Balkanlardaki İlk Osmanlı Şehirlerinin Teşekkülü: Yeni Bir Epistemolojik Yaklaşım
Bilim ve Sanat Vakfı, Türkiye Araştırmalar Merkezi tarafından yürütülen Balkan Tarihi Konuşmaları temalı toplantı serisinin dördüncü oturumunun konuğu Ourania Bessi’ydi. Bessi oturumda “Balkanlardaki İlk Osmanlı Şehirlerinin Teşekkülü: Yeni Bir Epistemolojik Yaklaşım” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi.
Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğunda hem fethedilen mevcut şehirler yeni bir anlayışla mamur edilmiş hem de yeni şehirler imparatorluğun İslam karakterini de yansıtacak şekilde imar edilmiştir. Bessi konuşmasında, erken dönem Osmanlı dokularının değerlendirilmesi için gerekli epistemolojik çerçeveyi yeniden kavramsallaştıran ve özellikle Osmanlı şehrinin tipolojisini yeniden ele alan Osmanlı kent bilimi alanındaki gelişmeleri dile getirdi. Buna göre, Osmanlı şehirlerinin kuruluşundan itibaren düzensiz bir yapılaşmayla mı geliştikleri yoksa şehirlerin başından itibaren planlı bir yapılaşmanın ürünü mü olduğu çalışmanın temel hedefini teşkil etmektedir. Bu çerçevede “Osmanlının ürettiği bir şehir tipolojisi var mıydı?” sorusuna cevap arayan Bessi; çalışma kapsamında Gümülcine, Siroz, Yenice/Vardar ve Dimetoka’da yaptığı vaka çalışmaları neticesinde, eğer böyle bir şehir tipolojisinden bahsedilecekse bunun Osmanlının ilk fetihlerinin gerçekleştiği Balkanlarda aranması gerektiği sonucuna ulaşır.
İslam şehirlerinin kuruluşlarını inceleyen, özellikle Osmanlının geliştiği Akdeniz kıyısındaki şehirlerin oluşumunu organik mahalle dokusuyla açıklayarak gerçekte kente dair yeni eklemeler yapılmadığını iddia eden önyargılı batılı oryantalistlerin aksine genelde İslam şehirlerinin özelde ise Osmanlı şehirlerinin bir iç bütünlüğünün olduğu yapılan son çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Bu noktada C. V. Sande, Kuzeybatı Anadolu ve Balkanlarda kurulan İslam şehirlerinin Arap ve batı şehirlerinden farklılaştığını ve eğer orijinal bir Osmanlı kent tipi morfolojisi varsa bunun bu bölgelerde ortaya çıktığını savunmaktadır.
Ortaçağ boyunca hem Avrupa şehirlerinde hem de Bizans’ın Balkan şehirlerinde iç ayaklanmalar ve dış saldırılara karşı müstahkem surlar, kuleler ve sarnıçlar inşa edilmiştir. Bu durum şehir içinde şehir türünde bir yapılanmayı ortaya çıkarmıştır. Fakat Osmanlılar Balkan şehirlerini ele geçirdiklerinde sur içindeki şehri marjinalleştirerek sur dışında, ama surların yakınında, kendi şehirlerini kurmuşlardır. Selçuklu şehirlerinde de görülen bu durum zamanla Osmanlı şehirlerinde morfolojik farklılaşma ile birlikte külliyeleri, pazarları, sosyal alanları ile orijinal bir yapıya bürünmüştür. Bu noktada Osmanlılar eski Bizans şehrinin surdan sonra açılan ulaşım güzergâhlarını kullanarak yeni yerleşim alanlarını bu yolların çevresinde geliştirirler. Böylece Osmanlılar fethettikleri Bizans şehirlerini dışarıda bırakarak ama tamamen yok saymadan çeperde yeni şehirler oluşturur, Bizans şehrini de bu çepere eklemleyerek. Bu sebeple Bessi’ye göre, morfolojik kavramsallaştırmalar incelendiğinde çok kültürlü ve çok katmanlı oluşan şehirlerde Osmanlı deneyiminin müstesna bir yere sahip olduğu görülmektedir. Bu bağlamda genelde doğu toplumlarının özeldeyse Osmanlı toplumunun çok kültürlü ve çok katmanlı yapısı dikkate alındığında Osmanlı şehirleri için “tek tipte” şehirlerdir varsayımında bulunmak doğru değildir. Bu nedenle Osmanlı şehirleri tasnif edilecekse Osmanlı-Balkan ve Arap-Osmanlı şeklinde iki ana başlıkta tasnif edilmelidir.
Bessi, günümüzde tahrip olan ve modernitenin getirdiği pek çok araçla yok edilen Osmanlı Balkan şehirlerinin morfolojik yapısının gerçek durumunun ancak arkeolojik, antropolojik ve tarihi belgelerin ışığında disiplinlerarası bir çalışma ile anlaşılabileceğini vurgulamaktadır. Sonuç olarak Bessi, Osmanlı şehrinin “şehirlerimizi oluşturmak için sizin duvarlarınıza veya herhangi bir cadde planınıza ihtiyacımız yok, araziyi okuma bilgimizle sizin tahrip olmuş alanlarınızı yeniden oluşturabiliriz” cümlesi ile özetlenebileceği görüşündedir.