Osmanlı Öncesi Medreseler: Zengi ve Eyyubi Dönemi Medrese Geleneği
Türkiye Araştırmaları Merkezi Tez sunumları programının 156. konuğu olarak Harun Yılmaz’ı Osmanlı Öncesi Medreseler Zengi ve Eyyubi Dönemi Medrese Geleneği başlıklı konuşması ile ağırladı. Yılmaz, tezinin birinci kısmında Zengi ve Eyubi döneminde Dımaşk’ta kurulan medreselerin kuruluş ve işleyişini, ikinci bölümünde 1154-1260 yılları arasındaki Dımaşk uleması hakkındaki bahisleri, son bölümde de medreselerin sosyo-kültürel işlevleri üzerinde durduğunu belirtti. Tezde İslam tarihinde medreseler ele alınırken ilmi bir bağlamdan ziyade siyasi bağlamların vurgulanması gerekir iddiası ile yola çıkılmış, daha çok Zengi ve Eyyubi döneminde Dımaşk’taki medreselerin fonksiyonu üzerinde durulmuştur. Tezin bir diğer iddiası da medreselerin kuruluş ve işleyişindeki ilmi yanın siyasetle olan irtibatlardan sonra geldiği vurgusu üzerinedir.
Tez hazırlanırken dönemin temel eserlerinin yanı sıra, Zengi ve Eyyubi döneminde ele alınan müstakil eserlerden, tabakat ve teracim literatüründen zaman zaman da modern literatürden faydalanılmıştır. Çalışma alanı olarak Dımaşk seçilmesi şehrin, Zengi ve Eyyubi döneminde en önemli merkez olmasından kaynaklanmaktadır. Şehrin ticaret yolları üzerine kurulması ve başkent olması da şehrin imar faaliyetleri yönünden gelişmesini sağlamıştır. Bu etkenler şehrin tezin merkezine yerleşmesini sağlayan hususlardır. Kurumsal bir yapıda olmayan medreseler, “müstakil” ve “evden dönüştürülmüş” medreseler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. “Cami halkalarında oluşturulan” üçüncü bir medrese türü de bulunmasına rağmen teze ilk iki medrese türü konu olmuştur. Mescit olarak da kullanılan medreseler daha çok fıkıh ilmi okutmak için kurulmuş ama Kur’an ve tefsir dersi verenleri de bulunmaktadır. Yılmaz’ın tezinde kullandığı yapı daha çok merkezinde fıkıh, yöneticisinin fukaha olduğu medreselerdir.
Medreselerin kurulmasında ve işleyişinde önemli bir işleve sahip olan “vakıf”ları ise bir yönetici zümreden, iki ayan ve eşraf çevresindendir. Yönetici zümrenin oluşturduğu medreseler maddi yönden daha zengindir ve bu medreselerde eğitim gören talebelerin imkânları, ayan ve eşrafın kurdukları medreselerin imkanlarından daha fazladır. Zaman zaman medreselerin gelirlerinde azalma yaşanması söz konusu olmuş bu durumda öğrenciye verilen olanaklar azalmış, kimi zaman ise bu nedenden dolayı medreselerde öğrenci alımının azaltıldığı bile görülmüştür. Medreselerin vakfiyeleri hakkında yazılı bir belgenin elde olmadığını söyleyen Yılmaz, dağınık bir şekilde bulunmasının mümkün olabileceğini belirtti. Medreselerin vakıflarının şartları olmakla birlikte, medresede okutulacak dersler, kitaplar ve medresenin başında bulunacak kişinin kim olacağına karar verme, hangi müderrislerin medreseye girmeyeceğini belirleme yetkisine sahip olmuşlardır. Müderrislerin medreselerde işlediği eğitim müfredatı ise farklılık arz etmektedir. Bunun nedeni her müderrisin farklı bir eğitim formasyonuna sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Yani medreselerde değişmez müfredat diye bir şey yoktur ve medreseler müderris ile kaimdir, müderrisin icazet sahibi olduğu alan ile ilgili dersler verilip, eserler okutulmaktadır. Ama müderrislerin öncelikli işi aslında fıkıh okutmaktır. Fıkıh merkezi disiplin olmakla birlikte felsefe, kelam, tefsir ve hadis alanında derslerin verildiği medreselerde görülmüştür. Bu derslerin nasıl yapıldığı hakkında malumat olsa da bunlar mutlaklaştırılmamıştır. Müderrisin medrese içinde ve dışında verdiği dersler arasında bir faklılık olmamakla birlikte tek fark mekân farkıdır, yani dersin işlendiği ortamdır.
Büyük medreselerde kimi zaman işlerin ve işleyişin aksamamasını sağlamamak amaçlı müderrise yardımcı kişilerin bulunduğunu söyleyen Yılmaz, bunların muhit, mütevelli ve mansıp, yatakhane görevlisi, kapıcı ve lambaları açıp kapayan kişilerden oluştuğunu belirtti. Muhit müderrisin yardımcısı olmakla birlikte aslında ulemanın önde gelen isimlerinden biridir. Muhit, olan bir kimsenin başka bir medresede müderris olduğu görülmüş, bunların vakıf tarafından medresede görev durumunun belirlendiği hâller de olmuştur. Muhitler müderristen ilmi olarak alt yapıda olmamakla birlikte müderrisin yaptığı dersi talebeye ikmal etmişlerdir. Mütevelli ve mansıp da medresenin işleyişini kontrol eden kişilerdir. Tabii bu yardımcılar her medresede değil, imkânlar dahilinde bazı büyük medreselerde bulunmaktadır. Müderrislerin medreselere atanmaları vakıf ve şehrin meliki ya da şehrin kadısı tarafından yapılmaktadır. Müderrislerin görev süresi diye bir şey yoktur; teoride müderris vefat edene kadar bulunduğu medresede ders verir, pratikte ise müderris medresenin kuruluşuna mugayir davranırsa görevinden alınmıştır. Bunun yanında müderrisin siyasi elitle zıt düşmesi de görevden alınmasında etkilidir.
Zengi ve Eyyubi döneminde Dımaşk’a gelen ulemanın sayısının artmasının bazı nedenleri olduğunu söyledi. Bu nedenlerden birincisi; siyasi ve iktisadi istikrarın bulunması, ikincisi güçlü ve güvenli idarenin hakim olması, üçüncüsü doğu şehirlerinde yaşanan krizlerin ve kargaşaların burada yaşanmaması, sonuncusu iseşehirde istikrarlı yapının sağladığı güvenli ortamdır. Ama en önemli etken şehrin güvenli bir yer olmasıdır . Çünkü ulema güvenli olmayan yerde ilmi çalışmalarını sürdüremez. Bulundukları yerlerde güvenilir bir kimliğe sahip olan ulemaların toplum içinde sosyal ve siyasi hayatı etkileyebilecek bir konumu vardır. Vaizlik ve Cuma hutbelerini yapmak, halkı cihada teşvik etmek, cihat için maddi alt yapının oluşmasını sağlamak için vaazlar vermek ve meliklerin birbirleri ile olan mücadelelerinde kritik roller üstlenmek, bunlardan bazılarıdır.
Ulemaların belli bir aileden geldiğini söyleyen Yılmaz, ulema aileleri tabirini kullanarak bununla birden fazla nesilde âlim yetiştirmiş aileyi kastettiğini belirtti. Ulema ailelerinin çoğunluğu Şafi olmakla birlikte, Hanefi, Hanbelî, Maliki ve Sufi aileler de vardır. Hanefi, Hanbelî, Maliki ve Sufi aileler çoğunlukla şehir dışından gelmiş göçmen ailelerdir. Bu aileler bir şekilde mansıpları kontrol etmişlerdir. Dımaşk’a dışarıdan gelen ailelerin burada yerleşimlerini devam ettirebilmelerinin nedeni, mansıba bağlı olmaları ve kendilerine tahsis edilmiş olan medreselerdir. Bu noktada önemli olan müderris öldüğü zaman medresenin ve müderrisliğin, âlimin çocuğuna kalma bahsidir. Bu ilk etapta çocukların müderrisliğe yetkin olup olmama durumunu gündeme getirmektedir. Bir âlimin çocuğunun müderrisliğe yetkin olup olmama hâli müderris olmayan bir babadan olma çocuktan daha fazladır. Bunun ilk sebebi âlimin çocuğu olarak doğan kişinin ilk eğitimini alacağı hocaların arasına doğmuş olmasıdır. Önde gelen ulemanın istisnasız çoğu ilk eğitimini ya babasından ya dedesinden almıştır. İkinci bir sebep de çocuğun babasının parçası olduğu ilmi ilişkiler ağının doğrudan içinde olmasıdır. Yani ileride derslerine katılacağı, eğitim alacağı âlimler zaten önünde hazırdır. Bir âlimin çocuğu olmanın böyle bir avantajı vardır. Fakat bu her zaman böyle değildir. Âlimin oğlu müderrisliğe yetkin olmadığında müderrisliği naipler yapmış, âlimin çocuğu da medresenin idari sorumluluklarını üstlenmiştir.
Ulemalar arasında olumlu ve olumsuz yönde ilişkiler de vardır. Ulema aileleri arasında çocukların evlilikleri, hoca-talebe ilişkisi ve ilmi seyahatler aracılığıyla kurulmuştur. Bu ilişkilerden en önemlisi ise ilmi seyahatlerdir. Bu ilişkilerin yanında olumsuz olarak ulemalar arasında görülen rekabet ve mücadeleler vardır. Bu mücadelelerden ilki tamamen ilmi ihtilaflardan kaynaklanmıştır. Bu tartışma farklı veya aynı mezhep içinde olabilir. İkincisi de mansıplar arasındaki mücadeledir, mansıpların sayısında yaşanan artıştır. Ulemadan önde gelenlerin mansıpları kontrol etmek isteyişleri bu mücadeleyi de beraberinde getirmiştir. Hangi medrese kime verilecek ya da verilmeyecek, hangi ulema medreseden uzak tutulacak veya tutulmayacak meseleleri tartışmaların temelinde yatmaktadır.
Yılmaz, tüm bunlardan sonra “medreseler neden kuruldu?” sorusunun cevabını açıkladı. Medreselerin kurulmasında hayırseverlik ön plandadır. Bunlar vakıf kurumu olmaları ve İslam’ı öğretme amaçlarının yanında Şiilikle mücadelede medreselerin kurulmasında etkendir. Fakat bunların arasında en kritik olan nokta Sünni ulemanın himayesi meselesidir. Devletin memur ihtiyacı meselesi ve ulemayı şehirde toplama isteği diğer önemli noktalardır. Çünkü bu dönemde Haçlılar ve melikler arasındaki mücadelelerden dolayı her dönemden daha fazla ulema desteğine ihtiyaç vardır. Ama en önemlisi ulemanın İslam toplumundaki merkezi konumunu, devletin merkezine yerleştirmek isteğidir. Ulema melikler arasındaki hiyerarşinin sınırlarını çizen, meşruiyet zincirinin en önemli halkasıdır. Medreselerin bu fonksiyonlarının yanında ilmi hayat için ne ifade ettiği değinilmesi gereken bir noktadır. Medreseler ilmi hayatın merkezi değildir. Asıl önemli olan hoca-talebe arasındaki ilişkidir. Medrese sadece mekân olarak hoca ve talebeye imkânlar sunmaktadır. Çünkü medrese dışında da evinde ya da camide ilmi hayatı devam ettiren müderrisleri görmek mümkündür. Burada vurgu, medrese üzerine değil; talebenin tahsil sürecinde aldığı ilim, aldığı ders ve müderris üzerine yapılmalıdır.