Sinemada Birinci Dünya Savaşı İzdüşümleri
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi 20 Aralık 2014 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı vesilesiyle, savaşın sinema ile kesiştiği noktaları ortaya koyan bir panel düzenledi. Ali Pulcu’nun moderatörlüğünde gerçekleştirilen panelde, İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Canan Balan, Al Jazeera Türk’te editörlük yapan Ebru Afat ve SETA İstanbul’dan Ali Aslan konuşmacı olarak yer aldı.
Birinci Dünya Savaşı ve işgal yıllarında İstanbul’daki sinema faaliyetleri, o dönemde çekilen filmler ve genel olarak Osmanlı’da sinemanın gelişimi üzerine bir sunum yapan Canan Balan’ın konuşması daha çok sinemanın Birinci Dünya Savaşı’na kadarki dönemde izlediği seyirle ilgiliydi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında sinemanın propaganda aracı olarak kullanıldığını söyleyen Balan, bunu çeşitli örneklerle açarak dönemin panoramasını çizdi.
Ebru Afat, Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı sırasında mücadele ettiği Doğu Cephesi’nde yaşananları Arabistanlı Lawrence (Lawrence of Arabia, 1962), Gelibolu (Gallipoli, 1981) ve The Lighthorsemen (1987) filmlerini karşılaştırarak anlattı. Arabistanlı Lawrence filminin bugün de Ortadoğu’da yaşananları özetlediğini söyleyen Afat, aktörlerin arasındaki güç dengesi zaman zaman değişse de temel olarak aynı yapının sürdüğünü ifade etti. Avrupa ve Amerika’nın dünya savaşı ile ilgili çektiği filmlerin ağırlıklı olarak İkinci Dünya Savaşı’nı merkez almasıyla ilgili olarak da, Avrupa’nın şu anki sınırlarının daha çok İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çizilmesinin bunda önemli bir etken olduğunu hatırlattı. Afat, Amerika kanadında ise İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi Soykırımı’nın tetikleyici bir faktör olduğunu, Yahudi sermayesiyle kurulan Amerikan stüdyolarının sık sık bu konuyu işleyen filmler çekmesinin doğal olarak savaş anlatılarında İkinci Dünya Savaşı’nın öne çıkmasına sebep olduğunu vurguladı.
Çanakkale Savaşı’nı konu alan son dönem Türk filmleri üzerinden sunumunu yapan Ali Aslan ise, Çanakkale Savaşı’nın Cumhuriyet’in ulus temelli ideolojisinin ilk defa sınandığı savaş olması sebebiyle Çanakkale’nin bugün bile kolektif hafızada farklı bir yere sahip olduğundan bahsetti. Gelibolu (Tolga Örnek, 2005), Çanakkale Çocukları (Sinan Çetin, 2011) ve Çanakkale 1915 (Yeşim Sezgin, 2012) filmlerini karşılaştırarak, Çanakkale Savaşı’nın Türkler için nasıl bir arzu nesnesi halini aldığını açıklayan Aslan, 90 sonrası ulus devlet ve üst kimlik anlamında yaşanan kırılmaların etkilerinin bu filmlerde görülebileceğini de ifade etti.
Yapılan sunumlar üzerinden genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa ve Amerika için İkinci Dünya Savaşı’na kıyasla daha arka planda kalırken, Türkiye için tam tersine belirleyici bir role sahip olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte ulus fikrinin uygulamada karşılığını bulması, Cumhuriyet’e giden yolda Çanakkale’nin belirleyici bir savaş olması ve bu savaşlardan sonra Atatürk’ün güçlü bir lider olarak ortaya çıkışının Türkiye’nin sonraki dönemleri için de temel nüveleri içinde barındırdığını ifade etmek mümkün. Bu açıdan değerlendirildiğinde, 90’lı yıllarda tüm dünyada yaşanan kırılmayı da hesaba katarak, aslında Birinci Dünya Savaşı’nın sinemadaki izdüşümlerinin bizlere önemli bir düşünsel zemin sağladığını da söyleyebiliriz.