Türk Sanatları
Sanat Araştırmalar Merkezi’nin 28 Şubat tarihindeki konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Dr. Nur Kançal oldu. Türk sanatları üzerine, zengin görsel malzeme eşliğinde bir sunum yapan Kançal, büyük ölçüde Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı mimari eserlerini ele alıp süsleme ve hat sanatının temel noktaları hakkında bilgi verdi.
Daha çok söyleşi tarzında gerçekleşen sunumunda Kançal, söze Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya gelişleri ve bu süreçte çeşitli topluluklarla etkileşimlerinden bahsederek söze başladı. Türk sanat tarihi bağlamında belirleyici noktalardan birisi Selçuklular’ın Anadolu’ya beraberlerinde yoğun bir Orta Asya tecrübesi getirmesidir. 1071’den sonra Anadolu’da nüfuz alanlarını genişletmeye başlayan Selçuklular aynı zamanda Anadolu’da Arap-İslam ve Doğu Roma’yla karşılaşarak bu kültürlerle ciddi bir etkileşime girmiştir. Diğer yandan gittikçe siyasi nüfuz kazanan Moğollar da Selçuklular’ın etkilendiği topluluklardan biri olmuştur. Sultan Keykubad, Moğol istilasından Anadolu’ya sığınan pek çok sanatçı ve alime sarayında yer vermiştir ve bu da Selçuklu sanatında epey belirleyici olmuştur. Anadolu’daki mimari ağırlıklı sanatsal gelişimi belirli merkezlerden ziyade çeşitli tarihsel tecrübelerin etkileşimi bağlamında ele alındığında toplulukların sürekli yer değiştirmesi yani göç, etkileşimin temel unsurlarından biridir. Türkler’in Orta Asya’dan getirdiği tamamen farklı estetik tarzların yanında birbiriyle etkileşim halinde olan Arap-İslam formları ve Greko-Romen unsurlar, Selçuklu sanatının bir nevi estetik sentezden doğmasına zemin hazırlamıştır. Selçuklular’ın Anadolu’ya gelmesiyle birlikte yeni formların yanında malzeme ve teknik açısından da Anadolu’da bulunan imkanlara uyum sağlaması söz konusudur. Bunun yanında, örneğin Selçuklu ulu camiilerinin girişlerindeki anıtsal avlu kapıları, Selçuklular’ın Anadolu’ya kazandırdığı unsurlardandır. Cami mimarisinde avlu, kubbe sistemi ve kapıların gelişim ve dönüşüm çizgisi Selçuklular’ın getirdiği özgünlükler kadar diğer estetik tarzlarla girdikleri etkileşim bağlamında da ele alınmalıdır. Diğer yandan Selçuklular Anadolu’daki ticaret yollarını canlandırmak amacıyla inşa ettikleri kervansaraylarla çeşitli mimari formları Anadolu’ya kazandırmıştır.
Sunumunun ikinci kısmında Osmanlılar’a odaklanan Kançal, İstanbul’un fethinden önce başkent olan Edirne’deki Eski Camii üzerinden kubbeli kapalı mekanın, Mimar Sinan’a dek süregelen gelişimini ele aldı. Bu çerçevede Mimar Sinan’ın kubbe sisteminde koyduğu standartların sonrasında değiştirilmediğine değinen Kançal, mimari gelişimi büyük ölçüde dönemsel ihtiyaçların değişimi ve Osmanlı’nın devlet olarak dönüşüme uğramasıyla değerlendirdi. Ayrıca Osmanlı camiileri İstanbul’un fethi sonrasında Ayasofya’yla bir karşılaşma içinde yani onu aşma çabasıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da mimari dönüşümün unsurları arasında yönetici sınıfın dönüşümü ve eğitim sisteminin gelişimi önemli rol oynamıştır. Bunun yanında Osmanlı camilerinin, orijinal belgelerde cami olarak değil imaret olarak adlandırıldığını belirten Kançal, külliye gibi kavramların on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıktığını sözlerine ekledi. Bu çerçevede sanat tarihinde tarihyazımsal sorgulamaların önemine işaret eden Kançal, çeşitli kategorileştirmelerin yapıların sosyal işlevini gölgede bırakabileceğini sözlerine ekledi.
Sunumunun son kısmında çeşitli dönemlerden Türk süsleme örnekleri, çini ve halı desenleriyle hat sanatından çeşitli örnekler gösteren Kançal’ın sunumu, bu unsurların mimarlıkta kullanım alanlarına dair değerlendirmeleriyle son buldu.