Sivil Anayasada Devlet, Toplum ve Vatandaş İlişkileri
Cumhuriyet’in ilanı üzerinden doksan yıl geçmesine rağmen ülkemiz henüz tam demokratik bir anayasaya sahip değil. Bu haliyle mevcut anayasamız toplumun ihtiyaçlarına cevap verememekte ve özgürlükleri kısıtlamakta. Yeni anayasa yapım sürecinin devam ettiği bir dönemde KAM, “Özel Etkinlik” programları altında “Türkiye’nin Yeni Toplumsal Sözleşmesi ve Aktörler” başlıklı bir tartışma dizisi başlattı. Bu dizinin ilk toplantısında anayasa hukuku alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından olan İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Serap Yazıcı, neden bir demokratik anayasaya ihtiyaç olduğu, mevcut anayasanın problemleri ve muhtemel bir demokratik ve sivil anayasada devlet, toplum ve vatandaş ilişkilerinin nasıl olması gerektiği üzerine konuştu.
Ülkemizde anayasa değişikliğinin yıllardır tartışılan bir konu olduğunu belirten Yazıcı, anayasaların hazırlanma sürecinde toplumun bütün kesimlerinin etkili olması ve şeffaflık unsurunun gözetilmesi gerektiğine ve bu metnin toplumun tüm kesimlerince denetlenebilmesinin önemine vurgu yaptı. 1924, 1961 ve 1982 anayasalarının demokratik anayasalar olmadığını ifade eden Yazıcı, bunlar arasında en demokratik şekilde hazırlanmış izlenimini halkın seçtiği temsilcilerden oluşan meclis tarafından hazırlaması bakımından 1924 Anayasası’nın verdiğini belirtti. Bununla birlikte bu meclisteki üyelerin sadece erkeklerden oluştuğunu ve sadece erkek vatandaşların oy kullandığını, seçimlere tek parti olarak CHP’nin katıldığını ve seçimlere gitmeden CHP’nin kendi içindeki farklı görüşleri tasfiye ettiğini de unutmamak gerektiğini vurguladı.
1961 ve 1982 anayasalarının müdahaleleri gerçekleştiren askerî liderlerin teşvikleri ve katılımlarıyla halka sunulmadan ve halkın gerçek temsilcileri olmadan hazırlandığını ifade eden Yazıcı’ya göre, mevcut anayasa yasakçı, otoriter, çoğulcu demokrasiye dayanmayan, vesayetçi ve milliyetçi bir ruhla hazırlanmış olup devlet otoritesine karşı özgürlükleri korumak ve güçlendirmek yerine özgürlükleri sınırlandırmakta, bu gibi problemler yeni bir anayasayı zorunlu kılmaktadır. 1987’den beri yapılan değişiklerin hepsi özgürlüklerle ilgilidir; fakat tüm bu değişikliklere rağmen 1982 Anayasası’na özgürlükçü bir ruh kazandırılamamıştır.
1982 Anayasası’nın seçilmiş organlara duyulan güvensizlikle hazırlandığını ve bu sebeple seçilmiş organların yetkilerini sınırlandıran ve aldıkları kararları denetleyen vesayet mekanizmalarına yer verildiğini belirten Yazıcı’ya göre, vesayetçi demokraside sınırlamanın amacı anayasanın, hukukun veya insan haklarının üstünlüğünü değil tam tersine ideolojik değerleri korumaktır. Seçilmiş organlar üzerinde vesayetçi bürokratik kurumlarla yapılacak denetimin nerede başlayıp nerede biteceğini önceden kestirmek mümkün değildir.
Anayasada yer alan vesayet kurumlarının en başında cumhurbaşkanlığı makamının geldiğini ve bu makamın devlet elitleri adına meclisi ve hükümeti kontrol etmek üzere dizayn edildiğini belirten Yazıcı, 2007 yılında cumhurbaşkanı seçimi sırasında ortaya çıkan 367 Krizi’ne de değindi. Bu makamda ancak Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu veya asker ile sivil devlet elitlerinin icazetine sahip biri yer almalı faraziyesinden hareketle, on birinci cumhurbaşkanının halkın temsilcileri arasından seçilecek olması bir türlü sindirilememiştir. Vesayet kurumlarından bir diğeri de 1961 Anayasası’yla yaratılıp 1971 değişikliğiyle güçlendirilen ve 1982 Anayasası’yla etkili hale getirilen Milli Güvenlik Kurulu’dur. Bu kurul hükümet ile meclis üzerinde bir güç oluşturmuştur. Yine Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, 1982 Anayasası ile halkın seçtiği temsilcileri denetleyen birer vesayet organına dönüşmüştür. 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile yapısında nispi bir değişikliğe gidilen Anayasa Mahkemesi, bu sayede bir nebze de olsa çoğulcu demokrasinin aracı haline gelmiştir. Bu değişiklik Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını da büyük ölçüde değiştirmiştir.
1982 Anayasası’ndaki başka bir sorun da parti kapatmadır ve Anayasa Mahkemesi tarafından şimdiye kadar on dokuz tane siyasi parti kapatılmıştır. Yazıcı’ya göre, demokratik dünyada çoğulcu demokrasiyi korumaya yönelik bir yaptırım olan parti kapatma, Türkiye’de devletin resmî ideolojisini siyaset arenasına dayatmak için kullanılagelmiştir.
1982 Anayasası sisteminde asker-sivil ilişkilerinin demokratik modelden uzaklaştığını söyleyen Yazıcı, askerî makamların sivil makamların emir ve kontrolünde olmasıyla demokratik modele uyulacağını anlattı. Normalde ülke politikalarını seçilmiş organların belirlemesi ve askerî organların tek görevinin yurt savunması olması gerekirken 1961 Anayasası ile birlikte askerî makamlara tanınan yetkiler onları asıl siyaset yapıcı haline getirmiş ve seçilmiş makamların yetki alanlarını sınırlandırmıştır.
1982 Anayasası milliyetçi bir ruhla hazırlanmış ve Türk etnik kökenine mensup olmayan vatandaşlar anayasadan dışlanmış izlenimini vermiştir. Anayasanın ikinci maddesinin devletin milliyetçi olduğunu gösterdiğini vurgulayan Yazıcı, konuşmasında devlet içinde milliyetçi ruhunu yapıların örgütlenme ve ifade özgürlüğünün sınırlandığı üzerinde durdu. Anayasanın 66. maddesinin Türk olmayan vatandaşları dışladığını belirten Yazıcı, bu maddenin değiştirilmesi gerektiğini vurguladı.
Son olarak yeni anayasa yapım sürecine değinen Yazıcı, 1982 Anayasası’nın kısmi değişikliklerle ıslah edilemeyeceğini, demokratik ruha kavuşturulamayacağını ve Türkiye’nin yeni baştan demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacı olduğunu belirtti.