Türkiye’de Kimlik Konularını Çalışmak

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin uzun bir süredir yürüttüğü “Türk Sosyolojisinde Çağdaş Yönelimler” toplantı dizisinin Aralık ayı konuğu, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi, Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisi Polat Alpman’dı. Polat Alpman Türkiye sosyal bilim alanındaki kimlik çalışmalarının gelişme/gelişememe dinamikleri üzerine bir analiz gerçekleştirerek, Türkiye’deki kimlik çalışmalarının, “kimlik sosyolojisi” olmadığını, esasen “kimlikler üzerine bir sosyoloji” olduğunu ileri sürdü.

Kimlik çalışmalarının Türkiye’de almış olduğu tarihsel biçimin analizine geçmeden önce Alpman, genel olarak sosyal bilim yazınındaki kimlik çalışmalarının tarihiseyrinin ve genel epistemolojik, metodolojik eğilimlerin analitik bir sunumunu gerçekleştirdi. Ortakduyusal bir nosyon özelliği taşıyan “kimlik” olgusunun muhtelif bilim pratikleri (sosyal psikolojiden siyaset bilmine) tarafından nasıl nesneleştirildiğini ortaya koydu. Çetrefilli bir nosyon olan kimliğin, en yalın tanımının “kişinin kendisini tanımlama” tarzı olduğunu söyleyen Alpman, “ben kimim” sorusunun cevabı olarak gündeme gelen kimlik kavramının farklı kategorilere sahip olduğunu belirtti: (i) moderniteyle birlikte meydana gelen bireysel kimlikler; (ii) belirli topluluk ve kümelere işaret eden grup kimliği; (iii) cinsel kimlikler; (iv) ulusal ve etnik kimlikler ve son olarak (v) medeniyet kimliği. Sosyal psikolog H. Tajfel’e referansla Alpman, bu kimliklerin dört farklı mekanizmayla işlediğini belirtti; kategorikleştirme, özdeşlik kurma, karşılaştırma ve ayrıştırma mekanizmaları. “Birey”, “kişi” ve “insan” kavramları üzerinden gelişmiş çalışmaların Avrupa-merkezli niteliğe sahip olduğunu iddia ederek, bu ontolojik birimlerin Avrupa dışındaki toplumların kimlik tasarımlarını ve onların siyasal pratiklerini açıklamak bakımından uygun teorik çerçeveler olmadığını belirtti.

Alpman analizini, bilimsel pratiklerin siyasal ve toplumsal süreçler tarafından biçimlendiği argümanı üzerine bina etti. Analizinin tarihsel arka planına dair şöyle bir anlatı kurdu: Osmanlı İmparatorluk düzeninin dayandığı düalist kimlik yapısı (millet-i hâkime olarak “müslüman tebaa” ve millet-i mahkûme olarak “gayrimüslimler”), Cumhuriyet döneminde etno-dinsel bir yapıya bürünüyordu. Kimlik konusunda dinî kategorilerden ulusal kategorilere doğru yaşanan transformasyon krizlere neden oldu ve bu süreç hâlâ devam ediyor. Belirli kimlikler temelinde biçimlenen siyasal yapı, kategori dışı kalan kimliklerin siyasal mekanizmalardan dışlanmasına yol açtı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde ortaya çıkan bunalımlar “kimlik” meselesini en can alıcı sorun olarak koymakla birlikte, kimlik sorunu siyasal bir sorun olarak kodlanıp devletlilerin siyasasına bırakılmış ve hiçbir biçimde akademik bir ilginin konusu olmamıştır. 1980’lerin Özal’lı yıllarında uygulanan ekonomi politik rejim, birtakım toplumsal problemleri gündemleştirdi. Ekonomik liberalleşmeye eşlik eden siyasal liberalleşme farklı toplumsal kimliklerin ön plana çıkmalarına neden oluyordu. Ortaya çıkan yeni sorunlar, modernleşme/Batılılaşma sürecinin başından itibaren var olan kimlik bunalımlarına yeni bir boyut kazandırdı. Kemalist modernleşme projesinin sırtını döndüğü “Osmanlı”, Özal’ın neo-muhafazakar politik söyleminin ana motifi haline geldi. 90’lı yıllar ise ulusalcılık ile milliyetçilik ayrışmalarının kristalize olduğu yıllardı. Bu süreçte özgün olarak “İslâmcılık” akımı toplumsal ve kamusal bir görünürlüğe ulaşmıştı.

1980 sonrasında açığa çıkan tabloda, sınıfsal taleplerden kimliksel taleplere doğru yaşanan toplumsal hareketler dinamiği, “kimlik” çalışmalarının akademikleşmesine neden oluyordu. Modernleşme sürecinin almış olduğu yeni biçimler üzerine akademik çalışmalar yayınlanmaya başladı; cumhuriyetçi kadınlarla ve İslâmcı kitlelerle yapılmış çalışmalar tipik örneklerdir. 1980 öncesi kimlikler üzerine yapılan çalışmaların ana karakterinin, devletin kimlik politikalarına teorik bir çerçeve tedarikçiliğinin ötesine geçmediğini belirten Alpman, bunun istisnasının ise İsmail Beşikçi’nin çalışmalarının olduğunu söyledi. İlgili süreçte; modernleşme, Batılılaşma, üretim tarzları, toplumsal yapı değişimleri gibi klasik sosyolojinin makro ilgilerinin yerini, kimlik ve kültür karşılaştırma ve ayrıştırma mekanizmaları aldi. “Birey”, “kişi” ve “insan” kavramları üzerinden gelişmiş çalışmaların Avrupa-merkezli niteliğe sahip olduğunu iddia ederek, bu ontolojik birimlerin Avrupa dışındaki toplumların kimlik tasarımlarını ve onların siyasal pratiklerini açıklamak bakımından uygun teorik çerçeveler olmadığını belirtti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir