Tanpınar Düşününde Tarih ve Hafıza
Sanat Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği SanatHafıza toplantılarının sekizincisine konuk olan İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden Süha Oğuzertem, konuşmasının başında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bugüne dek çoğunlukla Doğu-Batı ikilemi, aydın sorunu, muhafazakârlık gibi başlıklar altında ele alındığını belirtti ve konuşmasında bu genel yargılara itiraz edeceğini ifade etti.
“Tanpınar Düşününde Tarih ve Hafıza” başlığını seçmeden önce konuşmasına “Tanpınar’ı Zamanlamak” başlığını vermek istediğini söyleyen Oğuzertem, bu başlığın Tanpınar’a yönelik yaklaşımını özetlediğini dile getirdi. Zira Oğuzertem’e göre Tanpınar, bugüne kadar yanlış bir zamanlamaya dâhil edilerek romantik-realist anlayışa yakın bir yazar olarak görülüyordu. Bu görüşe itiraz edecek olan Oğuzertem’in sorusu şuydu: “Tanpınar daha eski bir geleneğe mi bağlı, yoksa o zamanın Türkiye’sinde olmayan bir şeyi mi benimsiyor?” Başkaca söylersek: “Tanpınar gelenekçiliğe mi yakın, modernist edebiyata mı?” Oğuzertem’e göre, Tanpınar romantik-realist bir geleneğin değil sonrasında ortaya çıkan modernist akımın içinde yazıyordu.
Tanpınar’ı romantik-realist gelenekten uzaklaştırmak gerektiğini düşünen Oğuzertem bunu gerçekleştirmek için öncelikle tarih algımızın değiştirilmesi gerektiğini vurguladı. Zira Oğuzertem’e göre ülkemizde tarih algısı sadece kendi tarihimiz ve coğrafyamızla sınırlı kalırken özneleri de bu bakış açısına hapsederek yanlış değerlendiriyoruz. Bu durumda Tanpınar’ı da “Osmanlı’ya mı ait, yoksa Kemalist mi?” gibi kısıtlayıcı bir çerçeve içine sokmaktayız. Tarihi öğrenirken dünya tarihini es geçtiğimizi söyleyen Oğuzertem, konuşmasının büyük bir kısmını on sekizinci yüzyılın ikinci yarısından yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemde Batı’da meydana gelen değişimleri aktarmaya ayırdı. 1760’dan 1850’ye kadar gelen tarihsel süreçte Batı’daki değişimleri felsefi, sanatsal ve bilimsel başlıklar altında özetleyen Oğuzertem (pre-modern diyebileceğimiz) bu dönemde romantik-realist bir edebiyat akımının ortaya çıktığını, gündelik gazetenin gelişmesiyle zaman algısında değişimin yaşanmaya başlandığını ve coğrafi keşiflerle sömürgeci hareketlerin devreye girdiğini aktardı. 1850 yılı sonrasında romantizm ve realizm akımlarının çıktığını ama bunların birbirinden bütünüyle bağımsız olmadığını belirten Oğuzertem, Auerbach’a atıfla bu dönemin edebiyatını romantik-realist olarak nitelendirdi. Sözkonusu akımın ahlâki bir görüşe, din duygusuna, aile değerlerine bağlılığa sahip olduğunu söyleyen Oğuzertem, Charles Baudelaire ve Gustave Flaubert’le birlikte sözkonusu romantik-realizmin değerlere bağlı edebiyatının yerini modernizme bıraktığını söyledi. 1880-1930 arasında siyasi bir terim olarak kullanılan modernizmden bağımsız olarak Batı’da “yüksek modernizm” (high-modernism) olarak tabir edilen modernliğin çıkışıyla romantik-realist geleneğin yerini yeni bir edebiyat akımı aldı: Modern edebiyatta artık mevcut dini, ahlâki, ailevi değerler askıya alınmıştı; karakterler öngörülemezdi; psikoloji ve dolayısıyla bilinç önemli hale gelmişti; giriş-gelişme ve sonuçtan oluşan roman kurgusu dağılmıştı; etik ve estetik birbirinden ayrılmıştı.
Tarihsel sürece dair özetlemesinde Osmanlı-Türk tarihine geldiğinde Oğuzertem, Batı’dakinin aksine Osmanlı’da aynı sürecin daha farklı yaşandığını, Batı’da modernist yazarların çıkmaya başladığı dönemde Türkiye’de romantik-realist akımın ortaya çıktığını belirtti. Dolayısıyla yaşanan bu “gecikmeli” romantik-realist akımın içinde Tanpınar’ın aykırı durduğunu söyleyen Oğuzertem, Tanpınar’ın Fransızca üzerinden modernist akımı takip ettiğini, modernist yazarları bildiğini ve romantik-realist geleneğin içinde değil tam aksine modernist akımın içinde değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Tanpınar’ın roman ve yazılarından örnekler veren Oğuzertem, sözkonusu alıntıların ancak modernist bir yazarın kaleminden çıkabileceğini, Tanpınar’ın Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan’ı önceleyen bir modern yazar olduğunu belirtti. Oğuzertem, Tanpınar’ın döneminde modernist akımın bilinmediğini ve bu sebeple Tanpınar’ın yanlış değerlendirildiğini, daha sonrasında ise sınırlı bir tarihsel bakış açısı yüzünden Tanpınar’ın “muhafazakâr mı, Kemalist mi?” sorusuna hapsedildiğini sözlerine ekledi.