Sultanın Casusları: XVI. Yüzyıl Akdeniz’inde İstihbarat Savaşları
Tez-Makale sunumlarının yüz otuz sekizincisinde Emrah Safa Gürkan, 2012’de Georgetown Üniversitesi’nde tamamladığı “Espionage in the 16th Century Mediterranean: Secret Diplomacy, Mediterranean Go-Betweens and the Ottoman Habsburg Rivalry” isimli doktora tezi çerçevesinde misafir edildi.
Öncelikle doktora tez konusunu nasıl şekillendirdiğine değinen Gürkan, tezinde ilkin Osmanlı korsanlığı üzerine çalışmayı planlar. Bu süreçte konuyla ilgili Osmanlı arşiv kaynaklarının daha çok kurumsal bir bakış açısı verdiğini tespit eden Gürkan, tamamlayıcı nitelikte Avrupa’daki arşivlerden de yararlanır. Simancas ve Venedik Arşivi en çok yararlandığı yabancı arşivlerdir. Ayrıca Marino Sanudo’nun günlükleri ve Charriere’in Négociations de la France dans le Levant’ından da istifade eder. İspanya ve Venedik arşivleri gibi merkezlerde ve diğer diplomatik kaynaklarda korsanlarla beraber, kendisinin go-betweens yani “gidip gelenler” olarak adlandırdığı, korsanlara benzeyen casus, muhbir, sabotajcı, siyaset simsarı gibi kişilerin faaliyetlerine rastlar ve bu kişilerin faaliyetlerini inceler.
İlk olarak tezinin kavramsal çerçevesine odaklanan Gürkan’a göre, on altıncı yüzyıl, merkezî devletin tebarüz ettiği bir dönemdir. Bu bağlamda bürokrasi ve benzeri alanlardaki değişikliklerin yanında istihbaratta ortaya çıkan değişiklikler ve bürokratikleşmenin derecesi gibi soruların ardına düşen Gürkan kavramsal çerçeveye dair iki önemli kavramı öne çıkarır. Bunlardan ilki, Geoffrey Parker’ın grand strategy kavramıdır. Yani imparatorlukların devamlı takip ettikleri bir stratejileri, bir yol haritaları var mıdır? Parker, bu konuyu ele alırken İspanyolların bilgi toplama ve kategorize etme konusunda çok geliştiklerini ve bu bilgileri bir yol haritası oluşturmak için nasıl değerlendirdiklerini aktarmaktadır. Diğer kavram go-betweens kavramıdır. Gürkan bu kavramla kültürel farklılıkları ve imparatorluklar ötesi geçmişleri olan kişileri tarif eder; Calabria’da Katolik olarak dünyaya gelen, esir düşen, sonradan Müslüman ve kaptan-ı derya olan, Cezayir’de üne kavuşan Uluç Ali Reis gibi kişileri. Uluç Ali Reis gibiler her iki tarafın kültürel kodlarını bilmektedirler. Bu becerilerini de birbirinden haber almak, birbirilerine karşı casusluk yapmak ve gizli görüşmeler yapmak isteyen merkezî devletlerin hizmetine sunarlar. Bu kişiler tüccar, köle, hacı olabilirler. Gürkan, bu tip kişilerin birbirileriyle çatışma hâlindeki devletleri, başkentleri üzerinden nasıl birbirine bağladıkları sorusuna eğilir.
Diğer taraftan, on altıncı yüzyılda iki büyük imparatorluk sahnededir; Osmanlı ve Habsburg. Habsburg İmparatorluğu II. Philip zamanında Osmanlılara meydan okumuştur. Bu dönemde Habsburglar, Osmanlıların ne yapacaklarına dair haberi öncesinden nasıl alabileceklerini bulmaya çalışırken, Osmanlılar da Habsburgların zayıflığından nasıl haberdar olacaklarına kafa yormaktadırlar.Bu minvalde, tezin birinci bölümü, bilgi ile strateji arasındaki ilişkiyi ele alır. Bu manada “bir sermaye olarak bilgi ne anlama gelmektedir?” noktasında grand strategy kavramını kullanan çalışmalara yöneltilen eleştirileri değerlendiren Gürkan’a göre bu çalışmalar teleolojiktir, yani olan biteni geçmişe doğru ele alıp, belirli bir rasyonalitenin varlığını ispatlamaya çalışırlar. Gürkan ise karar alıcıların ne bildikleri, önlerine gelen ham bilgileri nasıl işledikleri ve değerlendirdikleriyle ilgilenir. Eleştirilen diğer bir husus ise devletin yeknesak bir bütün olarak görülmesidir. Konu edilen yüzyıl, bürokrasinin merkezileştiği ve kurumsallaştığı bir dönemdir. Merkezî devlet gelişirken istihbarat da kurumsallaşmıştır. Böylece, bir taraftan kriptografi, stenografi gibi teknikler ortaya çıkarken diğer taraftan yerleşik hâle gelen tüccarlar ve daha sonrasında devlet kendi posta sistemlerini kurmuşlardır.
Tezin ikinci bölümünde bir meslek olarak casusluk değerlendirilmektedir. Casuslar tüccar, hacı gibi belirli mesleklerden gelirler. Bu kişilerin sosyal arka planları, nasıl seçildikleri ve devletle nasıl bir güven ilişkisi kurdukları, networkleri gibi konular bu bölümde öne çıkan konulardır. Üçüncü bölümde ise Habsburg İmparatorluğu yönetiminin merkezîleşmesi ve istihbarat yapısının ne derecede kurumsallaştığı incelenir. Burada Habsburgların Doğu Akdeniz’de kurdukları istihbarat ağlarına değinen Gürkan, Venedik’in dönem itibariyle birçok devlet için önemli bir istihbarat merkezi olduğunu belirtir. İstihbarat ağlarında para ve bilgi aktarımlarının nasıl gerçekleştiği de yine bu bölümde değerlendirilir.Habsburgların İstanbul’da kurduğu bir istihbarat ağının 40 yılı dördüncü bölümde anlatılmaktadır. Napoli’deki bir beylerbeyinin İstanbul’daki ajanları nasıl kontrol ettiği, diplomatik bir mevcudiyetin bulunmadığı İstanbul’da nasıl bir sistemin uygulandığı bu bölümün ana sorularıdır.
1560’daki Cerbe Savaşı, istihbarat ağının gelişiminin dönüm noktasıdır. Savaş sonrasında Pera’ya çok fazla İspanyol ve İtalyan yerleşir. Mühtedi, esir veya subay olan bu şahıslar çeşitli temaslarda bulunurlar ve casusluk yapmak isterler. Donanmanın denize ne zaman açılacağı gibi konularda haber göndermek; donanmaya, tersaneye sabotaj; bazen suikast ve önemli atamalarda ve kararlarda rüşvet gibi faaliyetler bahsedilen casusluk faaliyetlerinin başlıcalarıdır.Gürkan, bu noktada, siyaset simsarlığı kavramını öne çıkarır. Venedik doçunun oğlu Alvise Gritti ve Joseph Nasi gibi kişiler belirli kişiler elde ettikleri bağlantılarla, Akdeniz’in birçok yerindeki ticari irtibatlarla sarayda etkili bir güce kavuşurlar. Gürkan bu kişilere David Passi’yi de eklemektedir. Passi, Ragusa, Venedik’te faaliyet gösteren Portekizli bir Yahudi tüccardır. 1570’lerde Piyale Paşa’nın kapıcıbaşıyla irtibat kurduğu söylenen Passi, Habsburglarla da casusluk yapmak için yazışmaktadır. 1580’lerde Osmanlı başkentinde beliren Passi’nin Nurbanu Sultan ile çok yakın ilişkileri bulunmaktadır. Venedik elçisine göre Passi, sultan ile doğrudan görüşebilen ve içeriden desteklenen bir kişidir. Passi’nin Akdeniz’in birçok bölgesinde ajanları bulunmaktadır. Sahip olduğu bilgi ağı sultanın da gözüne girmesini sağlar. Passi 1590’larda olası bir Osmanlı-İngiliz-Fransa-Portekiz ittifakında da kilit adamdır.
Sürgündeki Boğdan prensini rüşvetle başa geçirmeye çalışmaktan, sultanı Balkanlardan gelen şaraplara ek vergi koymaya ikna etmeye varıncaya kadar Osmanlı siyasetinin iç işlerine ve birçok ekonomik faaliyete de karışan Passi, 1589’daki yeniçeri ve sipahi isyanlarına yol açacak tağşişli para uygulamasının da mimarıdır. Darphane ve şarap iltizamları almış ve esir aracılığı yapmıştır. Özetle, uluslararası bir tüccar ve bilgi taciri olan Passi, para ve siyasi etki için bilgi satmakta, esir aracılığı ve diplomatlık yapmaktadır. Gürkan’a göre go-betweens tam da Passi gibi kişilerdir.
Son bölümde Osmanlı istihbaratı incelenir. “Kurumsallaşmış bir Osmanlı istihbaratı var mıdır? Devlet merkezileşirken istihbarat ne ölçüde merkezileşmiştir?” soruları bu bölümün temel sorularıdır. Gürkan’a göre, Osmanlılarda bilgi toplama önemlidir, fakat Habsburglar ve Papalıktaki gibi bir karar alma mekanizması bulunmamaktadır. Kriptografi ve stenografi gibi teknikler kullanılmaz. Bilgi daha çok sözel mesaj yoluyla iletilir. Kararlar yerinde verilir. Mesajı verenin elindeki hükümler ve fermanlar konuyla ilgili pek bilgi içermez. Sadece bir kimlik veya pasaport görevi görür.Bu hususla ilgili diğer bir nokta da Habsburglarla Osmanlıların bilgi ilettiği güzergâhların farklılığıdır. Habsburglar için, Madrid’den Napoli’ye gidilirken birçok yabancı topraktan geçilmektedir. Bu yüzden şifreli iletişim önem kazanmaktadır.
Sonuç olarak, gidip gelenlerin, yani go-betweenlerin hikâyeleri Akdeniz’in medeniyetler arasında ikiye bölünmediğini bize göstermektedir. Ayrıca bu süreçlerde Osmanlı siyasi kültürünün başka bir yüzünü görebilmekteyiz. Devletin bir çıkar dağıtıcı olarak işleyişi öne çıkmaktadır. Bu anlamda merkezî devletin demistifikasyonu önem taşımaktadır.