Kırım Kimliği ve Rusya Siyaseti Hakan Kırımlı

Paylaş:

“Kırım, coğrafi konumu ve tarihsel arka planıyla her daim dikkate alınması gereken bir bölge, ancak son gelişmelere kadar ne yazık ki unutulmuştu.” diyerek sözlerine başlayan Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Kırımlı, Kırım’ın iklim, coğrafi özellikler ve kültür bakımından zenginliğine ve stratejik konumuna değindi.  Bu çerçevede bölgenin uzun bir müddet İpek Yolu’na ev sahipliği yaptığını, Kırım Tatarcasının konuştuğumuz Türkçeye en yakın dil olduğunu vurguladı. Kırım Tatar nüfusunun büyük ölçüde bölgeye 11. yüzyılda yerleşen Kıpçak Türklerinin soyundan geldiğini, ancak daha sonra Osmanlı ahalisinden muhtelif halk gruplarının nüfusa karıştığını söyleyen Kırımlı, bugün Türk halkları olarak bildiğimiz pek çok milletin soyunun Kıpçak Türklerine dayandığına da dikkat çekti.

Kırımlı’ya göre, 15. yüzyılda parçalanan Altınorda devletinin bir parçası Kırım Hanlığıydı, başındaki hanedanı da teorik olarak Cengizhan’ın soyundan geliyordu. Resmî tarihte belirtilenin aksine Kırım Osmanlı’nın bir vilayeti değildi; yalnızca Kırım’ın güneyindeki Kefe ve sahil şeridi Osmanlı toprağı sayılıyordu. Kırım Hanlığı, hutbesi han adına okunan ve sikkesi de han adına bastırılan, kendi iç ve dış ilişkileri olan müstakil bir devletti. Hatta 1700’lerin başına kadar Rus Çarlığı’ndan ve Polonya Krallığı’ndan düzenli bir şekilde vergi alıyordu.

1783’te Rus İmparatorluğu’nun Kırım’ı istila ve ilhak etmesi, Kırım Hanlığı için de sonun başlangıcıydı. Bu dönemde Rus kaynaklarına göre Kırım’ın %99’u Müslüman ve nüfusun tamamının konuştuğu dil de Türkçeydi. Bu tarihten itibaren Rus İmparatorluğu’nun her fırsatta Kırım’ı Hristiyanlaştırmak için girişimlerde bulunduğunu belirten Kırımlı, 19. yüzyılın başlarıyla beraber Kırım halkının adeta alt tarafı delinen bir çuvaldan akar gibi Osmanlı’ya göçe başladığını ve bunun Osmanlı’ya yönelen ilk büyük göç dalgası olduğunu belirtti. 1783’ten itibaren dalga dalga Anadolu’ya göç eden Kırımlı sayısının toplamda iki milyona yaklaştığını söyleyen Kırımlı, o zamanki Müslüman Anadolu halkının nüfusunun on milyondan az olduğu dikkate alınırsa bu rakamın muazzamlığının anlaşılacağını söyledi. Rus Çarlığı’nın yıkılmasından sonra Kırım’ın toparlanma eğilimi gösterdiğini, ancak bunun 1920’deki Bolşevik istilasıyla son bulduğunu sözlerine ekledi ve şöyle devam etti: Stalin’in tahakkümü altında geçen yıllar boyunca Sovyet coğrafyasında milyonlarca insan kıyıma tâbi tutuldu; bu rakam Kırım özelinde yüz binlerle ifade ediliyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında 1941-44 yılları boyunca bölge Almanların yönetimi altında kaldı. Alman Ordusu’nun Kırım’dan çıkarıldığı 1944’ün18 Mayıs günü Kırım Tatarları için kara gün olup günümüzde de “büyük matem günü” olarak anılmakta. Bu kara günde Kırım halkının yaklaşık %20’si hayvan vagonlarına bindirilip trenle Sovyetlerin çeşitli bölgelerine yollanarak tecrit edildiler. Sürgün edilenlerin büyük kısmı götürüldükleri yerlere varamadan vagonların içinde havasızlıktan hayatlarını kaybettiler. Sağ kalan nüfus ise Özbekistan çöllerine bırakılıp etrafları tellerle çevrildi. Mevcut verilere göre bu nüfusun da %46,2’si hayatını kaybetti ki bu oran yaklaşık 300 bin insana tekabül ediyor.

Kırımlı’ya göre, Rusların yok olup gideceğini zannettiği Kırım Tatarları, 1960’lı ve 1970’li yıllarda benzerine çok az rastlanabilecek bir milli hareket başlattılar. Bu milli hareket, Özbek çöllerinde yok olduğu zannedilen bir halkın vatan topraklarına geri dönüşü şeklinde cereyan etti. Bu halk hareketi belirli prensiplerle zuhur etti; bunlardan en önemlisi, kim olursa olsun ezilen her halka el uzatmak ve bütün eylemleri açık bir şekilde dünyanın gözü önünde gerçekleştirip gizli hiçbir iş yapmamaktı. Kırım’a son yirmi yılda dönen 350 bin Kırım Tatarı’nın tamamı bin bir fedakârlıkla bulundukları yerden göç etti. Birkaç istisna durum haricinde Kırım aslında 1991’den beri Kırım’daki Rusların yönetimindeydi ve bu Ruslardan müteşekkil yönetim Kırım’a Tatar göçünü engellemek için her türlü baskıyı uyguladı.

2010 yılında Ukrayna’nın başına geçen Yanukoviç’in Putin’in güdümünde olduğunu anlatan Kırımlı’nın verdiği en çarpıcı örneklerden biri, Yanukoviç’in Ukrayna ordusundaki asker sayısını 40.000’e indirmesi ve bunun da yalnızca 6.000’inin muharip güç olarak görev yapmasıydı. Yine Ukrayna istihbaratı Rus istihbaratının esareti altında çalışıyordu. Ayrıca Kırım’daki Ukrayna askerî birliklerinin tamamına yakını şovenist Rus askerlerinden müteşekkildi; bu birlikler Rus ordusunun gelmesiyle hemen onlara katıldı. Hatta Ukrayna ordusunun donanma komutanı bile hemen Rus saflarına geçti.

Kırımlı belli çevrelerde yüceltilen Putin ve Rusya imajına da değindi. Rusya’nın doğalgaz ve petrole endeksli ekonomisinden ve örneğin petrol fiyatlarındaki küçük bir düşüşün ülkeyi çöküşe götürebileceğinden kimsenin bahsetmediğine dikkat çekti. Putin’in KGB çıkışlı olması hasebiyle hâlen 19. yüzyıl zihniyetiyle hareket ettiğini ve onun için değişen dünya ve argümanların pek bir şey ifade etmediğini sözlerine ekledi.

Konuşmacı Kırım’da bugün Rus ajanlarının her noktada cirit attığını ve bölgenin bir çeşit polis devletine dönüştüğünü, mevcut yönetimin vatandaşlardan sosyal medya şifrelerini bile istediğini, televizyon programlarına kadar her şeyin kontrol altında olduğunu belirtti. Kırım Tatarlarının lideri Mustafa Kırımoğlu’nun da Kırım’a alınmadığını hatırlattı. Kırımlı, Kırım Tatarlarının korunup kollanmasında Putin’e herhangi bir şekilde itibar edilmesinin tarihî bir hata olacağı uyarısıyla sözlerine son verdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir