Türk Modernleşmesi Süreçleri ve Yeni Bilen Tipoloji

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği ve Türkiye’de bilen öznenin problematize edilmesinin amaçlandığı Entelektüeller toplantı dizisinin, yedinci oturumu Necdet Subaşı ile gerçekleştirildi.

Aydın kavramının kısa tanımıyla başlayan sunum, kavramın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve sonrasında da günümüze kadar geçirdiği değişimlerin tartışılmasıyla devam etti. Subaşı’na göre, aydın tarihsel bir kavram olup rol ve işlevleri açısından dünü ve bugünü benzerdir. Aydına atfedilen muhalif doğa, iktidarın ürettiği bilgi kalıplarıyla hesaplaşan, düzene karşı duran, baskın paradigmanın dışına çıkan bir karakter olarak toplumda yer edinmiştir. Aydın olmak bu tarihsel algı sebebiyle hem devlete hem de diğer gruplara karşı mesafeli olmayı ve içinden geldiği gruba aidiyeti güçlü kılmayı gerektirmektedir. Bu grup aidiyeti, Subaşı’nın aydın yaklaşımında önemli bir nokta teşkil etmektedir.

Aydın/münevver, toprak kaybedilen ve parçalanma tehlikesiyle yüz yüze kalınan bir dönem olan on dokuzuncu yüzyıldan itibaren tercüme faaliyetleriyle kavram dünyamıza girmiştir. Cumhuriyet öncesi modernleşme sürecinde amaç, imparatorluğun kurtarılması olduğu için aydın dili, toplumun genel meşruiyet çerçevesine uygun olarak dini hassasiyetlerle barışık bir tutum izlemiştir. Bu bağlamda aydınların Batı’dan taşıdıkları her argümanı İslâmlaştırdığını söyleyebiliriz. Örneklerini Tanzimat Fermanı’nın İslâmî jargonunda ve reformların Şeyhülislam fetvasına dayanmasında bulmak mümkündür.

Subaşı’na göre genelleme yapmak zor olsa da, dönemin yaygın aydın imajı, kendi ürettiği değil, Batı’dan aldığı kavramlarla mevcut durumunu değerlendiren ve kendinden olana tepeden bakan bir seçkinci konumundadır. Bu durum Osmanlı’nın ve sonrasında da Cumhuriyet’in Batı’dan aktardığı modern yapıyı tam olarak anlayamamasının bir sonucudur.

Kemalizmin aydına yüklediği anlam, kurulan bu yeni düzenin temel kültürel kodlarını halkın içselleştirmesine ışık tutacak, yani halkın bilinçlendirilmesine yardım edecek bir misyoner faaliyetidir. Bu yapıda aydın ya devletinin yanındadır ve devleti topluma taşıyandır ya da vatan hainidir ve sindirilmesi gerekir. Muhalif karakterinden ötürü solda daha uzun bir geçmişe sahip olan aydın kavramı, İslâmî kesimler arasında ise Cemil Meriç, Ali Bulaç ve Ali Şeriati ekseninde tartışılmaktadır.

Subaşı sunumunda aydın kavramını daha iyi biçimlendirmek için entelektüel ile olan farkına önemli bir yer verdi. Bir bilme biçimi olarak entelektüel, mevcut bakış açılarınızorlayan perspektifi ile herhangi bir gruba aidiyeti olmayan böylece toplumsal değerlendirmelerinde tarafsız kalabilen düşünürdür. Aydın ise ülkemizde her zaman bir gruba aittir ve ideolojik olarak bu aidiyetine uygun konuşur. Sabiteler ve parametreler belli olmadığı için entelektüel olmak çok daha zordur.

Subaşı’nın dikkat çektiği farklılık neticesinde, aydın olmak bir nevi aidiyetinin sözcüsü olmayı da beraberinde getirir ve Türkiye’de bu anlamda binlerce aydın olduğu söylenebilir. Ama entelektüel olmak, içinden geldiği düzenle hesaplaşabilen ve gerektiğinde bunun dışına çıkabilen, eleştirel düşünceyi sindirmiş bir fikir dünyası gerektirir. Entelektüel bu anlamıyla bir hakikat taşıyıcısıdır.

Entelektüeli de aydını da toplum yetiştirmesine rağmen eleştirel geleneğe açık olmayan hatta birbirini dinlemeye bile tahammül göstermeyen bir toplumda entelektüel yetiştirmek güçtür. Bu nedenle Subaşı’na göre Türkiye mevcut eğitim sistemiyle ancak aydınlar üretebilir. Bugün hâlâ grupların ötesinde olup genel değerlendirmeler yapabilen ve böylelikle de değişen koşullarda aidiyetlerine uygun değil, genelin çıkarına uygun konum aldığı iddia edilen düşünürlerin tarafsız değil, güvenilir olmayan kişiler oldukları yaygın kanaattir.

Sunumunda aydın ve entelektüel farkını grup aidiyetini merkeze alarak temellendiren Subaşı, günümüz koşullarını da bu şekilde değerlendirerek konuşmasına son verdi. Toplantı soru ve cevap kısmı ile devam etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir