Nükleer Müzakereler ve İran’ın Ortadoğu Politikası
Küresel Araştırmalar Merkezi “Ortadoğu Konuşmaları”toplantı dizisinin yirmi üçüncüsünde Dr. Hakkı Uygur, İran nükleer müzakelerini, tarihsel dinamikler ve mevcut konjonktürün kesişme noktasında ele aldığı bir sunum yaptı. Yalnızca sonuçtan yola çıkarak geçmişe ve bugüne dair yapılacak analizlerin gerçekçi olmayacağının altını çizerek sunumuna başlayan Uygur, nükleer müzakerelerden bahsetmeden önce tarihte cereyan etmiş hadiselerin İran’ın dış politikasını şekillendiren hatlarını belirledi.
1953’ün kilit bir yıl olduğuna dikkat çeken Uygur, ABD ve Birleşik Krallığın bir darbe ile İran petrolünü millileştiren Muhammed Musaddık hükümetini devirmesinin ardından Muhammed Rıza Pehlevi’nin yeniden yönetimin başına geçtiğini hatırlattı. Musaddık muvaffak olamamışsa da deneyiminin İran toplumunun hafızasına etkisi derin olmuştur. Öyle ki 1979 devrimi öncesi siyasi hareketler ele alındığında Amerikan karşıtı olmayan bir oluşuma rastlamak mümkün değildir. ABD-İran ilişkilerinde önemli bir hat olan bu unsuru dikkate alan Hakkı Uygur’a göre, İran yönetiminin Amerikan karşıtı duruşunu siyasi fayda sağlayıcı bir araç olarak değerlendirmek indirgemeci bir yaklaşımdır.
İslam Devrimi’nden sonra ümmetçi bir çizgide gelişen İslamcı görüş, İran-Irak Savaşı’na dek Arap ülkeleriyle mezhep meselesinin göz önünde olmadığı olumlu ilişkilere kapı aralamıştır. Ancak savaşla birlikte İran ummadığı bir gerçeklikle karşılaşmış, Suriye dışındaki Arap ülkelerinin neredeyse tamamı ideolojik sebeplerle Irak’ı desteklemiş, İran’ın seksenli yıllarda sağladığı tek gerçek kazanım yine Şii bir hareket olan Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkisi olmuştur. Hakkı Uygur’a göre bu durumun, İran’ın Arap dünyasına duyduğu yakınlığı zedeleyerek, İran yönetimini ulusal çıkarlarını gözetirken mezhebi bir siyaset izlemeye itmiş olması gayet muhtemeldir.
Arap ülkeleri ile ilişkilerin onarım süreci devam ederken 2003 yılında Irak’ın işgali, İran ile Körfez ülkeleri arasında ciddi vekalet mücadelelerinin başlamasına neden olur. 2010’a gelindiğinde ise Arap Baharı sürecinin başlaması, bölgede taraflar arasındaki çizgilerin bulanıklaşmasına ve bölge ülkelerinin her konuda farklı fikirlere sahip olduğu bir döneme girilmesine zemin hazırlamıştır. Başlangıçta süreci tehdit olarak algılayan İran yönetimi, geleneksel rakiplerinin toplumsal hareketler tarafından bir bir düşürüldüğünü veya zorlanmakta olduğunu görünce, durumun avantajlı yönlerinin farkına varır. Hakkı Uygur’a göre, İran’ın bir İslam cumhuriyeti olarak, kendi ideolojisiyle dahi çelişmek pahasına İslamcı muhalefete karşı seküler-milliyetçi Suriye iktidarını desteklemesi ve bölge genelinde giriştiği nüfuz mücadelesinde gösterdiği katı direnişin sebebi, Suriye ve Hizbullah’ın yenilgisinin, düşme sırasını İran’a getireceği yargısıdır.
Günümüzde Irak’taki etkinliğini oldukça görünür hale getiren İran, Yemen’de de sonradan Ensarullah adını alan Husi hareketine verdiği destek ile bölgedeki mücadelesini sürdürmektedir. Sunumuna günümüzde nükleer müzakereler kapsamında gelinen noktaya ulaşılmasını sağlayan etkenleri yorumlayarak devam eden Hakkı Uygur’a göre, nükleer müzakerelerin temel değeri, bizatihi böyle bir diyalog ve müzakere zemini sağlamasından kaynaklanmaktadır. Buna göre, gerek ülke içindeki devrim muhafızlarının şahsında somutlaşan güç odaklarının yönetimde ikilik oluşturması sorunu, gerekse nükleer çalışmaları sebebiyle Batı’nın gittikçe ağırlaşan yaptırımlarına maruz kalması, İran’ı siyaseten ve iktisaden içinden çıkılamaz bir duruma sokmuştur. İsrail yönetiminin Batı’ya önerdiği gibi yaptırımları arttırma yolunu seçmek, İran’ı daha da sıkıştırarak nükleer denemeyi yapmasından başka bir sonuç vermeyecek, bunu yapmaksa İran’ı Ortadoğu’da nükleer denemeyi gerçekleştirmiş ama ekonomisi tükenmiş bir Kuzey Kore modeli oluşturmaktan öteye taşımayacaktı.
Nihayet 2015 Nisan ayında, 5+1 ülkeleri ile İran arasında varılması planlanan nihai anlaşmanın genel hatlarının oluşmasıyla İran’ın nükleer bir güç olduğu ilk kez bu aşamada resmiyet kazanmıştır. Anlaşma sağlanırsa,nükleer programının barışçıl amaçlar taşımıyor oluşuyla itham edilen İran yönetimi, programının askeri hedefler içermediğini desteklemiş olacak. Hakkı Uygur’a göre, İran yönetiminin son on yılda nükleer çalışmalarında kat ettiği yoldan feragat etmesi anlamına gelecek olan tasarıda, yaptırımların kaldırılması süreciyle alakalı fikirayrılığı dışında zorlayıcı bir pürüz bulunmamaktadır.
Anlaşmanın ülke içinde reformcuların konumunu kuvvetlendireceği, belki Suriye’de tarafların uzlaşıya varmasını sağlayacağı ancak İran’da ve Ortadoğu’da bir başkalaşmaya sebep olmayacağı söylenebilir. Nihayetinde sürecin bir rejim değişikliği değil, İran rejiminin anlaşmaya meyletmesinden ibaret olduğunu sözlerine ekleyen Uygur, müzakerelerin geldiği aşamanın, oldukça çok sesli bir toplum olan İran toplumu üzerindeki birleştirici etkisinden söz ederek konuşmasını sonlandırdı.