kelimenin kitapta yer almamasıdır. Konu hakkında yapılmış en geniş çalışma ise İran’da Adil İrşadîferd’in hazırladığı Ferheng-i Vâjegân-i Türkî der Zebân ve Edebiyât-ı Fârisîadlı kitaptır. Bu eserde müellifin sadece klasik Farsça sözlüklerdeki Türkçe olarak belirtilmiş kelimeleri tespit ederek 3000 kelimeyi ortaya çıkardığını söyleyen Babacan konuşma dilinin incelenmediğini sözlerine ekledi.
Gramer, üslûp, edebi şekil ve tarzlar seviyesindeki etkinin daha büyük ve önemli bir etki olduğunu söyleyen Babacan bu konunun kimsenin dikkati çekmediğini iddia etti. Bu konu hakkında bazı düşünceleri olduğunu ama henüz bunların kanıtlanmamış olduğunu söyledi.
Konunun dilciler tarafından araştırılması gerektiğini belirten Babacan, Pehlevicede olduğu halde Derî Farsçasında ortadan kalkmış dişillik-erillik meselesi, gül-rû, peder-zen, ru-siyeh gibi terkiplerin Farsça terkip yapısına uymaması ve bazı Farsça fillerde ettirgenlik ve oldurganlık yapılarının Türkçeye benzemesi gibi konuları örnek olarak verdi.
Nazım şekilleri açısından etkinin de önemli olduğunu belirten konuşmacı Fars şiirinde rubaînin Türk nazım biçimi olan tuyuğdan etkilenerek ortaya çıkmış olabileceğini sözlerine ekledi. Bunun yanında şehrengiz türünün ilk dönemlerde Farsçada bulunmadığı ve Türkçe şehrengizlerden etkilenerek yazıldığını belirtti. Üslûp açısından da Türkçenin Fars edebiyat üslûplarını etkilediği belirten Babacan, buna 17. yüzyıl şairlerinden Tarzî-yi Efşâr’ın kendine has üslûbundan örnekler verdi.
Kültür ve edebi malzeme açısından etkilere dair örnekler verirken dönemin şairlerinin Türk İran kültürlerine bakışlarını yansıtan beyitlerden faydalanan Babacan ilk dönem şairlerinin pek çoğunun şiirlerinde Türkleri övdüğünü ve İran kahramanları karşısında Türk Sultanlarını yücelttiğini ifade etti.
Türk kültürünün Fars Edebiyatına etkisi konusunda en önemli ve belirgin unsurun patronaj olduğunu belirten Babacan, İran’da Gazneliler’den itibaren yirminci yüzyıla kadar Türklerin hükümdar olduğunu ve Gazneli, Selçuklu, İlhanlı ve diğer Türk hükümdarların saraylarında çok sayıda şair bulunduğunu ve sultanların pek çok caize ve hediyeler vererek şairleri teşvik ettiğini sözlerine ekledi.
İranlı araştırmacıların patronaj konusundaki görüşlerini eleştiren Babacan, Şibli Numanî’nin “İran’da şiir ve şairlik devletlerin bereketiyle ortaya çıkmış ve her yöneticinin zevk ve anlayışıyla doğru orantılı olarak gelişmiştir” görüşünü aktararak Gazneli Mahmud’un Unsurî ve Zînetî’ye yazdığı şiirler karşılığında elli bin dirhem verdiğini, Selçuklu sultanlarının şairlere çok iyi davrandığını ve Sultan Sencer’in şairleri bizzat ziyaret ettiğini sözlerine ekledi.
Konuşmasını konuya dair önemli anekdotlarla zenginleştiren Babacan konuşmasını dinleyicilerden gelen sorulara cevap vererek sonlandırdı.