Türkiye’de Kültür Tarihçiliği
Otobiyografik anlatılar dizisinde Ahmet Yaşar Ocak ile kendi serüveni çerçevesinde Türkiye’de kültür tarihçiliği konuşuldu.
1963’te Yozgat İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okumaya başlayan Ocak, burada aldığı eğitim, arayışlarını tam olarak karşılamayınca tarih okuma kararı alır. Düz lise bitirme imtihanlarına girip, fark derslerini vererek İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olur. Ardından Mehmet İpşirli’nin de tavsiyesi ile İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Tayyip Gökbilgin’in kürsüsüne yazılır. Osmaniye İmam Hatip Lisesi’nde bir süre öğretmenlik yapan Ocak, 1971 yılından bu yana Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde görev yapmaktadır.
Ocak, her ne kadar tarih eğitiminde karar kılsa, Yüksek İslâm Enstitüsü’nde aldığı eğitim sonraki yıllarda yaptığı çalışmaların zenginliğinin temelini teşkil edecektir. Zira bu yıllardaki sorgulayışları Yüksek İslâm Enstitüsü’nde iken Ömer Nasuhi Bilmen (kelam), Ali Nihat Tarlan (Fars dili ve edebiyatı), Nihat Sami Banarlı, Ahmet Davutoğlu (fıkıh), Ali Üsküdarlı (Kur’an), Muhammed et-Tanci (mezhepler tarihi) gibi hocalardan istifade etmesi Ocak’ın araştırmalarının mezhepler üzerine yoğunlaşmasında etkili olmuştur. Bununla birlikte Yozgat ve İstanbul’daki hocalardan ilahiyat eğitimini destekleyen klasik eserleri de okuyan Ocak, bu klasik tarzdaki İslâmi ilimler eğitiminin dini ilimler noktasında kendisine daha güçlü bir eğitim sağladığının altını çizmektedir. Ocak’ın çalışmalarının istikametini belirleyen bir başka kişi, kendi deyimiyle, Fuat Köprülü’dür. Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Yunus Emre ve Tasavvufisimli eserleri kendi alanını belirleme noktasında önemli bir yere sahiptir. Özellikle İlk Mutasavvıflar onda büyük bir hayranlık uyandırmıştır. Bu eserde takip edilen metot, kullanılan kaynaklar, Köprülü’nün kaynaklara bakış tarzı ve bunları eleştiriş ve kullanış biçimi ve sentezi kendisini etkilemiştir.
Mezhepler tarihi merakı güçlü olmakla birlikte sosyal tarih eğilimi de olan Ocak hocasının tavsiyesi üzerine kültür tarihi çalışmalarına yönelir. Zira bu sahada ciddi bir boşluk vardır. Genel olarak Türkiye’de tarih çalışmaları siyasi tarih, sosyo-ekonomik tarih ve tahrir defterleri nedeniyle sancak çalışmaları alanlarında ilerlerken kültür tarihi çalışmaları zayıftır. Ona göre, Tanzimat’la başlayan ve Cumhuriyet’le devam eden birbirine reaksiyonel tavır gösteren iki kültürel yapının birbirini ötekileştirmesi tarih çalışmalarını da etkilemiştir. Muhafazakar kesim İslâm tarihi ve Osmanlı tarihine kutsallaştırıcı bir perspektifle yaklaşır ve bu durum bazı konuların çalışılmasını engeller. Örneğin, Cemel Vakası ile ilgili kültürel arka planı ortaya çıkaran bir çalışma henüz yapılmamıştır. İslâm tarihinin problemlerinin ortaya konulmaması durumunda sanal bir İslâm tarihi, sanal bir Osmanlı tarihi ile yetinmek durumunda kalınacaktır. Öte yandan bu çıkmazlar sadece muhafazakar kesime ait değildir. İdeolojik karşıtlıklar Türkiye’de tarihin gelişmesi karşısındaki en önemli engel olarak birçok biçimde varlığını sürdürmektedir. İdeoloji karşı ideoloji, resmi ideoloji ve bunun karşıtı olarak ortaya çıkan her türlü yapı, hangi taraftan bakarsanız bakın aynı neticeyi verecektir.
Kültür tarihçiliğinin Türkiye’de canlı bir saha olmamasının sebeplerinden biri de daha külfetli bir çalışma disiplinine ihtiyaç duyulmasıdır. Kültür tarihçiliğinde özellikle birkaç kaynak diline çok iyi derecede vakıf olunması gerekir. Özellikle Osmanlı kültür tarihçiliği demek çok iyi bir İslâm tarih ve uygarlığı ilahiyatı birikimiyle birlikte çok iyi bir Arapça ve Farsça bilgisi gerektirmektedir. İkinci husus, Selçuklu ve Osmanlı kültür tarihçiliği alanında yapılan çalışmaların genellikle yalnızca yönetim, ordu gibi meselelere odaklanmasıdır. Şüphesiz bu konular önemlidir, fakat donmuş konulardır. Çünkü sadece bunları incelemek yapıyı ortaya koymaktır. Oysa Anadolu Selçuklusunun entelektüel profili gibi bir konu Osmanlı İmparatorluğunun entelektüel temelini verecek çok daha canlı bir meseledir. Çalışılmayı bekleyen başka bir önemli konu da Osmanlı Müslümanlığı meselesidir. Ocak bu konuda kaleme aldığı makalesinde devlet, medrese, sufiye ve halk açısından dört sektörde bu hususu inceler. Osmanlı imparatorluğunda halkın Müslümanlığını nasıl yaşadığı bilinmemektedir. Bu konuda kaynak olmadığı söylense de menâkıbnâmeler, seyahatnâmeler başta olmak üzere istifade edilecek kaynaklar vardır. Bu mânâda cami ve ibadet kültürü başlı başına muazzam bir konudur. Kur’an tilaveti kültürü, kutsal gecelerin nasıl kutlandığı, mevlidin nasıl icra edildiği, cenaze kültürü, bayramlar, halkın okuduğu kitaplar, Osmanlı kültür tarihinde entelektüel sirkülasyon, kitap dolaşımı, sufi dolaşımı, şeyh sirkülasyonu, tâlib-i ilim dolaşımı, hoca dolaşımı ve daha pek çok konu meraklı araştırmacıları beklemektedir.
Konuşmasında Osmanlı şehir tarihi çalışmalarına da değinen Ocak, bunların tahrir defterlerinin latinize edilmiş hali olarak kalmaması gerektiğini dile getirdi. Bir şehirdeki medrese ve tekke hayatı, ulema, orada yaşanan Müslümanlık bugünkü araştırmalarda göz ardı edilmekteyse de kurumsal yapı yanında o şehrin insanı ve kültürünün de mutlaka çalışılması gerekir.