Tehâfütü’l-Felâsife: Gazzâlî’nin Düşünsel Gelişimindeki Yeri ve Felsefe Tarihindeki Önemi
Tezgâhtakiler toplantı serisinin Kasım ayındaki ikinci programında Muhammet Özdemir, 2010 yılında Marmara Üniversitesi SBE İslam Felsefesi Bilim Dalı’nda tamamladığı “Gazzâlî’nin Tehâfütü’l-Felâsife’sinde Üç Meselenin Ele Alınışı ve İbn Sînâ’nın Görüşleriyle Mukayesesi” adlı doktora tezi çerçevesinde bir sunum yaptı.
Muhammet Özdemir tezinin ana konusu olan meşhur üç meseleyi ele almadan önce tarihsel bir metne yaklaşırken karşısına çıkan sorunlarla nasıl yüzleşmeye çalıştığından bahsetti. Okurun zamanıyla metnin zamanı arasındaki uçurumun metni anlama ve yorumlama hususunda yarattığı sıkıntılara değinerek tarihsel süreç içerisinde artık kalıplaşmış okuma biçimlerinin okuru zincirlediğinden ve okurun bizzat içinde bulunduğu zamandaki dil ve anlama biçimlerinin vazgeçilemez oluşunu vurguladı. Ancak burada hem metodolojik hem de hermenötik bir soru olarak zihnimizi kuşatan bu a prioriyorum ve sorgu biçimlerinden bağımsız olarak Gazzâlî’yi yeniden okumanın mümkün olup olmadığını sorusunu soran Özdemir, Gazzâlî’yi okurken farklı bir yaklaşım ve yöntemin mümkün olabileceğini, çalışmasının ardındaki temel motifin de bu arayış olduğunu söyledi.
“Geride kalmış bir dönem tamamen tükenmiş midir yoksa yeniden üretilebilir mi, yeniden okunabilir mi?” ya da “Verili belli dikotomik okumaları sorgulayamaz mıyız?” gibi sorularla Gazzâlî okumalarına dair kalıplaşmış yargıları sorgulamak istediğini belirtti. Aydınlanma artık miadını doldurmuş bir felsefe olduğu için onu referans alarak Gazzâlî’yi övmenin ya da yermenin anlamsız olduğunu; Gazzâlî’yi akıl ve aydınlanma karşıtı biri olarak yaftalayıp İslam düşüncesindeki rasyonel felsefeyi yok ettiğini söylemekle onu Kantçı bir metafizik eleştirmeni olarak görerek akla verdiği önemi vurgulamanın aynı ön kabullerden kaynaklandığını artık görebiliyor olduğumuzu vurguladı. Benzer şekilde, ilerleme-gerileme karşıtlığının artık geçerli olmadığını, bugün artık bizzat felsefe-din, akıl-inanç dikotomilerinin çözülmeye başladığını vurgulayarak günümüzde egemen olan İslam felsefesi tarihi okumalarının da terk edilmesi gerektiğini söyledi. Bu bağlamda, Tehâfütancak günümüz felsefesinin girdiği bu krizlerle birlikte okunarak yeniden yorumlanabilir.
Bu ufuk açıcı metodolojik kaygıları belirttikten sonra Özdemir, tezinin temel konusu olan meşhur üç meseleyi ele almaya başladı. Üç meseleyi ele alırken ilk vurguladığı husus felsefenin temel yöntemlerini sorgulayan ve Gazzâli öncesi hiçbir düşünürde olmayan tekâfü-i edilleyani “delillerin denkliği” ilkesiydi. Bu ilkeye göre filozofların temel yöntemi olan aklî deliller herhangi bir şey için hem müsbet hem menfi olarak aynı kuvvette savunulabilir olmadığı gibi aklî açıdan biri diğerinden üstün de değildir. Özdemir, Kant’ın antinomi kavramını hatırlatan bu ilkenin Gazzâli’nin eleştirisindeki en temel husus olduğunu vurguladı. Filozofların çok güvendiği burhan ilkesinin zannedildiği kadar açık ve seçik olmadığını, eleştiriye açık olduğunu ve bizzat felâsifenin kendi aklî ispatlarında bu durumun ortaya çıktığını belirtti.
Özdemir’e göre Gazzâlî’nin İbn Sînâ’yı merkeze alarak genel itibarıyla filozofları tekfir ettiği ilk mesele olan kıdem-i âlemmeselesinin yaratmanın varlığıyla değil, nasıl gerçekleştiğiyle ilgili bir mesele olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Meşşai filozoflar sudur nazariyesiyle yaratmayı reddetmemiştir. Gazzâlî de bunun bilincindedir ve eleştirilerini de bu açıdan değil, filozofların Tanrı’nın hür iradesini reddetmesi bakımından yapmıştır. Gazzâlî Tanrı’nın zatından zorunlu olarak sudur eden âlem fikrinin Tanrı’nın özgürlüğüne ve kâdir-i mutlaklığına halel getireceğini, çünkü Kur’an’da tartışmasız olarak Allah’ın âlemi yaratmayı dileyip yarattığını ve dolayısıyla sudur nazariyesinin Kur’an’a aykırı olduğunu iddia etmiştir. Bu mesele İbn Sînâ düşüncesinde iki bakımdan ele alınabilir ve bu farka göre Gazzâlî’nin eleştirisi sorguya açılabilir: Kıdem-i âlemhem zaman bakımından hem de illet bakımından olabilir. Dolayısıyla ezelilik ve kimin kimi öncelediği meselesini iki farklı şekilde düşünebiliriz. Zatında illet bulunmayan kadim ile zamanda başlangıcı olmayan kadim iki farklı düşünce biçimidir. Tanrı âlemi zaman bakımından öncelemese de illet bakımından yani zat ve mertebe bakımından önceler ve bu da Tanrı’nın özgür iradesine halel getirmez.
Özdemir daha sonra ikinci mesele olan ilm-i ilâhîve üçüncü mesele olan haşr-i cismanîkonularına özet olarak değindi. İlm-i ilâhînin Tanrı’nın cüzîleri nasıl bildiğiyle alakalı olduğu ve Gazzâlî’nin eleştirilerinin son derece önemli olduğunu vurgulayan Özdemir, Gazzâli’nin Tanrı’nın cüzîlerin bilgisine dair verdiği dua ve duanın kabulü örneğinin harika bir eleştiri olduğunu belirtirken, cismanî dirilişle alakalı olarak ruhun müstakil varlığıyla alakalı görüşler konusunda tekâfü-i edille ilkesi gereğince müsbet ya da menfi yargılarda bulunulamayacağını ifade etti.
Özdemir konuşmasının sonunda Tehâfüt’ün bugün için ne ifade ettiğini sordu ve artık hesaplaşmamız gereken günümüz felsefesine karşı yeniden bir Tehâfütyazılabilir mi ya da yazılmalı mı şeklinde retorik ve oldukça cesur bir soru sordu.