Varoluşçu Teoloji
Varoluşçu Teoloji kitabının yazarı Latif Tokat, “insanın somut durumdan hareketle teolojiyi yeniden düşünme denemesi” olarak tanımladığı varoluşçu teoloji üzerine bir sunum gerçekleştirdi.
Konuşmasına teolojinin mahiyetine değinerek başlayan Tokat, hâlihazırda iki tür teoloji yapma biçimi olduğunu, Bunlar rasyonel veya doğal teoloji ile vahye dayalı dogmatik teoloji olduğunu ifade etti. İlkinde insanın bilişsel yeteneklerinden hareketle dinî verilerin rasyonelleştirilmesi söz konusu iken, ikincisinde Tanrı ve ilahî mesaj merkezli teoloji yapılır. Tokat, tam bu noktada neden varoluşçu teolojiye gerek olduğunu açıkladı. Buna göre, varoluşçu teoloji her ikisinden farklı olarak insanın içerisinde bulunduğu şartları ve nasıl bir varlık olduğunu dikkate alır. Zira anlaşıldığı kadarıyla Tokat’a göre, varlık ancak insanın gözüyle anlaşılabileceğinden, teoloji yapmak için de insana fenomenolojik vakıa olarak yaklaşmak gerekir. Bu bağlamda klasik İslâm kelamını değerlendirip, başta Tanrı insan ilişkisi olmak üzere, dinî düşüncede kusurlar olduğunu, her ne kadar on birinci ve on ikinci yüzyıllarda tasavvufta geliştirilen varlık felsefesi ile söz konusu durum aşılmaya çalışılmışsa da, bugün yeni bir ilahiyat yapma biçimine gerek olduğunu ve kendi çalışmasının da buna yönelik bir çaba olarak görülebileceğini ifade eden Tokat, sunumunu iki aşamada devam ettirdi. İlk olarak söz konusu şartların neler olduğunu ve ikinci olarak da bu şartlardan hareketle dinî düşünmenin ne anlama geldiğini açıkladı.
Tokat, çalışmasının bir anlamda zeminini tutması bakımından önemli olan insanın somut durumunu varoluşçu felsefenin konuya ilişkin düşüncelerinden yararlanarak sıraladı. Kısaca belirtmek gerekirse bunlar; insan salt bir ego veya varlıktan tamamen bağımsız, varlığı kendi karşında obje olarak aldığı bir yapı içerisinde değildir. İnsan bağlamda zaman ve mekân içre yaşar. Dahası sürekli iyi-kötü, güzel-çirkin, süje-obje gibi kategorik ikiliklerle karşılaşır. Şeyler arasında ama şeylerden de farklı olduğunun farkındadır. O adeta dünyaya atılmıştır. Hem birey hem de toplumsal bir varlıktır. Benlik olabilmek için daima başkalarına ihtiyaç duyar. Hem özgürdür hem de kadere mahkumdur. Özgür olması nedeniyle suçluluk hissine kapılır. Hem sonlu (ölümlüdür), hem de sonsuzu hisseder. Hem zamansal hem de tarihseldir. Zamansal olmak eşyaya has iken tarihsellik sadece insana özgüdür. Tokat insanın bu durumunu, Heidegger’e dönerek bir kez de onun cümleleriyle “insan şeylerle birlikte, Tanrıların huzurunda gök altında ve yeryüzünde bir ölümlü olarak ikamet eder” şeklinde ifade etti.
Heidegger’e göre, yukarıda ana hatları verilen çerçeve, epistemolojik ve ahlâki belirsizliğe ilişkin problemleri taşıdığı gibi, insanda temelsizlik, anlamsızlık hisselerine ve kaygıya yol açar. Ardından Tokat insanın bu gerilimle baş edebilmek için iki tavırdan birini benimsediğini öne sürdü. Ya özgürlüğünü unutup kendi varlığını görmezden gelip, topluma, başkaları içine, eşyaya kendisinibırakıp, kendini kaybetme durumuna kendini terk etmeyi ya da tüm kaygı verici durumları üstlenerek sahici, otantik insan olmayı tercih edebilir. Tokat’a göre, söz konusu ayrımda “niçin devam etmeliyim?” sorusunun muhtemel üç farklı cevabı vardır: nihilizm; umutsuzluk ya da saçma veya bir şeye iman.
İnsana ilişkin fenomenolojik betimlemesinin ardından Tokat, dikkatleri tekrar teolojiye çekti ve şu soruyu gündeme getirdi: “Çizilen bu çerçevede teoloji bize ne söyleyebilir? Dinî verilerden hareketle insanı nasıl anlayabiliriz?”
Tokat, ilk olarak Kierkegaard’ın imana “tutkulu bir kabul etme ve bir kahramanlık” gözüyle bakmasını hatırlatarak, inanmayı bir seçim, hayati bir karar, özgürlüğün en üst seviyede kullanıldığı bir eylem olarak tanımladı. Ona göre, Tanrı inancı ile varoluşsal kaygı durumu büyük oranda ortadan kalkar. Bu bakış açısıyla Tanrı artık tüm problemlerin cevabını veren, insanı koruyup gözeten, kollayan konumdadır. Artık Tanrı birtakım delillerin konusu değildir. Teolojinin konularına bu gözle bakmayı ve ilahî mesajı da aynı şekilde varoluşçu bir açıdan okumayı öneren Tokat, Hz. Adem’in hikayesini örnek olarak ele aldı. Aslında Adem kıssası kaygı durumunu anlatan bir hikâyedir. İnsanın kendi varoluş şartlarını, durumunu, ruh halini bulduğu bu hikâyede adeta insanın hataya mahkum bir varlık olduğunu buluruz. Yine ölümsüzlük düşüncesi, Cennet ve Cehennem insanın yokluk düşüncesinin bertaraf edilmesidir. Peygamber ise insanın somut durumuna ilişkin şartlarda dahi otantik insanın olabileceğini gösteren kişidir.
Tokat, kutsal kitabın her ne kadar evrensel ilkeler beyan ediyor olsa da, en temelde insana varoluşsal sorunlarına ilişkin bilgi verdiğini gözden kaçırmamak gerektiğini ve bu anlamda ne geleneği ne de çağı mutlaklaştırmadan problem merkezli ilahî mesajı anlamaya yönelmek gerektiğini dile getirerek sunumunu tamamladı.
Daha sonra soruları cevaplayan Tokat, kendisinin varoluşçu felsefe yapmadığını ya da varoluşçu felsefenin sorunlarını konu edinmediğini, insanın varoluşsal serüveni açısından teolojinin durduğu yeri yeniden anlamaya çalıştığını ısrarla vurguladı.