Osmanlı Tarihi Kaynağı Olarak Ermenice Edebiyat
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Gayrimüslim Osmanlı Tebaanın Kaleminden Osmanlı Tarihleri” başlıklı serisinin Mayıs ayı konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Mehmet Fatih Uslu idi. Uslu, “Osmanlı Tarihi Kaynağı Olarak Ermenice Edebiyat” başlıklı konuşmasına tarih konseptine sahip bir program dizisinde kendisinin konuşacak olmasıyla ilgili bir takım sıkıntıları dile getirerek başladı. İlk olarak, Türkiye’de Ermenice eğitiminin kurumsallaşamamasının, uzmanlaşmayı engellediğine işaret eden Uslu, iki üniversitede açılan Ermeni Dili ve Edebiyatı bölümlerinden sadece birinin varlığını koruyabildiğini, bu bölümlerde çalışacak kişilerin çoğunlukla alıcısının İstanbul’daki üniversitelerde bulunmasına rağmen buralarda bu bölümlerin açılmadığını, bazılarında açılan başlangıç seviyesindeki Ermenice derslerinin yetersiz kaldığını hatırlatarak Ermenice konusunda mevcut imkânların değerlendirilmediğini belirtti.
İkinci olarak, edebiyattan yola çıkarak tarihsel bilgi üretmenin ciddi bir sorunsal olduğundan bahseden Uslu, örneğin “Balzac’ın romanlarına bakarak Fransa’nın 1815-50 arasındaki dönemi hakkında hakiki, sarih, tarihsel bilgi elde edilebilir mi?” sorusunun kritik bir soru olduğunu belirterek bu romanlardan birçokşeyler yakalamak, enteresan izlenimler edinmek ve Fransa’nın o dönemki hakikatine yakınlaşmak mümkün olsa da oradan üreteceğimiz şeyin tarihsel bilgi olup olmadığının hakikaten ciddi bir problem teşkil ettiğini ifade etti. Diğer yandan tarihin bilgisinin ne kadar hakiki (objektif) olduğunun da tarihçiler tarafından tartışılan ayrı bir problematik olduğuna, tarihle edebiyatın kategorik olarak keskin bir şekilde ayrıştırılmasının da tartışma konusu edildiğine değindi. Uslu, konuşmasının bu bağlamda, tarihçilerin nelere başvurabileceği/yönebileceği ve 1850 sonrası Ermenice edebiyata bakarak Osmanlı hakkında ne öğrenebiliriz şeklinde iki soru etrafında şekilleneceğini belirtti.
Osmanlı Ermeniler’inin tarihine bakarken yararlanabilecek kaynaklar konusunda ilk olarak yaygın kurumsal arşivlerin önemini vurgulayan Uslu, sadece İstanbul’daki patrikhanede değil, özellikle 18. ve 19. yüzyıldan sonra ciddi sayıdaki okullaşma ve kütüphanecilik faaliyetleri nedeniyle Anadolu’da da çok sayıda arşiv bulunduğunu ifade etti.
İstanbul’daki Ermeni kolejleri ve kiliselerinin de belli bir kısmının yok edilmiş olmasına rağmen hâlâ ciddi bir arşive sahip olduğunu dile getiren Uslu, ikinci olarak yazma eserlerin öneminden bahsetti. Erivan’da görülecek en önemli turistik mekânlardan birinin bir yazma eserler kütüphanesi olduğunu hatırlatarak, Ermeniler’in bu konuda çok üretken olduğunu ifade eden Uslu, çok erken bir dönemden, eserlerin M. S. 7-8. yüzyıldan itibaren kendi vernakülerinde gelişmiş olmasının da çok önemli bir husus olduğunu belirtti.
Üçüncü olarak basın yayın faaliyetlerine değinen Uslu, Ermeniler’in İstanbul merkezli olmak üzere ancak çok dağınık bir şekilde Avrupa’da ve başka coğrafyalarda, birçok kentte matbaalar kurup 18. yüzyılın başından itibaren yaygın üretim yaptıklarını ifade etti. Zakarya Mildanoğlu’nun, Aras Yayınları tarafından yayımlanan, Ermenice süreli yayınlar üzerine yaptığı çalışmaya göre 1794’ten 1915’e kadar önemli bir kısmı Osmanlı coğrafyasında olmak üzere Ermeniler tarafından çıkartılan 850’ye yakın sayıda periyodik yayın bulunduğunu aktaran Uslu, yayınların konularının da çok çeşitli olduğunu ekonomi, müzik, ve tiyatroya kadar farklı alanlarda periyodik yayınların yapıldığını belirtti. Aynı şekilde yoğun bir kitap üretiminin de mevcut olduğuna değinen Uslu, bu bağlamda, resmi tarihte matbaa meselesinin de eksik anlatıldığını ifade etti. İstanbul’da, 1587’de, ilk Ermeni matbaasının kurulmasının ardından, bir çok başka matbaanın açıldığını, Eremya Çelebi Kömürcüyan’ın 1667’de kendi matbaasının ve patrikhanenin kurduğu matbaanın Müteferrika’dan önce olduğunu vurgulayan Uslu, bu yoğun kitap üretiminin de, merkezde dini metinler olmakla beraber, çok sayıda farklı metinle karşılaşmayı mümkün kılan bir “göz kamaştırıcılığa” sahip olduğunu belirtti.
Kaynaklar konusunda temel kategorileri bu şekilde değerlendirdikten sonra Uslu, sunumuna Ermenilerde yazılı kültürün gelişimi ile devam etti. Öncelikle bu kültürün tamamıyla Anadolu’da yeşermiş bir kültür olduğunun altını çizen Uslu, M. Ö. 405’te, Daron (bugünkü Muş) çevresinde Ermeni alfabesinin icat edilmesi ile ciddi bir yazılı üretimin başladığını belirtti. Ermeni yazılı kültürünün ilk büyük ürünlerinin de burada çıktığını, hemen sonrasında Moses Khorenatsi’nin M. S. 5. yüzyılda kaleme aldığı Ermenilerin Tarihiile Ermeni tarih yazıcılığının da başlamış olduğunu, ardından benzer isimlerle yazılan pek çok kitap ile bir tarih yazıcılığı geleneğinin oluştuğunu ifade etti. Dolayısıyla Osmanlı öncesi ve sonrasına dair çok şeyin bu metinlerde bulunabileceğini de ekledi.
Ermeni mistik kültürünün ve dilcilik geleneğinin de aynı şekilde önemli kaynaklar ürettiğine işaret eden Uslu, matbaa sonrası nispeten “seküler” intelijansiyanın da ortaya çıkmaya başladığına değindi. 18. yüzyılın “tarihçiler patlaması”na şahit olduğuna, 17. ve 18. yüzyılda da buna paralel bir şekilde halk kültürünün yayılmasının söz konusu olduğunu ifade etti. Gerçek anlamda üretimin yaygın olduğu dönemin 18. yüzyıl olduğuna değinen Uslu, Ermenice harfli Türkçe metinlerin benzer örnekleriyle kıyaslanamayacak kadar büyük bir birikimi bünyesinde barındırdığına değindi. Konuşmasına yazılı kültürün 18. ve 19. yüzyıllardaki dönüşümüyle devam eden Uslu, edebiyatın bu çerçeve içinde nerede durduğunu ve nihayetinde modern edebiyata nasıl geçildiğini aktararak devam eden Uslu, Grek metinlerinin çevirileriyle başlayan ve Osmanlı öncesine referansla kimlik arayışlarıyla şekillenen modern edebiyatın, Osmanlı tarihi açısından çok ilginç olmamasına rağmen 1850 sonrası için tam tersinin söz konusu olduğuna işaret etti. Özellikle 1880’ler sonrasında gerçekten kudretli ve gerçekçi bir edebiyatın varlığından söz edilebileceğini; İstanbul ağırlıklı, İstanbul’u anlatan bu edebiyatın İstanbul’un o dönemki rengini yansıttığını söylemenin mümkün olduğunu belirtti. 1908-1914’te II. Meşrutiyet döneminin geçişken ve kaotik yapısını paranteze alarak, 1915’te bir dönüm noktasının yaşandığına işaret eden Uslu, bununla birlikte Ermeni milli trajedisinin başladığını, Osmanlı-Ermeni edebiyatın, Batı Ermenice edebiyatının tükendiğini ifade etti. Hayatta kalanların ürettiklerine rağmen aynı zenginlikten söz etmenin mümkün olmadığını da ekledi.