Hafîd et-Teftâzânî: Mecmû’atü’l-ulûm & Saçaklızâde: Tertîbü’l-ulûm

Paylaş:


Bilim ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Fahreddin Râzî Sonrası İlimler Tasnifi Literatürü toplantı dizisinin yedinci oturumunda, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden araştırma görevlisi Abdullah Yıldırım, Hafîd et-Teftâzânî’nin (ö. 916/1510)  ed-Dürru’n-nadîd min Mecmûati’l-Hafîd, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden araştırma görevlisi Yasin Apaydın ise Saçaklızâde’nin (ö. 1145/1732) Tertîbü’l-ulûm adlı eserlerini ilimler tasnifi bağlamında ele aldılar.

Oturumun ilk konuşmacısı Yıldırım, öncelikle Hafîd et-Teftâzânî’nin hayatı ile ilgili bilgi verdi. Müellif ile ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmadığını söyleyen Yıldırım, Teftâzânî’nin ikinci dereceden dedesinin tefsir, hadis, fıkıh alanlarda âlim olduğunu ve bu özelliğin torun Taftâzânî’de de görüldüğünü vurguladı. Nitekim eserlerine bakıldığında miras hukukuyla ilgili Sirâciyye şerhi, mantıkla ilgili Tehzîbu’l-mantık şerhi ve belâgatla ilgili Muhtasaru’l-Meânî haşiyesi başta olmak üzere muhtelif ilimlerde tasnif edilmiş eserlerle karşılaşılmaktadır. Bu tabloya bakıldığında müellifin, İslami ilimlerin birçok alanında telifle iştigal etmekle beraber, Arap dili ve ilimleri üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Dikkat çeken bir diğer yön, tasavvufa dair bir metni bulunmamasına rağmen, ilimler tasnifine dair eserinde Teftâzânî’nin tasavvufa yer vermiş olması ve bilhassa felsefe-kelâm eserlerine vukûfiyetidir.

Yıldırım, Teftâzânî’nin hayatı ve eserleriyle ilgili kısaca bilgi verdikten sonra, sunumun asıl konusunu teşkil eden ed-Dürrü’n-nadîd Min Mecmûati’l-Hafîd adlı eserine geçti. Öncelikle eserle ilgili kısa bir girişten sonra eserin muhtevasından hareketle ilimler tasnifi hususunda nasıl bir değer ifade ettiğine değindi. Eser, mukaddime ve iki matlaptan oluşmaktadır. Birinci matlap “müteşerrîlerin (ulemânın) ilimleri”, ikincisi ise “mütefelsiflerin (filozofların) ilimleri” başlığını taşımaktadır. Müellifin şer‘î ilimler ve felsefe tabirleri yerine müteşerrî ve mütefelsif ibarelerini kullanmasını Yıldırım, müellifin ilimleri varlığından ötürü değil de zümrelerin uğraştığı ve anladığı şekliyle bir tasnife tabi tutmuş olabileceğine bağlamaktadır. Eserin niceliksel olarak değerlendirmesini de yaparak birinci kısmın 30 sayfa; ikinci kısmın, eserin neredeyse tamamını oluşturacak şekilde 270 sayfa ve üçüncü kısmın yaklaşık 20 sayfadan müteşekkil olduğunu belirtmiştir.

Eserin muhtevasını detaylandıran araştırmacı, mukaddimenin “Şer’î ilimlerin sayılması ve kısaca izahı” ile  “Felsefi ilimlerin tasnifi ve konularına göre açıklanması” şeklinde iki kısımdan oluştuğunu belirtti. Ancak Yıldırım, Teftâzânî’nin, mukaddimenin giriş kısmında şer‘î hakikatin anlaşılabilmesi için Kur’an lafızlarının ve Hz. Peygamber’in sünnetinin açıklanması gerektiğini ve bu sebeple ilimleri bu üst başlıkla tertip ettiğini belirttiğini aktardı. İlimler tasnifine dair konuları da içeren mukaddime, genelgeçer kabul görmüş bilgilerle devam etmektedir. Müellifin dil ilimlerini de “şer’i ilimler” başlığı altında sınıflandırdığına değinen Yıldırım, bu tutumun yanlış olduğu kanaatindedir. Ona göre, dil kendi içinde ayrı bir hakikat olarak düşünülüyorsa ayrı bir başlıkla ele alınması gerekir. Mukaddimenin ilk faslında şer’i ilimlere bağlı olarak sekiz ilim tespit edilmektedir: kıraat, hadis, hadis usûlü, fıkıh, fıkıh usûlü, tefsir, kelam ve edeb. Teftâzânî, bu ilimleri kısaca beyan ettikten sonra Tasavvuf’u ele almaktadır. Burada, Tasavvuf’u bir yöntem olarak kabul ettiği görülse de, benimseyip benimsemediği pek anlaşılmamaktadır. Tasavvuf’tan sonra münazara, cedel ve hilâf konularına kısaca temas edilmektedir. Müellif burada bu ilimlerin hangi başlıkla ele alınması gerektiği konusundaki belirsizlikten söz etmekte, bu ilimlerin kendi içinde bir bütün oluşturduğu zannedilse de, hakikatte bu görüşü doğru bulmamaktadır.

Eserde, zikri geçen sekiz ilmin tespit edilip kısaca açıklanmasından sonra bazı problemlere temas edilmektedir. Mesela, edep ilmiyle ilgili olarak bu ilimle kastedilen Arap kelâmına arız olan hatalardan sakınmak ise o halde aruz ve kafiye ilimlerinin bu incelemenin dışında kalması gerekmektedir. Zira bu ilimler edebiyat ve şiir açısından değerlendirilmelidir. Eserde ayrıca aruz ve inşâ ilimlerinin sorunlarına da değinilmektedir. Teftâzânî’ye göre, aruz, usul ve inşâ ilimlerinin furû ilimler arasında sayılması sorun teşkil etmektedir. Yıldırım’a göre, Teftâzânî, ed-Dürrü’n-Nadîd’i sırf ilimleri tasnif etmek, şer›i ve felsefî ilimleri beyan etmek için yazmış değildir. Kitabın eğitim amaçlı yazılmış olabileceğine dair bir soru üzerine, bu konudaki görüşünü bildiren Yıldırım, konular her ne kadar belli üst başlıklarda toplanmasına rağmen, eserde küllî bir bakış açısından söz edilemeyeceğini belirtti.

Sonrasında, mukaddimenin ikinci faslıyla ilgili bilgi verildi. Bu kısımda müellif, felsefeyi nazarî ve amelî hikmet olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Hikmet, “mutlak olarak mevcutların bilgisi” şeklinde tarif edildiğinde mantık ilmini de kapsayan dört kısma, “mevcutların ayn’ını bilmek” şeklinde tarif edildiğinde ise mantığı kapsamadığı için üç kısma ayırmaktadır. Keza burada da şer‘î ilimlerde olduğu gibi felsefî ilimleri sekiz alt başlığa ayırıp kısa kısa izahları yapılmaktadır. Bu kısımda İbn Sînâ, Fahreddin er-Râzî ve Nasiruddin et-Tûsî’den alıntılar yapılmaktadır. Yıldırım, bu tasniflere değindikten sonra şer‘î ilimlerde olduğu gibi müellifin tespit ettiği belli başlı problemlerden bahsetti. Mesela, nazarî ve amelî felsefeden hangisinin daha üstün olduğu tartışmasına giren Teftâzânî, neticede amelî felsefenin üstünlüğünü kabul eder. Ona göre amelden sadır olan saadet, bilmekten sadır olan saadetten üstündür. Ayrıca amelî felsefede vehmin müdahalesinin olmaması da bir gerekçe olarak ileri sürülmektedir. Bunun dışında, eserde “Mantık, felsefeye dâhil midir, değil midir? Ölümden sonra da nefislerin tesiri devam eder mi, etmez mi? Nazar vacip midir, değil midir? İlmin konusu nedir?” gibi sorulara cevaplar aranmaktadır.

Mukaddime kısmına dair değerlendirmelerini bu şekilde aktaran Yıldırım, daha sonra metnin neredeyse bütününü oluşturan ikinci kısım ve ardından üçüncü kısım hakkında bilgi verdi. Bu bölümlerde konular çok çeşitli olduğu için onları tek başlık altında düşünmenin oldukça zor olduğunu, ancak metnin genel karakterinin yararı esas alan bir mecmua arz ettiğini vurguladı. Yıldırım, son olarak müellifin söylemlerindeki dakikliğe ve alıntılardaki yoğunluğa dikkat çekerek sunumunu nihayete erdirdi.

Oturumun ikinci sunumunu gerçekleştiren Yasin Apaydın ise, Saçaklızâde’nin Tertîbü’l-ulûm adlı eseri hakkında bilgi verdi. Apaydın, esere geçmeden önce kısaca Saçaklızâde’nin hayatından bahsetti. Buna göre, doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, hicri 1070-1080 yılları arasında doğduğu tahmin edilen Saçaklızâde, memleketinde aldığı derslere ilaveten Şam’a giderek tefsir, hadis ve tasavvuf ilimleri tahsil etmiş ve tarikat hilafeti almıştır. Apaydın’a göre, aldığı bu sûfî eğitim onun eserlerinde de bariz bir şekilde hissedilmektedir. Kendisine çok fazla eser nispet edilmesine rağmen, Osmanlı müelliflerinde otuz eserden söz edildiğini belirten Apaydın, söz konusu eserlerde büyük oranda dil ilimleri, mantık ve münazara gibi ilimlere yoğunlaşıldığını belirtti. Bunlar arasında özel bir yeri olan Tertîbü’l-ulûm’un birçok yazması bulunduğunu ifade eden Apaydın, 1988’de Suudi Arabistan’da neşredilip 2009 yılında tercüme edilen nüshanın en eski yazmalardan biri olduğunu belirtti.

Apaydın, Saçaklızâde’nin hayatı ve eserleriyle ilgili yaptığı bu girişten sonra, Tertîbü’l-ulûm’a geçti. Eser; mukaddime, iki maksad, tezyil (ek) ve hâtimeden oluşmaktadır. Bunlara ilaveten, eserde bir de on iki ara fasıl bulunmaktadır. Ancak yer yer ara fasıllar ile ana fasıllar birbirine karışmış durumdadır. Eserde, ilimlerin tanımları, taksimi ve tahsili sırasında dikkat edilmesi gerekenler ile ilimlerin mertebeleri ve benzeri konular yer almaktadır. Saçaklızâde, mukaddime kısmında faydalı ilimleri sayımı ile sıralamakta, tek tek tanımlamadan yalnızca isimlerini zikretmekle yetinmektedir. Saçaklızâde için zikredilen ilimlerin faydaları yanında, ilmin hükmünün, mâlumun hükmü gibi olması” kabûlü, o bilginin ne türden bir ilim olarak değerlendirilmesi gerektiği konusunda bir kıstas işlevi görür. Bunun gibi başka kıstaslar da vardır. Meselâ, toplumda hiç yaygınlaşmamışsa o ilmi öğrenmeye cevaz yokken, toplum içinde yaygınsa toplumu bulaştığı bu illetten kurtarmak için o ilmi bilmek gereklidir. Kimi ilimlerin durumu, zaman ve zemine göre değişmektedir. Öğrenilmesi haram olan ilimler ve mübah olan ilimler, mukaddimede yer alan diğer konular arasında yer almaktadır.

Mukaddimenin ardından birinci maksad hakkında da değerlendirmelerde bulunan Apaydın, burada iki büyük faslın bulunduğunu belirtti. Bunlardan ilki olan “ilimlerin sayımı”nda (ta’dâd) müellif, otuz beş ilim saymaktadır. Ancak ilimler tasnif edilirken bir hiyerarşinin gözetildiği pek söylenemez. İkinci fasılda, ilim tahsil ederken bulunulan zararlı davranışlara değinilmektedir. Meselâ, zekâ sahibi olmayanların zekâ sahiplerinin mesleğinden gitmesi, bir ilmin metinlerini hıfzetmeden o ilme şerh ve haşiyeyle başlanması, bu kabildendir. Müellif, eserinde, son zamanlarda öğrenciler arasında böyle bir temayülün bulunduğunu, bunun çok kolay bir metni bile anlamaya engel teşkil ettiğini vurgulamaktadır. Derslerin çok fazla soru-cevaplarla bölünmesi, hesap ilmini öğrenmeden fıkıh ilmini öğrenmeye kalkmak gibi konular da Saçaklızâde için zararlı davranışlar arasında sayılmaktadır. Saçaklızâde’nin saymış olduğu bütün bu problemlerin, o dönemin medreselerinde birer vakıa olarak mevcut olduğu belirtilmiştir.

Apaydın, ikinci maksadın Tertîbu’l-ulûm ve Merâtibü’l-ulûm olarak ikiye ayrıldığını söyledi. Tezyil kısmında ise Allah’ın Kur’an’a verdiği isimler, hadislerde Kur’an’a dair yer alan övgüler yer almaktadır. Apaydın, özellikle bu kısımda müellifin mütefelsifeyi eleştirdiğini vurguladı. Nitekim hâtime kısmını felsefeye ayıran müellif, burada felsefenin nereden türediği, ulemanın felsefeye dair yergileri, ardından müellifin felsefeye yergileri ve bu ilimle uğraşmanın hükmü gibi konulara yer vermiştir.

Eserin bölümleriyle ilgili verdiği bilgilerden sonra Apaydın, mukaddimede yer alan konulara değindi. Buna göre, mukaddimede faydalı ilimler bahsinde Arapça ilimler, Kur’an ilimleri, hadis ilimleri ve akli ilimler yer almaktadır. Bunların dışında kalanlar ya zararlı (felsefe, ilm-i nücûm) ya da dikkate değer bir faydası olmayan ilimlerdir (şiir, ilm-i neseb).

Apaydın, ilimlerin hükümleri bahsinde müellifin ilimleri farz-ı ayn, farz-ı kifâye, mendup ve haram olarak ayırdığından bahsetti. Buna göre, ilim tahsil etmeye herkese farz olan ilimlerden başlanmalı ve sırasıyla diğerlerine geçilmelidir. Faydalı ilimler gibi haram ilimler de kendi içinde bir tasnife tabidir. En şiddetli haram da, Saçaklızâde’ye göre, tabiyyat/fizik’tir.

İkinci maksatta, ilimler tasnifiyle ilgili asıl kısım olan Tertibü’l-ulûm başlığı altında mübtedinin sırasıyla tahsil etmesi gereken ilimler sıralanıyor. Hükme göre farz-ı aynın en üst derecede farz olanından mübaha doğru giden bir sıra takip edilmektedir. Müellif, burada Gazzâlî’den naklen, her bir ilmin iktisâr, iktisâd ve istiksâ olmak üzere üç mertebesinden söz etmektedir. Ayrıca tefsir, hadis, fıkıh ve kelamın mertebelerinden bahsederken diğer ilimlerin detaylarına girmemektedir. Apaydın, daha sonra, Saçaklızâde’nin bazı ilimleri nasıl değerlendirdiğini ele aldı. Müellife göre mantık ilmi, kelâm ve felsefeye dâhil olmalıdır. Ancak bu onun haram olduğunu göstermez. Zira felsefenin her cüz’ü haram değildir. Cedel ve münazara birbirine benzeseler de, aslında birbirinden farklıdırlar. Münazara, hak olan kelâmı ortaya çıkarmak hedefindeyken; Cedel, hak ya da batıl olsun, bir fikrin ispatı ya da rakibi ilzam için kullanılır. Kelâm ilmine ise müellif eserde geniş yer vermiştir. Buna göre, kelâmı, mebâdi ve makâsıd olarak ikiye ayırmıştır. Mebâdi kısmında aklî ilimleri tartışırken; makasıd kısmında iktisar, iktisat ve istiksa mertebelerini değerlendiriyor. Tefsir ilmi kısmında, müellif, tefsirin sadece Kur’an’ın manaları olarak anlaşılmaması gerektiğini, bunlara götürecek külli kaideleri de içermesi gerektiğini ifade etmektedir. Müellife göre, Tûsî bunu tamamen kötü niyetlerle yaparken, Râzî ve Kâdı Beyzâvî gibi sünnî alimler iyi niyetlerle yapmışlardır.

Apaydın, esere dair yaptığı değerlendirmenin sonunda, Saçaklızâde’nin, tüm ilimleri kapsama gibi bir gaye taşımadan kaleme aldığı ve büyük oranda, ilim talebesine kılavuzluk yapacak şekilde telif ettiği eseri Tertîbü’l-ulûm’un öğretici yönü ağır basan ve ilimleri hükümlerine göre tasnif eden bir kitap olarak okunması gerektiğini belirterek konuşmasını sonlandırdı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir