Dolmabahçe Sarayı’nın İnşa Süreci, Mekân ve Teşkilat
BSV Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen tez makale sunumları çerçevesinde Haziran ayında, daha önce Beylerbeyi Sarayı ile ilgili hazırladığı yüksek lisans tezi çerçevesinde misafir ettiğimiz Tuncay Cengiz Göncü’yü bu defa 1986 senesinden beri bünyesinde ve hâlihazırda müdürlüğünde bulunduğu Dolmabahçe Sarayı üzerine yazdığı doktora tezi münasebeti ile misafir ettik. Yüksek lisans tezi tecrübesinden sonra doktorada mabeyn teşkilatı üzerine çalışmaya karar verdiğini, ancak bu konunun çok kapsamlı oluşundan dolayı tez konusunu 19. yüzyıl saray teşkilatı bağlamında devletin belleği olarak gördüğü Dolmabahçe Sarayı (Beşiktaş Sahil Saray-ı Hümayunu) olarak değiştirdiğini belirten Göncü, bu konuyu tercih etmesinde Dolmabahçe Sarayı bünyesinde yer alan mekânlar hakkında sağlıklı bilgilerimizin yetersiz oluşunun ve o tarihlerde (2003) BOA Mabeyn ve Hazine-i Hassa tasniflerinin araştırmaya açılmasının da rol oynadığını vurgulayarak sunumuna başladı.
Sarayın inşa süreci, sarayın bölümleri ve saray teşkilatı konularını birer bölüm halinde ele alan tezini Mabeyn ve Hazine-i Hassa belgeleri ve sınırlı ikincil literatür üzerinden kurgulayan Göncü; Hazine-i Hassa ve Hazine-i Hassa kurulmadan önceki dönem için de, Darphane-i Amire arşivinde bulunan her biri dörder sayfalık yüzlerce “inşaat defteri” üzerinde yaptığı titiz çalışmalarla sarayın inşa tarihine dair önemli hususların da netlik kazanmasını ve ortaya çıkmasını sağlamış. Öte yandan saray yapısının anlatıldığı, iç mekânların kimliklerinin tesbit edildiği tezin ikinci bölümünde “tefriş defterleri”, özellikle de II. Abdülhamid döneminde titizlikle tutulan ve onarım öncesi durum tesbiti için hazırlanan “keşf-i evvel” defterleri yoğun olarak kullanarak söz konusu hususlara dair belirsizlikleri bertaraf etmiş.
Tuncay Göncü’nün anlattıkları muvacehesinde Dolmabahçe Sarayı’na dair bilgi ve tesbitleri şu şekilde hülasa etmek mümkündür:
Dolmabahçe Sarayı, I. Ahmet döneminden itibaren denizden doldurularak kazanılan bir alan üzerinde fiili olarak 13 Haziran 1843’te inşa dilmeye başlanmıştır. Saray inşaatının resmen başlaması ya da dönemin ifadesi ile vaz-ı hacer-i esas merasimi ise Ekim 1843’e tesadüf ediyor. İnşa sürecinin başlangıç aşamasında Garabet Balyan ve kayın biraderi Ohannes Serveryan bulunurken bina emini ise Hacı Sait Ağa’dır. Ancak Abdülmecid’in inşaatın yavaş ilerlemesinden duyduğu rahatsızlık neticesinde bina emini Hacı Sait Ağa işten uzaklaştırılarak yerine Seyyid Ali efendi getirilir. Keza yine bu tarihten itibaren Ohannes Serveryan’ın da devre dışı kaldığını ve bu defa Garabet Balyan’ın oğlu Nigoğos kalfanın inşa sürecine dahil olduğunu görüyoruz. Öte yandan padişahın, işlerin daha hızlı ve düzenli yapılması yönündeki talepleri neticesinde alım satımlarda kalfaların ve bina eminlerinin mühürlerinin bulunması mecburiyeti getiriliyor ve bu tarihten itibaren inşaat defterlerinin düzenli tutulmaya başlandığı görülüyor. Diğer taraftan Saray’ın inşa ve teşrifat sürecinde rol oynayan diğer isimlerin de bu tarihlerde devreye girdiğini bu meyanda camlı köşk, kristal merdivenler ve Abdülaziz döneminde yıktırılan limonluğu inşa eden James William Smith’in (İngilizlü mimar İsmit Kalfa) ve 1851 senesinde padişah ile tanışarak daha sonra Fransa’dan getirteceği mobilyalarla sarayı tefriş eden Charles Séchan’ın da sürece dahil olduğunu söyleyebiliriz.
7 Haziran 1876’da açılan ve ilk toplu ziyafete Kırım Harbi sonrasında ev sahipliği yapan Dolmabahçe Sarayı’nın mütevazi bir yapı olduğunu, yaklaşık maliyetinin 1 milyon 700 bin lira civarında olabileceğini belirten (Beylerbeyi Sarayı’nın maliyeti 500 bin, Çırağan Sarayı’nın ise 2, 5 milyon lira) Göncü, bu durumun inşaatta kullanılan malzemeler üzerinden de tesbit edilebileceğini vurguladı. Buna göre, binanın özellikle deniz cephesi gibi görünür olduğu, başka bir ifadeyle temsiliyetinin arttığı alanlarda kaliteli malzeme/küfeki taşları kullanılırken, kara ciheti gibi daha az göz önünde olan yahut harem gibi dışarıya kapalı olan alanlarda ise çok daha ucuz malzemeler/sıva tercih edilmiştir. Bina, bir yönüyle haysiyete, bir yönüyle tevazua dayanıyor.
Son olarak Göncü, saray mimarları ve özellikle Dolmabahçe söz konusu olduğunda gündeme gelen mimar-kalfa tartışması etrafında; bir geçiş dönemi olan 19. yüzyılda kavramların henüz yerleşik olarak oturmadığını, birbirlerinin yerine kullanılabildiğini; bu tartışmanın da mezkur bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini, “İngilizlü mimar İsmit Kalfa”, “Ayasofya’yı tamir eden Fossati kalfa” gibi resmi yazışmalarda kullanılan ifadelerin de bu tesbiti desteklediğini netice itibariyle Garabet Balyan’ın mimar olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyerek sunumunu bitirdi.