İstanbul Süleymaniye’de Göç, Kentsel Yoksulluk ve Enformel Sektör
“İstanbul Süleymaniye’de göç, kentsel yoksulluk ve enformel sektör” meselesi, Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından 21 Aralık 2013’te düzenlenen bir panelle tartışıldı. İstanbul Üniversitesi’nden Yücel Bulut’un oturum başkanlığını üstlendiği panelde Süleyman Demirel Üniversitesi’nden Bülent Şen ile “Bekâr Odaları: Göç, Çalışma ve Sosyo-Mekânsal Nitelik”; yine aynı üniversiteden Ayşe Alican ile “Tanıklarının Dilinden Süleymaniye Bölgesi” konuşuldu.
Panelin açılışında Yücel Bulut’un dikkat çektiği üzere Süleymaniye ve Vefa bölgeleri tarihte Bizans ve Osmanlı bürokratik elitleri için merkezî bir bölge niteliğini haiz iken 1950’li yılların beraberinde getirdiği şartların neticesinde; sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte, genel nüfus yapısı ve çehresi itibariyle farklı bir özellik kazanır. Toplam nüfusun %85’inin kırsal bölgelerde yaşadığı 1830-1950 yılları arasında bu bölge nüfusunda önemli bir değişiklik söz konusu değildir. 1950’den sonra bölgede durum tamamen aksine döner ve yerli ve yabancı göçlerle birlikte bölgenin nüfus yapısı büyük oranda değişir. Zamanla, çoğunlukla Siirt ve Adıyaman taraflarından gelen insanların yaşadığı bir yer hâline gelen bölge, yabancı uyruklu nüfusun, bilhassa, Bangladeşlilerin ve Suriyelilerin de yoğunlaştığı bir yer olur.
İstatistiksel verilerden hareketle bölgede yaşayan halkın karakteristik özelliklerine ve sosyo-ekonomik durumlarına değinerek konuşmasına başlayan Bülent Şen’in çalışması, saha araştırması üzerinden yürütülen bir projeye dayanıyor. Araştırma alanı olarak Süleymaniye bölgesinin seçilmesinin sebebi ise bölgenin yoğun göç almasıdır. Bölge, bilhassa, yoğun göçmen erkek nüfusunu barındırması ve bir “istasyon” vazifesi görmesi hasebiyle önemlidir. Şen’e göre, yoksulluğun mekânsallaşmasını sağlayan dinamik göç, kentsel yoksulluk ve enformel sektör ilişkisinde saklıdır.
Bölgede yaşayan nüfusun doğum yerlerine bakıldığında, göçmenlerin çoğunluğunun Adıyamanlı ve Şanlıurfalı oldukları görülmektedir. Göçmen nüfusun %50,2’si Doğu Anadolu, %17’si Güneydoğu Anadolu ve %13’ü İç Anadolu bölgesindendir. Doğum yerlerinin idari ayrımları açısından ise nüfusun neredeyse tamamı köy doğumludur. Düşük vasıflılık ve düşük eğitim bölgeye gelen erkek göçmenlerin ve bölgede yerleşen ailelerin bir diğer genel/ortak karakteristikleridir. Genel aile profili verileri göçmenlerin annelerinin %92’sinin, babaların ise %62’sinin okuma-yazma bilmediklerini gösterir. Söz konusu nüfus yaş aralığı bazında değerlendirildiğinde ise, Süleymaniye bölgesinde ele alınan 6 mahallenin nüfusunun %11’i 11-15; %51’i ise 22 yaş ve altındadır. Bu oranlar, bölgede çocuk emeğinin ve çocuk istihdamının yoğunluğunu göstermektedir.
Göçmen nüfusun %57’si 10-15 yaş aralığında İstanbul’a gelmiştir. Şen, bu yaş aralığında, çalışan, tasarruf eden, olabildiğince biriktirerek ailesine destek olan “sorumluluk sahibi göçmen”leri baz almaktadır. Sektörel bazda ise ilk sırayı %33 oranla tekstil almaktadır. Bu durum tekstil sektöründe çocuk emeğinin yoğun olduğunu gösterir. Meslek sıralamasında %20 oranla lokantacılık ikinci sıradadır. Netice itibariyle, bu iki meslek, İstanbul’da piyasaya giriş meslekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Hâlihazırda çalışılan meslek sıralaması ise şöyledir: lokantacılık ve büfecilik, tekstil, seyyar satıcılık ve hamal/nakliye.
Daha sonra, aylık gelir durumunu değerlendiren Şen, bölgenin %18’inden fazlasının asgari ücret (çalışmanın yapıldığı tarihte 650 TL) üzerinde bir gelire sahip iken çoğunluğunun 1.000-1.200 TL arasında bir kazanç elde ettiklerini tespit eder. Gelir durumlarına rağmen göçmen nüfusun 1/4’ü ailesinde tek çalışan birey olma özelliğine sahiptir. Evli ve bekâr göçmenlere tasarruf edip edemedikleri sorulduğunda neredeyse tamamı para biriktiremediklerini söylemektedir. Ayrıca, göçmen işçilerin %84,4’ünün hiçbir sosyal güvencesi de bulunmamaktadır.
Süleymaniye bölgesinin her ne kadar fiziksel olarak bütün merkezlere yakın bulunsa da, erişilebilirlik açısından aslında bir o kadarda uzak olduğuna dikkat çeken ikinci panelist Ayşe Alican, çalışma kapsamında 300’ü aşkın göçmen nüfusla birebir görüşüyor. Yaptığı mülakatlar neticesinde şu sonuçları elde ediyor: 1980 öncesinde bekâr odasında kalan kişiler, şu anki sakinlerden daha fazla gelir elde etmektedir. Ayrıca bu kişilerden bazıları da bölgede esnaf pozisyonuna geçmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte, zamanla, bölgedeki marketler de bir anlamda komisyoncu görevini üstlenmekte, bölgeye gelen göçmenlere ev kiralayan emlakçı vazifesi görmektedirler.
Bölgede bekârlar ve aileler bir arada yaşamaktadırlar. Ancak, aileler bu bekâr nüfusu mahallelerinde bir “güvensizlik” unsuru olarak yorumlamaktadırlar. Ayrıca, 2006 yılında başlatılan kentsel dönüşüm dolayısıyla binaların boşaltılması, söz konusu dönüşümün sekteye uğraması neticesinde, bölgede suç unsuru teşkil edecek yapıların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla aileler kentsel dönüşümü bir “temizlenme” olarak değerlendirirken bekâr odası sakinleri buna katılmamaktadır. Bekâr odası sakinlerine göre mahalle 2000’li yıllardan sonra eskisinden daha güvenli hâlde. Özetle, bölgede yaşayan nüfusun bir kısmı kentsel dönüşüme olumlu bakarken bir kısmı da tedirgin yaklaşmaktadır.
Alican, bölgenin mahalle hayatı çerçevesinde, bütün gruplar açısından bir “ötekileştirme”nin varlığını tespit ediyor. Buna göre, bölgedeki yerli İstanbullular Türk-Kürt ayrımı yapmakta; Kürt nüfus ise Roman/Çingene nüfustan rahatsızlık duymaktadırlar. Rahatsızlık duyulan diğer grup ise yabancılardır. Yabancıların istihdama katılarak daha az parayla çalışmayı kabul etmelerinden ve işverenlerin tercihlerinin yabancılardan yana olmasından memnun değillerdir.
Kadın nüfus açısından, bölgede yaşayan Türk kökenli kadın nüfus mevcut değildir. Yabancı kadınlar ise, en üst katta yaşama, gece üzerlerine ev sahipleri tarafından kapının kilitlenmesi gibi belli ilkeleri kabul etmeleri şartı ile kalabilmektedirler.
Ayşe Alican’ın ardından, aynı zamanda “İstanbul Süleymaniye’de Göç, Kentsel Yoksulluk ve Enformel Sektör” TÜBİTAK projesinde etkin bir şekilde yer alan İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Alim Arlı değerlendirmelerini aktardı.
Arlı’nın ifadesiyle, bölge, özellikle kültürel ve ekonomik sermaye bakımından en mülksüz ve en düşüklerin yaşadığı bir yerdir. Birkaç nesil boyunca bekâr odası hayatı yaşayanların sayısı da oldukça fazladır. Bu bölgeye sosyal devlet hizmeti veren kurumların temaslarının olamaması da doğrudan doğruya bu yoksulluk döngüsünün bir parçası hâline gelen genç nüfus kitlesinin burada yaşamaya devam etmesine sebep olmaktadır.
Bölgede farklı toplumsal mekanizmalar gelişmiştir; esnaf komisyoncu, hanı kiralayan kişi de yarı-polis pozisyonundadır.
Arlı’ya göre bölge, Türkiye’deki sosyal değişimin anlaşılması açısından da çok önem arz etmektedir. Bölgedeki göçmen nüfusun aile bağları zayıflamakta ve bu aileler köken toplumuyla yabancılaşan bir grup hâline gelmektedirler. Arlı’ya göre, özellikle mülkiyet ilişkilerinin kuvvetli olduğu bir kapitalist kent ortamında bu kadar mülksüzleşmiş grupların nasıl tutunduğunu anlayabilmek köken toplumundaki mülksüzlüğü anlamakla mümkündür.
Burada, mutenalaştırma meselesi önemli bir başka faktördür. Bölgedeki kentsel dönüşüm politikası büyük ölçüde elitist bir bakış açısına dayanmaktadır. Ancak, bu bölgedeki bekâr odası habitatı ile bekârların habitusu arasında çok kuvvetli bir ilişki bulunduğundan devletin bölgeyi mutenalaştırması imkânı çok zordur. Bu, batı metropollerindeki mutenalaştırma faaliyetlerinden farklı olarak bölgenin dönüşümünü devlet eliyle yapmanın imkânsızlığını gösteren çok iyi bir örnektir. Burada, kamulaştırma, dönüştürme için yeterli değildir. Mutenalaştırma, ancak özelleştirme, yani işin toplu olarak özel bir firmaya devredilmesi ile gerçekleşebilir.
Öte taraftan, Arlı’ya göre, Süleymaniye bölgesinin tek başına dönüşümü yeterli değildir. Mercan’ın, Eminönü-Merkez’in, Kadınlar Pazarı’nın, Saraçhane’nin de bir bütün olarak dönüştürülmesi gereklidir. Nitekim bölge ne Chicago gettosuna benzemekte, ne Fransız banliyösüne, ne de bir Hindistan’a. Daha çok şahsına münhasır dinamiklere sahip bir alandır. Teorik ezber içerisinde “yeniden üretilmesi imkânsız özgünlükler” taşıyan bölgenin, mutenalaştırma çalışmalarının birebir Batı modellerinden adapte edilmesi imkânsızdır.