Akan ve Yoğunlaşan İmajların Dünyası: Molla Sadra ve Sinema Çalışmaları*
“Akan ve Yoğunlaşan İmajların Dünyası: Molla Sadra ve Sinema Çalışmaları” başlıklı konuşmasında Laura Marks, duyular ötesi gerçekliklerin varlığı üzerinden sinema çalışmalarında alternatif bir bakış açısının imkânını tartışmaya açtı. Modern filozoflar üzerinden sinema teorileri kurmanın yaygınlığı karşısında Marks’ın Sadra’yı tercih etmesi hem cesur hem de alışılmışın dışında bir tercih olarak görülebilir. Bu sebeple ilk olarak neden bir alternatif ihtiyacı olduğu ve neden Sadra’nın bu alternatif için uygun filozof olduğu noktasına bakılması gerekecektir. Bu noktada hayal âlemi ve Sadra’nın hayal yetisine felsefesinde detaylı biçimde yer vermesi Marks’ın kurgusunun merkezinde yer alıyor. Hayal âlemi, doğu İslam dünyasında geliştirildiği hali ile modern sinemadaki hayali çeşitlendirecek, zenginleştirecek bir kavram. Hayal duyusunun, özellikle Sadra tarafından açıklanış biçimine dayandırılan bu zenginleşme, maddi/maddi olmayan ikilemine ve özcü yapılara birer alternatif arayışı ile alakalandırılabilir. Bu algıda hayal, akış halinde, sürekli yoğunlaşma içinde ve yoğunlaştıkça ve diğer imajlarla irtibat kurdukça gerçeklik derecesi artmakta olan bir varlık alanı. Kavram, aynı zamanda kolektif, yayılmaya açık ve maddeden daha fazla gerçekliğe sahip olarak sunuluyor. Maddeden daha fazla gerçeklik ifade eden hayal âlemi, sanatlar ve özellikle sinemanın varlık alanını sadece belirlemekte değil, önemini ifade etmekte de faydalı görünüyor. Kolektif bir kavram oluşu, sinemanın toplum ve kolektif bilinç ile irtibatı acısından önemli görünüyor. Marks, Hadjithomas ve Joriege’in Lebanese Rocket Society‘sini bu kavramın gücü ve sinema irtibatı için örneklendirmekte kullanıyor. Elbette özellikle kendi geleneğindeki maddesel-gayri maddi ikileminin aşılması için alternatif gördüğü hayal kavramı ve onun kolektif niteliğinin örneğinin doğudan ve bir roket üretimi hikâyesinden türetilmesi bazı dinleyiciler için dikkat çekici olabilir. Ancak anlaşılan o ki, Marks, kavramın kökeni olan kültürdeki etkisini, yine o kültürden doğan bir yapım üzerinden göstermek istiyor.
Marks bu kavramı ve dinamik varlık algısını, bir taraftan süreç filozofları ile benzer görüyor. Diğer taraftan bu kavramın sinema çalışmalarında, Kracauer, Eisenstein, Bazin ve Deleuze gibi simaların düşünceleri ile karşılaştırılarak ele alınabileceğini düşünüyor. Marks’a göre hayalin bir diğer önemi, kavram olarak doğu ve batı düşüncesinde Aristo felsefesine dayanan ortak köklerinin bulunması.
Yalnız sinema çalışmalarında bir daralmaya işaret etmekle kalmayan Marks’ın sunumunun bir kısmı da İslam felsefesi tarihine ayrılıyor. Ona göre, İslam dünyasında felsefenin durmasından ziyade batı felsefesinden daha farklı bir mecrada iletmesi söz konusu. Bu nokta hayal kavramının ortak köklerden gelmekle birlikte zenginleştirici bir kavram olarak neden batıda değil de, İslam felsefesinde ortaya çıktığının açıklanması açısından önem kazanıyor.
Sunumda hayal kavramının şu ana kadar, sinema gibi bu yetiye dayalı sanat ürünlerine varlık alanı açması, onların maddeden daha fazla gerçekliğe işaret etmesi ve varlığın dinamik bir algılanışına işaret etmesi açsından öneminden bahsedildi. Diğer taraftan, maddeden üstün oluşun maddenin kıymetsiz olarak kenara bırakılması anlamına gelmediği de önemli bir detay olarak ele alınmalı. Bu noktada Marks, bu gelenekte bedenin de kıymetli oluşuna işaret ediyor. Varlıkta yoğunlaşma ve azalma, bir taraftan tanrıya yakınlık kazanma ile, diğer taraftan bilme ve tecrübe etme kapasitesini arttırma ile irtibatlandırılıyor. Hayal âlemi, duyulardan elde edilenin üzerine kurulu olan, ancak duyulanı asan, hem gayri maddi hem de duyulur bir alan, sinema gibi.
Marks, bu özet minvalinde sinema ve Sadra’nın varlık algısının muhtelif yönleri arasındaki irtibatı örneklendirerek konuşmasına devam etti. Program, zengin bir soru-cevap faslı ile neticelendi.
_______
* Programın orjinal başlığı “A World of Flowing, Intensifying Images: Molla Sadra Meets Cinema Studies”dir.