Muamele-i Şer’iyye Üzerine Tartışmalar ve Muhammed b. Hamza el-Aydınî’nin Beyu’l-îne Risalesi
Türkiye Araştırmaları Merkezi, Tarih Okumaları başlıklı toplantı serisinin 2013-2014 dönemini Osmanlı ulemasının muhtelif konularda yazdığı risaleleri tartışmaya ayırdı. Serinin sekizinci ve son oturumunda Süleyman Kaya ile faizden sakınmak amacıyla geliştirilen bir hile-i şer’iyye olarak bey‘ul-îne akdini tenkit eden ve Muhammed b. Hamza el-Aydınî tarafından yazılan Bey ul-îne Risalesi üzerine tartışıldı.
Risalenin herhangi bir meseleyi daha açık, herkesin anlayacağı hale getirmek ya da bir konuyu şerh etmek anlamına geldiğini belirterek konuşmasına başlayan Kaya’ya göre, ihtilaflı konularda bir âlim bir görüşü tercih edip, onu savunmak amacı ile risale yazar. Bu tür durumlarda iki ihtimalin ortaya çıkması söz konusudur: Bazen bir risale yazılır ve o risale ile mesele halledilir. Bu risaledeki görüş bütün müftiler tarafından kabul görür. Bazen de risale kabul edilmez. Konu üzerinde ihtilaf oluşur ve faklı âlimler tarafından bu konuyu açıklamak için farklı risaleler yazılır. Nihayetinde uygun görülen bir risaledeki görüş benimsenir. Bu risaleler bize bir konu hakkındaki fetvanın kabul sürecini göstermektedir. Fetvanın verilme gerekçesi, bir âlimin bir meseleye nasıl baktığı, nasıl düşündüğü ve sorunların nasıl çözülmesi gerektiği gibi hususlara ışık tutması bakımından risaleler önemlidir. Bunun yanı sıra önemli bir diğer husus, risale yazacak kişinin ilmiye tarikinde bir yerinin, yani icazetinin olması gereğidir. Zira, “icazeti olmayan kişi vaaz da edemez” .
Bey‘u’l-îne akdi ya da Osmanlıca ifadesiyle muamele-i şer‘iyye risalesi; Müslüman toplumlarda haram olan faizden sakınmak üzere geliştirilmiş bir hile-i şer’iyye olup bu akde Osmanlı ulemasının, özellikle şeyhülislamların cevaz verdiği görülür. Ancak Muhammed b. Hamza el- Aydınî’nin Bey‘u’l-îne risalesinde bazı âlimlerin böyle bir akdi mekruh görerek bu akde karşı çıktıkları savunulmaktadır. Muhammed b. Hamza el-Aydınî de bu konudaki tartışmaları ve neticeleri risalesinde bey‘ul-îne; muamele-i şer’iyye’nin uygulanış biçimlerine yer vererek açıklamaktadır.
Konuyu rivayet ve dirayet açısından da değerlendiren Kaya, bey’ul-îne/muamele-i şer‘iyyenin yapılış şekilleri üzerinde de durdu. Bunlardan biri, borç almak isteyen şahsın bir malını borç veren şahsa 100 kuruşa satması, mal ve bedel teslim edildikten sonra satıcının aynı malı 115 kuruşa bir yıl vadeyle satın alması şeklinde gerçekleşir. Böylece borç almak isteyen şahıs 100 kuruş alır ve bir yıl sonra ödemek üzere 115 kuruş borçlanmış olur.
Osmanlı’nın para vakfını büyük ölçüde desteklediğini dile getiren Kaya’nın dikkat çektiği üzere, 18. yüzyıla gelindiğinde para vakıfları yaygınlaşır. Osmanlı Devleti vakıf sistemini genişletme yönünde bir politika izler. Nitekim, devlet bütçelerine bakıldığında sosyal bir yatırım mevcut değildir. Her türlü hizmet; eğitim faaliyeti, bayındırlık hizmetleri dâhil, vakıflar eliyle yapılmaktadır. Bu noktada para vakıfları önem arz etmektedir. Bir gayrimenkul inşa etmek veya inşa edilen bir gayri menkulun muhafazası için duyulan maddi gereksinim bu vakıflar yoluyla temin edilmektedir. Öte taraftan, bütçenin yeterli olmadığı zamanlarda, yeni bir vakıf kurma yoluna gitmektense, varolan vakfa mahalle eşrafından destek verilmektedir. Para vakıflarının bu şekilde işletilmesi sayesinde vakıf kurumu geliştirilmiş ve genişletilmiştir.
Neticede, Kaya’nın ifadesiyle, muamele-i şeriye’nin meşruiyetine dair bir ihtilaf söz konusu değildir. Çok net bir biçimde sonuca bağlanan bu görüş Osmanlı topraklarında uygulanmıştır.