Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası
Tezgâhtakiler toplantı dizisinin Şubat ayı konuğu Güven Gürkan Öztan’dı. Öztan, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde 2009 yılında tamamladığı ve Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşasıbaşlıklı doktora tezi çerçevesinde bir sunum gerçekleştirdi.
Yakın zamanda disiplinlerarası çalışmalara öncelik verilmeye başlanmış olsa da, kurumsallaşmış üniversitelerimizin disiplin muhafızlığı konusunda çok katı olduklarını belirten Öztan, sunumuna, Türkiye’de çocukluk ile politik tahayyülün pek birarada düşünülmemiş meseleler olduğunu ifade ederek başladı.
Öztan’a göre çocuklar için yazılmış her metin aynı zamanda yetişkinler için de oluşturulmuştur, yani nasıl bir çocukluk tasavvuru olduğunun keşfi, bir yanıyla da yetişkinlik tahayyülünün ortaya çıkartılması anlamına gelmektedir. Çocuklar her dönem var olmakla birlikte, bugün çocukluk dediğimiz olgu aslında modernitenin çocukluk düşünümünü ifade etmektedir; yani çocukluğun müstakil bir kavranımla siyasal bir sosyalliğe dâhil edilmesi, uzun geçmişli değil, modern bir tutumdur. Minyatür yetişkinler olarak algılanan çocuklardan bağımsız bir özne tasavvuruna doğru dönüşüm, son üç yüz ve dört yüz yılda ve büyük oranda devlet eliyle gerçekleşmiştir.
Öztan’a göre bu dönüşümün en önemli kırılma evresi Fransız devrimidir. Devrimler, büyük kopuşlar, yeni bir jenerasyon yaratma projeksiyonunun ete kemiğe büründüğü noktalardır. Devrim, öncesinin pek bilinmemesini, hatırlanmamasını arzular ve bu yüzden çocuklar, her dönem devrimlerin gözde aktörleri olagelmişlerdir. Devrim süreci yeniden biçimlendirilen, her şeyini o kırılmaya borçlu hisseden bir nesil yetiştirme, oradan da siyasal bağlılığı ve otorite ile kurulan ilişkiyi tekrar tanımlama maksadını taşımaktadır. Ulus-devlet, standardizasyon ile çocukları, ancak çocuklardan önce onların muhatap oldukları özneleri tektipleştirme eğiliminde olmuştur. Bu noktada karşımıza öğretmenlerin, okulun standartlaştırılması, öğretmen-aile arasında eşgüdüm kurulması gayreti çıkmaktadır. 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başı Avrupa’sında bir yanıyla çocuklar üzerinden yetişkinleri dönüştürme diğer yanıyla da toplumun her üyesinin birer öğrenci kılınması süreci işlemektedir. Öztan’a göre sözkonusu dönem için, rüştünü ispat edinceye kadar müşahede altında tutulması müstahak görülen öznelerden bahsetmekteyiz.
Türkiye özelinde ise çocukluğun özneleşmesi ve bunun üzerinden modern devletin kurumsallaşması, II. Abdülhamid dönemine denk gelmektedir. Standartlaştırma eğilimi ile resmi görüşün anlatılması üzerine devlet eliyle üretilen tektipleştirici müfredat mevcut olduğu gibi, çocuk edebiyatı gibi popüler kültür üzerinden de çocukluk algısının izi sürülebilir. Zira Osmanlı son dönemi ve erken Cumhuriyet devrinde, popüler neşriyat ile resmi görüş üretimi meta arasında pek çok açıdan iç içe geçmiştir. Bunların nerelerde ve hangi ölçülerde birbirlerinden farklılaştığı, modernite projesinin iç çelişkilerini gösteriyor olmak bakımından anlamlıdır. Bu sebeplerle, Öztan, iki yönlü okuma yapmaya çalıştığını vurgulayarak birtakım süreklilik ve kopuşlara işaret etti.
Büyük ailelerden çekirdek ailelere dönüş ve bu süreçte de çocuğun ailenin geleceği için önemli, miras alıcı bir özne olarak tanımlanması ile, ülkenin, vatanın geleceğini üzerinden kurabileceğiniz bir yurttaşlık tasavvurunun imge düzeyinde oluşturulması arasında ciddi paralellikler bulunmaktadır. Öztan için konu çocukluk olduğunda, hepimizin yetişkinliği de yeniden keşfedilmektedir. Yetişkinin çocuk üzerindeki didaktik rolü, ulus-devlet seçkinlerinin de zihniyeti olmuştur. Yetişkin-çocuk arası itaat ilişkisi, aslında itaat ilişkisi kalıbının bizzat kurulduğu yerdir. Yani yetişkin ile çocuk arası itaat ilişki biçiminin tanımı, toplum bireylerinin kurallar ile kural koyucu otorite sahipleriyle kurduğu ilişkilerin deşifre edilmesinin bir adımı mahiyetindedir. Çocukluğun politik bir özne olarak ortaya çıkışının tarihi, sultana ve Tanrı’ya sadakat biçiminde kurulmuş sıkı bağa dayanmaktadır. Bu bakımdan II. Abdülhamid’in şefkatli bir baba-hükümdar olarak anlatılıyor olması ve bilinmesi, modern politik tasavvurun izlerini taşımakla birlikte çocukluk algısı bakımından da anlamlıdır. Temel figür, itaat edilmesi gereken özne olarak sultandır ki bu sultan hem siyasal otorite hem de kol kanat geren bir babadır. Kol kanat geren baba kalıbı, Türk modernleşmesi boyunca devam etmiştir. İtaat ilişkisinin kalıbı aynı olmakla birlikte, onu dolduracak parametreler birbirinden farklılaşmıştır.
Türk milliyetçiliğinin ideologları olarak bilinen Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi isimler, bu dönemlerde aynı zamanda hem kadın hem de çocuk dergilerinde yazı yazmışlardır. Dolayısıyla kadın ve çocuk, Türk milliyetçiliğinin gelişiminde oldukça önemli yapıtaşları olarak konumlandırılmışlardır. Sözgelimi o dönemde ortaya çıkan Ömer Seyfettin’in “Türk Çocuğu Nasıl Yetiştirilmeli” başlıklı metinlerinin bir kısmı hâlâ dolaşımdadır. Erken Cumhuriyet dönemi, bu kırılmalar için bir zirve noktası teşkil etmektedir. Çünkü birçok başka imgesel bağlantı üzerinden çocuklukla yeni rejim arasında ilişkiler tesis etme yoluna gidilmiştir.
Çocuk edebiyatı, 1920’ler Türkiye’sinde gelişmiş bir alan değildir, olgunlaşması Cumhuriyet’in kendi ideolojisini yapılaştırma serüveni ile koşutluk arz etmekte, yani 1928 sonrası döneme denk gelmektedir. Çocuk edebiyatı alanında üretim yapanların önemli bir kısmı öğretmenlerdir. Bu öğretmenler de, çoğunlukla II. Meşrutiyet döneminde eğitimlerini almışlar, dolayısıyla ciddi anlamda pozitivist eğilimlere sahiptirler. Pozitivizmin genel prensipleri ile Cumhuriyet’in temel ideolojik ilkelerini kendilerince harmanlamaya çalışmışlardır. Birkaç istisna dışında, resmi ideolojinin metinleri diyebileceğimiz müfredat ve halk evlerinde oluşturulan yazılarla, çocuk edebiyatının ürettikleri birbirleriyle paralellikler içermektedir. Türklük meselesinde, ötekine bakışta, vatan tasavvurunda hatta devlet, siyaset ve iktidar kavrayışı konusunda metinler arasında büyük benzerlikler sözkonusudur.
1949’a kadarki dönemin en çarpıcı unsuru, hem müfredat hem de çocuk edebiyatındaki militarist referanslardır. Öztan için militarist referanslar, ordunun doğrudan siyasete müdahalesi ile sınırlanmamış, askeri değer ve önkabüllerin toplumsal ilişkiler bağlamında en üst mertebeye konulması genel bir eğilim olmuştur. Bu kadar keskin militarist referansların metinlere işlenmesinin gerekçesi, bunun ordunun çabası ile yürütülmesi değildir; zira erken dönem Cumhuriyet’inde silahlı kuvvetler çok kudretli değildir. Bu durumun iki sebebi bulunmaktadır: Türk milliyetçiliğinin o zamanki yeniden üretim biçimi olarak lider kültünün aşılanması gerekliliği ve de toplumsal denetimi kurmak için militarist referanslara dayanan hiyerarşik düzen kurma çabası. Sözkonusu dönemde kadın-erkek, kız çocuk-erkek çocuk arası eşitlikçi yaklaşımlar da köylü-kentli, zengin-fakir arası farklılıkları silikleştirme çabası da militarist referanslar üzerinden işletilmiştir.
Militarist referanslar kadar belirgin ve önemli bir başka tutum da otoritenin sorgulanamazlığına dair epistemolojik zemin yaratılmasıdır. Bu tavır günümüzde de bir ölçüde devam etmekle birlikte otorite, yer yer öğretmen, hâkim, asker ve en sonunda Gazi Baba’dır ve her zaman yanılmazdır.
Türkiye’yi haritalandırma, dünya üzerinde pozisyonlandırma gayreti, erken Cumhuriyet döneminde çocuklara yönelik eğitimli, orta-sınıf çocukların seyahatlerini anlatan hikayelerin yazımı ile kendini göstermektedir. Bu hikayeler gidilecek yerleri tanıtım maksadından çok Türkiye’nin ne kadar medeni olduğunun Batılılara anlatıldığı hikayelerdir. Çocuklar Batı’da gittikleri yerlerde neler olmasını istediklerini dile getirir; geniş caddeler, müzeler, yüksek apartmanlar görmeyi arzuladıklarını ifade edip steril bir kamusal alanı, modern şehri tasvir ederler. Öztan için bunlar modernitenin maddi unsurlarına dayalı birer öykünme anlatılarıdır. Ama aynı zamanda seyahat eden çocuklar, gittikleri yerlerde insanların ilgilerini çekerler çünkü yedi düvele meydan okumuş, Cumhuriyet’i kurmuş, modernleşen bir ülkenin çocuklarıdırlar. Dolayısıyla bir özgüven inşa etme çabası da kendisini göstermektedir. Çocuklar Doğu’ya gittiklerinde ise sürekli Türkiye’yi örnek alan insanlarla karşılaşırlar. Yani hikayeler, bu tutumlar üzerinden kendi oryantalizmini de sergilemişlerdir. En ilginç durum ise, Osmanlı’dan kopmuş Balkan ülkelerine seyahate giden çocukların, oralarda ısrarla Osmanlı’dan kalan mirası vurgulamış olmalarıdır. Öztan, bu biçimlendirme projesinin iki noktada amacına ulaştığını ifade etti. Otorite ile kurulan itaat ilişkilerinde ve bu otoritenin tecessüm ettiği kurum ya da kişi varlıklarla kurduğumuz ilişkilerde. Bunların dışındaki kısımlarda ise projenin, eleştirel literatürün çokluğunun da işaret ettiği üzere tutmadığını vurgulayarak sunumunu bitirdi.