Ders ile Sohbet Arasında: On Dokuzuncu Asır İstanbul’unda İlim, Kültür ve Sanat Meclisleri
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin Bir Kitap Bir Yazar programı çerçevesinde Mart ayında Ders ile Sohbet Arasında: On Dokuzuncu Asır İstanbul’unda İlim, Kültür ve Sanat Meclisleri kitabı çerçevesinde Şemsettin Şeker’in dinledik.
Şemsettin Şeker, XIX. asır kültür ve sanat hayatını mahfiller etrafında ele alarak devrin panoramasını gözler önüne serer. Konuşmasına, devrin sosyal ve siyasî vaziyetinin tasviri ile başlayan Şeker, sanat hayatının dönemin realiteleriyle nasıl bir bağa sahip olduğunu ana hatlarıyla ortaya koyar.
Sanat ve kültürel faaliyetlere zemin hazırlayan, onları besleyen birçok muhit bulunduğunu dile getiren Şeker, hâmî-mahmî münâsebeti etrafında şekillenen bu hayatın çok yönlü olduğuna dikkat çeker. Saray, konak, medrese, câmî, tekke, kalem, mektep, matbuat, mecmua, gazete ve sefarethane gibi birçok mahfilde teneffüse imkân bulan kültür hayatı, neş’et ettiği çevrelerin renk ve kokusunu taşımaktadır. Bahsi geçen muhitlere ana hatlarıyla temâs eden Şeker, konuşmasını merkez olarak gördüğü sarayı esas alarak sürdürür. En eski tarihlerden itibaren sarayın, hem cemiyetin hem de sanatın tekâmülünde büyük bir rolü vardır. Bilhassa, padişahın huzurunda gerçekleştirilen “Huzur Dersleri”, ilim ve sanat hayatına doğrudan tesirde bulunmaları hasebiyle kültür tarihimizde çok farklı bir yere sahiptir.
Şeker’e göre, XIX. asrın ibtidâsında Sultan III. Selim’in başlattığı yenileşme hareketlerinin hız kazandığı müşâhede edilir. Kısa süreli bir inkıtanın hemen ardından Sultan II. Mahmûd, aynı siyasetinin devam ettiricisi olmuştur. II. Mahmud devrinin sanat hayatına tesiri, ıslahat hareketlerinde göze çarpmaktadır. Özellikle Yeniçeri Ocağının ilgâsı ve kılık-kıyafet değişikliğine dair fermanların devrin şairleri tarafından desteklenmesi, bu tesirin kuvvetini göstermektedir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması esnasında, padişah adına söylenilen şarkı ve türküler bu yönden oldukça kıymetlidir. Şâirlerin cemiyet hayatındaki ehemmiyetini fark eden II. Mahmûd, kendi etrafında bir şairler zümresi teşkîl eder. Alevî-Bektaşî saz şairleri tarafından tenkit edilen Sultan II. Mahmud’un 1834’te âşıklar kethüdası olarak Âşık Hüseyin’i seçmesi, otuz kadar âşığa saraydan maaş bağlaması, zaman zaman bunları huzuruna çağırarak fasıllar tertibiyle ihsanlarda bulunması, şâir Şâmilî’yi sarayda altı ay kadar misafir edip her gece bir halk hikâyesi dinlemesi bu idrâkin mahsûlüdür. Kültürel ve edebî faaliyetlere destek veren sultanın, halkın gözünde ayrı bir mevkie yükseldiği görülür. II. Mahmûd döneminin bir diğer hususiyeti ise yazılan eserlerin evvelâ saraya sunulup ardından neşredilmesidir.
Şemsettin Şeker, Sultan Abdülmecid döneminin “II. Lale Devri” olarak anılmasına dikkat çeker. Özellikle sanatın mûsikî, hat, tiyatro gibi şubelerinde; saray ve konaklar merkez olma imtiyazını elinde bulundurur. Padişah, sanata istidadı olanları bizzat arayıp bularak himayesine almıştır. Kadınların eğitimi meselesiyle de hususî olarak ilgilenen sultan, sarayı adeta bir mektebe çevirir. Bu dönemde dikkat çeken bir diğer husus ise tiyatro binaların inşa ettirilmesi ve bu sanatın gelişmesine büyük destekler verilmesidir.
Sultan Abdülaziz devrinde ise padişahın müsaadesiyle ilim ve sanat hayatında başlangıçta tam bir serbestlik hâkimdir. Özel gazete ve mecmuaların yaygınlaşması, devlet idaresi dışında yayınevlerinin tesisi, batılı tarzda cemiyetlerin kurulması onun devrine mahsustur. Bütün bunlar, konak ve saray hâricindeki ilim – sanat muhitlerinin faaliyet ağının genişlemesinin önünü açmıştır.
Şeker’e göre, Sultan Abdülhamid devrinde sarayın ilim ve sanat hayatına tesiri çok daha farklı şekilde tezâhür eder. Bu dönemi, matbuat etrafında teşekkül eden edebî faaliyetler açısından en bereketli devir olarak görebiliriz. Roman, tiyatro, hikâye ve şiir nevindeki eserler, matbuat eliyle halka ulaşarak sosyal hayatta yeni bir devrenin inkişafına imkân tanımıştır. Sultan Abdülhamid de selefleri gibi kendilerinde değer gördüğü ilim ve sanat erbâbını himaye etmeyi sürdürmüştür. Namık Kemâl, Şemseddin Sâmî, Ahmed Midhat Efendi, Teodor Kasab, Ebüzziya Tevfik, Ali Kemâl, Ahmed İhsan, İkdamcı Cevdet bunlardan sadece birkaçıdır. Onun tesis ettiği okullarda yetişenler, saltanatından sonra da devlet yönetiminde ehemmiyetli vazifeler ifa etmişlerdir. Sultan II. Abdülhamid Han’ın edebî eserlerden ziyade fikrî yazılara kıymet verdiği de bilinmektedir. Bu dönemin bir diğer hususiyeti ise sultanın mektepleşmeyi yaygınlaştırması ve bu yapılar etrafında ilmî ve kültürel hayatın şekillenmesini sağlamasıdır.
Şeker, konuşmasını matbuatın yaygınlaşması ve iktidarın Bâbıâlî’de toplanmasıyla sarayın, ilim ve sanat merkezi olma hüviyetini kaybetmeye sürecine girdiğine işaret ederek, konuşmasını sürdürdü.