Gerçek Bir Yanılsama: Bilinç
Bilinç, özgür irade ve öznellik sorunu uzun süredir felsefe ve bilimin gündemini meşgul ediyor. İnsan, doğa ve toplum algısını köklü bir şekilde etkileyecek olan bu türden konular üzerinde konuşmak üzere, bu alanda Türkçedeki nadir telif metinlerden birinin yazarı olan Uludağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Tevfik Alıcı’yı yakın zamanda çıkan Gerçek Bir Yanılsama: Bilinçadlı eserini konuşmak üzere misafir ettik.
Konuşmasına öznel deneyim sahibi olmanın, yani öznellik dediğimiz bilinç durumunun özgün konumuna dikkat çekerek başlayan Alıcı, kendi ilgilendiği alanın özellikle bilinç (consciousness) olduğunu ortaya koydu. Ona göre bilincin üç temel özelliği vardır: (i)Aktarılamazlık (subjectivity) ilkesi: Bir insanın neyi nasıl gördüğü neyi nasıl hissettiği bilgisine asla ulaşamayız, bizzat o insan olmadan o insanın nasıl hissettiğini, içeriden dünyayı nasıl algıladığını hiçbir zaman bilemeyiz. Susan Blackmore’un da örneğiyle, kırmızıya kırmızı diyoruz, maviyi mavi gördüğümüzü düşünüyoruz, hatta renk körü olsak bile mavi gördüğümüzün farkındayız ama hiçbir zaman yanımızda duran bir insanın bu rengi nasıl gördüğü bilgisine ulaşamıyoruz. Bu yıldızlar kadar uzak bir bilgidir. (ii)Teklik-bütünlük prensibi: Bu prensip, Dışarıdaki manzaraya tek ve bütünlüklü bir nokta-i nazardan bakma ve şeyleri tek tek değil, bir bütünlük ve ard ardalık ile algılamamız durumudur. (iii)Özneliktir (agency): Tüm gördüklerimiz, deneyimlediklerimiz bir ben etrafından gerçekleşir ve eylemlerimize ve kararlarımıza ben, beden içinde saklı bir benlik, bir fail karar veriyormuş gibi görünür.
Bilinç olmadan da düşünebilir miydik? Alıcı, bunun bir yönüyle mümkün olabileceğini David Chalmers’in zombi örneği ile izah etti. Ulaşılabildiği kadarıyla bizimle aynı maddeden yapılmış ve fakat iç dünyası olmayan bir makine, yani bir zombi gibi bir hipotetik varlık düşünelim. Zombi bizim tepkilerimizin aynısını verebilir. Fakat davranışsal açıdan aramızda tek bir fark kalır; bilinç sahibi olmak.
Zombi süreçler, nesnel, ulaşılabilir (access) süreçler olmasına rağmen, bizi zombiden ayırdığını düşündüğümüz bilinçlilik hali –ulaşılabilir veya aktarılabilir– değildir. Thomas Nagel’in meşhur “Yarasa olmak nasıl bir şeydir?” örneğinde gördüğümüz gibi yarasalar dünyayı bizim gibi görsel değil de sonar olarak algılar. Bir yarasanın yerinde olmak, tamamen o olmak nasıl bir şeydir? Bunu hiçbir zaman bilemeyiz der Nagel. Temel sorun tam da budur. Düşünüyorsak ve bir zombi değilsek, bilincin bu ulaşılamayan, aktarılamayan, öznel yönü nedir? Chalmers, zombi, bilinçsiz süreçlerin gizeminin çözümüne; kolay problemler, bilincin öznel yönünün gizemine ise; zor problem adlandırması yapmıştır.
Alıcı, öznellik ile ilgili görüşlerimizin büyük ölçüde düalizm ile şekillendiğinin altını çizdi. Buna göre dış dünya maddeden oluşurken, bizim davranışlarımızın iradi ve niyetlidir ve farklı bir tözden oluşur. Descartes insan davranışları konusunda düalist bir yaklaşım geliştirmiş ve otomatik tepkiler gibi tıpkı hayvanlarda olan türden bir maddi yönümüz olduğunu belirtmiştir. Bu yönün en ayrıntısına kadar incelenebilir, deterministik bir şekilde belirlenebilir olduğunu ama bir de akli yönümüzün olduğunu iddia etmiştir. İnsan bedeni maddeler dünyasına ait, mekanik ilkelerle çalışır, ama zihni farklı bir tözdür. Akıl ile bedenin nasıl etkileştiği konusunda o günkü anatomi bilgisiyle, beynin orta yerinde bir tek organel olan pineal bezini aklın ikametgahı olarak düşünmüştür. Aklın orada ikamet ettiğini varsaymış, buraya ruhun tahtı demiştir. Aklın oradan bedeni yönlendirdiğini düşünmüştür.
Düalizm Descartes’ten bu yana varlığını güçlü bir şekilde sürdürmesine rağmen Benjamin Libet’in hazırlık potansiyeli ile ilgili deneyi bu konudaki tüm inançlarımızı sarsacak gibi görünmektedir. Libet’ten önce yapılan bir deneyde EEG cihazına bağlanmış kişiler görüntülenmiş ve hazırlık potansiyeli kavramı bulunmuştur. EMG cihazıyla kasların hareket etmeye başladığı âna davranışın başlangıç ânı denilir. Davranışın başlangıcından yaklaşık 50-100 ms önce hazırlık potansiyeli tepe noktasına ulaşır. Buna da hareket potansiyeli denir; yani davranıştan hemen önce potansiyelde bir tepe noktasına ulaşır daha sonra da davranışa dönüşür. Buna göre iradi davranışımızı önceleyen, davranış başlamadan önce 800 ms’lik bir hazırlık potansiyeli bulunmuştur. Bu süre, ki bu beyin için çok uzun bir süredir, niyetli davranışın ispatı olarak görülmüştür. 800 ms’nin aşırı uzunluğundan şüphelenen Libet deneyi tekrar yapmaya karar verir. Buna ek olarak bir de “Kişinin bilinçli olarak farkında olduğu niyetlenme ânını” ölçmüştür. Niyetlendiği ânın, bu zaman diliminde nereye tekabül ettiğine bakmış ve çok ilginç bir şeyle karşılaşmıştır: Niyetlenme ânı hazırlık potansiyelinden çok sonra ortaya çıkıyor. Hazırlık potansiyeli yaklaşık olarak 800 ms önce başlıyor ve 50 ms önce harekete dönüşüyor. Ama niyetlenme ânı ve karar verme ânı tipik olarak bütün deneklerde yaklaşık 550 ms sonra ortaya çıkıyor. Yani EEG’yi takip eden bir araştırmacı, deneğin gönüllü olarak parmağını kaldıracağını deneğin kendisinden 400 ms önce görebilir. Libet’in bulgularına göre niyetlenme davranışın başlangıcından önce gerçekleşmiyor. Biz bir şeyin iradi olduğuna karar verdiğimizde, ben yaptım dediğimizde, beynimiz çoktan o hareketi yapmaya başlamış bulunuyor. Yani iradi seçim bir yanılsama gibi görünüyor. Bu durumun farklı bir dizi değişik örnekleri de mevcuttur. Mesela anarşik el sendromunda kişinin eli iradesinden bağımsız hareket eder ya da düşünce yerleştirme sendromu denilen durumda kişi aklından geçenlerin başkasına ait olduğunu iddia eder.
Alıcı’ya göre düalizmi bir yana bırakıp niyetlenmenin de zihinsel bir süreç olduğunu düşünürsek tüm bu deneylerin şok edici etkisi ortadan kalkar. Bu durumda zihinsel süreçlerin de bilinçdışı başlangıç süreçleri olacaktır. Tıpkı el kaldırmak gibi. Nihayetinde onun da hazırlık potansiyelinden sonra gelmesi elbette doğal olacaktır. Tevfik Alıcı, çeşitli psikolojik illüzyonlar ve hastalıklardan örnekler getirerek iddiasını destekledi ve sunumunu sonlandırdı.