Kalkınmayı Yeniden Düşünmek: Alternatif Teoriler, Yeni Yaklaşımlar
Küresel Araştırmalar Merkezi, “kalkınma” kavramını yeni araştırmalar ve farklı bakış açıları ışığında yeniden yorumlamak ve tartışmak için mayıs ayında düzenlediği “Kalkınmayı Yeniden Düşünmek: Alternatif Teoriler, Yeni Yaklaşımlar” başlıklı panelde T.C. Merkez Bankası Meclis Üyesi Doç. Dr. Ahmet Faruk Aysan’ı, Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Devrim Dumludağ’ı ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Dr. Özge Gökdemir’i konuk etti. Toplantının başında, aslında iktisadi alanda 1960’ların ve 1970’lerin popüler konusu olan kalkınmanın günümüzde de önemli bir konu olma yolunda ilerlediği ve bu bağlamda panelde kalkınma üzerinde durulacağı belirtildi.
Ahmet Faruk Aysan diğer konuşmacılar için giriş niteliği taşıyan, kalkınmayı yeniden düşünmeye dair görüşlerini paylaştı. Devrim Dumludağ ile birlikte yayına hazırladıkları Kalkınmada Yeni Yaklaşımlar (İmge Kitapevi, 2014) adlı kitap üzerine konuşan Aysan, kalkınma söylemlerinin 1980’lerden sonra büyüme ve makro ve mikro ekonominin diğer alanları ile yer değiştirdiğini vurguladı. Fakat özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra kalkınma kavramının yeniden gündeme geldiğini belirtti. Aysan, Türkiye’de kalkınmanın genel olarak 1960’lardaki literatür çerçevesinde bağımlılık teorileri üzerinden anlatıldığını, ancak kalkınmanın artık 1960’lardaki ve 1970’lerdeki eski anlamlarını yitirdiğini, yeni yatırımlarla birlikte -sanayileşmenin ve devletin nasıl organize edileceğinin ötesinde- yeni anlamlar kazandığını söyledi. Bu yeni anlamları toplumun dönüşümü, kurumların dönüşümü, demokrasi ve hatta insanların mutlu olup olmama durumu olarak adlandırırken “Kalkınma artık mutluluk ve insani kalkınma endeksi ile tanımlanıyor” vurgusu da yaptı. Artık daha özgün ve doğru sorular sorulması gerekliliğinin altını çizen Aysan’a göre, “Türkiye orta gelir tuzağının içerisinde mi değil mi?” yerine “Türkiye bu orta gelirliliği tercih edip yanında sağlık, eğitim gibi diğer insani değerlere de yer verebilir mi?” gibi soruların sorulmasının daha anlamlı olacağına dikkat çekti. Aysan, bu soruları sormak için de kalkınmaya yeniden bakılması ve kalkınma adı altında olmasa da bu alanda yeni alternatiflerin, yeni yaklaşımların varlığının bilinmesi gerektiğini vurguladı.
Özge Gökdemir, kalkınmaya farklı bir bakış getirerek “iyi oluş (well-being)” kavramı üzerinde durdu. İyi oluş kavramını açıklamak için “objektif göstergeler” (veriler ve gelir düzeyi), “sübjektif göstergeler” (kişisel mutluluklar) ve her ikisinin oluşturduğu “karma göstergeler”den faydalanan Gökdemir; “tahminî yaklaşım” (bir ülkenin kalkınma oranının eğitim imkânları, gelir düzeyi gibi genel ölçümlerle belirlenmesi) ve “belirgin yaklaşım” (insanların bireysel mutluluğu ön planda tutulurken hayatlarının bir bütün olarak ele alınması) arasındaki farkları da belirterek sunumunu bu çerçevede yaptı. Yaşanılan ortam, sağlık, barınma, boş vakit, gelir, aile yaşantısı, sosyal ilişkiler gibi içerisinde çeşitli anlamları barındıran “iyi oluş” kavramını açıklarken mikroorganizma örneğini kullanarak “dışsal fırsatlar”, “dışsal getiriler”, “içsel fırsatlar”, “içsel getiriler”den bahsetti. Gökdemir bu çerçeveyle ilgili ayrıntılı tanımlamalar yaptıktan sonra, tahmini objektif iyi oluş göstergelerini gayri safi yurtiçi hâsıla, ekonomik refah ölçümü, sürdürülebilir ekonomik refah endeksi, gerçek ilerleme göstergesi, ekonomik iyi oluş endeksi, insani gelişme endeksi, sosyal ilerleme endeksi ve sosyal gelişme endeksi olarak sıraladı. Bu endekslere göre OECD ülkeleri sıralanmalarında genel olarak Türkiye’nin son sıralarda ve Meksika ile rekabet içerisinde olduğu görülüyor. Gökdemir daha sonra hem objektifliği hem sübjektifliği içinde bulunduran belirgin karma göstergeleri iyi yaşam endeksi, mutlu yaşam beklentisi, mutlu gezegen beklentisi ve gayri safi mutluluk maddeleri ile tanımladı. Yine OECD ülkeleri arasında İzlanda’nın 62 yıl mutlu yaşayarak birinci, Moldova’nın ise 20 yılla sonuncu olduğu mutlu yaşam beklentisi göstergesine göre Türkiye 40 mutlu yaşam yılına sahip. Son olarak belirgin sübjektif gösterge olarak dünya mutluluk sıralaması üzerine konuşan Gökdemir, yapılan anketlere göre gelişmişliğin mutluluk ile paralel olduğunu söyleyerek buradan “Belirli bir zamanda, ekonomik olarak gelişmiş ülkeler, ekonomik olarak gelişmemiş ülkelere göre kesinlikle daha mutludur” sonucuna ulaştı.
Gökdemir, Devrim Dumludağ’ın sunumu için teorik bir arka plan oluşturan konuşmasını üç önemli sonucu vurgulayarak bitirdi. Buna göre, (i) iyi oluş kavramı kalkınmayı da kapsar; (ii) objektiflik ve sübjektiflik, içerisinde hem tahminî hem de belirgin göstergeleri bulundurur; (iii) göstergeler arasındaki bağın zayıf ya da güçlü olması ülkelerin politikalarını yeniden tanımlar.
Devrim Dumludağ, son konuşmacı olarak mutluluk, refah ve fayda üzerinden davranışsal iktisat alanında iktisat ve mutluluk arasındaki bağa odaklandı ve iktisat tarihinde mutluluk kavramına ilişkin yaklaşımları anlatarak konuşmasına başladı. Buna göre, 18. ve 19. yüzyıllar iktisat teorisinde mutluluk, aranan ve altı çizilen bir kavram olmasına rağmen bundan sonraki dönemde daha fazla tüketerek yaşam standartlarını arttırma anlayışının gelişmesi göstergelerin değişmesine neden oldu. Bireysel mutluluk arayışı, yani öznellik azalırken iktisat teorilerinde sadece iyi oluş kavramı kaldı. Böylece bir toplumun iyi durumda olup olmadığını hesaplarken kullanılan göstergeler, o ülkedeki üretim ve kişi başına düşen gelir miktarı olarak belirlendi. Bir diğer deyişle, iktisat ve mutluluk arasındaki ilişki kaybolurken üretim ve tüketim miktarını belirleyici kabul eden “daha fazlası iyidir” anlayışı ortaya çıktı.
1970 sonrası dönemde mutluluk kavramının iktisat ile ilişkisinin yeniden gündeme geldiğini söyleyen Dumludağ, literatürdeki “Mutluluk ve yaşam memnuniyeti aynı mıdır?” tartışmasına dikkat çekti. Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte Dumludağ’a göre bu iki kavram birbirinden farklıdır. Çünkü belli bir zaman diliminde yaşanan olaylar mutlu veya mutsuz olma halini dönemsel olarak etkileyebilir; fakat hayat bir bütün olarak ele alındığında bu memnun olup olmama hali tersine dönebilir. Bu yüzden Dumludağ, belirleyici olarak yaşam memnuniyeti kavramını kabul ederek Amerika’da 1960’tan, Türkiye’de 2003’ten beri her yıl yapılan ve mutluluğa ilişkin soruları da içeren sosyoekonomik anketler üzerinden değerlendirmelerde bulundu. Anketlerden ulaşılan iki gözleme değindi: (i) Gelişmiş ülkelerde ortalama mutluluk, gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksektir ama arada istisnalar vardır; (ii) Bir ülkede yüksek gelirli insanların mutluluk ortalaması düşük gelirlilere göre daha yüksektir. Fakat Dumludağ bu gözlemlere, uzun vadede zenginleşmenin mutluluk getirmediğini de ekledi. Örnek olarak Amerika’nın yirmi yılda iki kat zenginleşmesine rağmen mutluluk oranında bir değişim olmamasını gösterdi. Aynı şekilde Almanya, Fransa, İngiltere gibi diğer gelişmiş ülkelerde zaman içerisinde artan zenginleşmeye rağmen mutluluk oranları değişmedi. Japonya örneğinde ise kişi başı milli gelir oranında büyük bir artış olmasına rağmen mutluluk oranında bir düşüş kaydedildi. Buradan yola çıkarak Dumludağ, iktisat teorisinin savunduğu daha fazla zenginleşme sayesinde daha fazla tüketerek mutluluğa ve faydaya ulaşılabileceği tezinin düştüğü yanılgıya dikkat çekti. Çünkü zenginleşme uzun vadede mutluluk getirmemiştir. Dumludağ bu durumu nispi gelir ve nispi mutluluk teorisine bağladı; zenginleşirken mutlu olmayı engelleyen nedenler arasında sosyal karşılaştırma, adaptasyon ve istekleri sıraladı. 2000-2009 yılları arasındaki mutluluk oranına harita üzerinde bakan Dumludağ gelişmiş ülkelerdeki mutluluk oranının daha yüksek olduğu fakat bu mutluluğun zaman içerisinde artmadığı sonucuna vardı.
Ahmet Faruk Aysan’ın “Kalkınmayı yeniden düşünmek, sadece milli gelire değil içeriğe de bakmayı, sadece sayıları değil sayıların ne ifade ettiğini de düşünmeyi gerektirir” tespiti toplantının bir özeti mahiyetindeydi.