Sosyal Servet: İslam’da Yönetim-Piyasa İlişkisi
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi, Divân Toplantıları kapsamında Ekim ayında İstanbul Şehir Üniversitesi rektörü ve Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cengiz Kallek’i, yakın zamanda yayınlanan Sosyal Servet: İslam’da Yönetim-Piyasa İlişkisi isimli kitabı üzerine konuşmak ve İslam tarihinin, özellikle de Hulefa-i Raşidin döneminin devlet-ticaret-ekonomi ilişkilerini tahlil etmek üzere konuk etti. Kendi akademik yaşamından kesitler sunarak konuşmasına giriş yapan Kallek, bahsi geçen eserin ortaya çıkış sürecini özetledi ve döneminin sosyal ve siyasi şartlarıyla hesaplaşma, ‘-izm’leriyle mücadele etme gayretinin, hem Arapça eğitimine yoğunlaşmak hem de çalışma alanlarının gerektirdiği bilgi birikimini edinmek konusunda kendisine cesaret verdiğini belirtti.
Yüksek lisans tezinde, Hz. Muhammed döneminin devlet-mal piyasası ilişkisini hukuki perspektiften değerlendirdiği bilgisini veren Kallek, yayınlanan kitabının büyük bir kısmını oluşturan doktora tezinde ise Hulefa-i Raşidin dönemini, bu sefer diğer piyasaları ve üretim faaliyetlerini de dikkate alarak iktisat tarihi açısından inceliyor. Çalışmasını, sahabe servetlerini konu alan ve gerek hacmi gerekse içeriği ile oldukça dikkat çeken “ekler” bölümüyle nihayete erdiriyor. Yanlış bir genellemeye varmamak kaygısıyla sürdürdüğü yoğun ve titiz araştırmaların sonucunda çok sayıda sahabenin servetiyle ilgili bilgi topladığının altını çizen Kallek’e göre, “Servet, devletin de olsa, birtakım kurumların yahut fertlerin elinde de bulunsa Allah’ın kullarına emanetidir.” görüşü döneme hakimdi ve kitabına “Sosyal Servet” adını vermesinin sebebi de buydu. Kallek; sahabelerin para kazanma, mal alıp verme hususlarında hesapçı ve rasyonel bir tavır sergilediklerine, dağıtırken ise oldukça irrasyonel biçimde gözlerini kırpmadan elde ettikleri servetleri tasadduk edebildiklerine dikkat çekti.
Gelen sorular üzerine, ilk İslam sosyalisti olarak bilinen Ebû Zer el-Gıfârî’ye de değinen Kallek, bu sahabenin sanılanın aksine topluma muhtaç yaşamasını gerektirmeyecek düzeyde servetinin bulunduğunu, verdiği mücadelenin ise özellikle Hz. Osman döneminde belirgin hâle gelen servet dağılımındaki dengesizliğe, bu durumun yarattığı toplumsal ve siyasi buhranlara karşı olduğunu vurguladı. Kallek, başka bir soruya cevaben de, Hz. Ebû Bekir’in Tebük Seferi hazırlıkları esnasında bütün mallarını bağışladığı bilgisine rağmen arazilere, hayvanlara, kölelere sahip olduğunu gösteren kayıtların varlığını, farklı dönemlerde “mal” kavramıyla kastedilenin değişimine bağladı. Hz. Ebû Bekir, muhtemelen o dönemde paraya dönüştürülemeyecek mallarını değil, sermayesini teşkil eden nakdi birikimini bağışlamıştı.
Programın ilerleyen safhalarında yöneltilen sorular ışığında, eserin giriş bölümünde yer alan makaledeki halife-merkezli ve beşer-merkezli dünya görüşü kavramsallaştırmasına yoğunlaşıldı. Kallek’e göre bu ayrımın merkezinde “Hani Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ buyurmuştu.” (Bakara: 30) ayeti bulunmaktadır. İnsanların hilafet düsturunun icrasına çalışmaları, iktisadi faaliyetleri de kapsayan her türlü eylemleri bu çerçeveye oturur. Bu anlamda insanlar, Allah’ın emirleri doğrultusunda, kendilerine emanet edilen canları ve malları imar etme yükümlülüğündedirler. Tüm bunlar, halife-merkezli dünya görüşü mefhumuna karşılık gelmektedir. Kallek’e göre, bu kavramın İslam’la eş tutulmasına gerek yoktur zira Allah’ın kendisini halife olarak yarattığını düşünen her din mensubu, bu kavram içerisinde değerlendirilebilecek davranışlar sergileyecektir. Kallek için söz konusu ayrımı vurgulamanın amacı, Batı felsefesindeki beşer-merkezli (anthropocentric), bireysel hazzı en üst düzeye çıkarmaya çalışan ekonomik görüş ile toplumsal yaşamı her daim aklında bulundurup ümmetçi yaklaşımı savunan halife-merkezli görüşü kıyaslamaktır.
Kallek, konuşmasının devamında dönemin devlet yapılanmasının piyasaları kendi işleyişine mi bıraktığı, gözetim altında mı tuttuğu yoksa gerektiğinde işleyişe müdahale mi ettiği sorusuna açıklık getirdi. Kallek’e göre bu seçeneklerin hiçbiri tek başına geçerli değildi. Şartların gerekliliklerine göre hareket eden, sosyal dengeleri gözeten, siyasal yahut toplumsal düzene uygun olmayan iktisadi sistemleri en iyi çözüm olsalar dahi terk edip alternatif seçenekleri değerlendirebilen bir yönetim anlayışı bulunmaktaydı. Devlet bir yandan vergiler yoluyla zengin ve fakir arasında transfer yolları inşa edip gerektiğinde ek vergilendirmelerle fakirlerin lehine uygulamalara başvururken, diğer yandan kurduğu hisbe teşkilatıyla kamu düzenini tesis etmekteydi. Kallek’e göre bu durumlar, devletin piyasalara müdahalesi olarak ele alınabilir. Bugünkü Merkez Bankası ve hazinenin işlevini gören Beytülmâl’da bulunan rezervlerin, ihtiyaç hâlinde en aza indirilerek tedavüldeki para miktarının azami seviyede tutulması da söz konusu müdahaleye örnek teşkil etmektedir.
Konuşmasının sonunda Kallek, Hulefâ-yi Raşidîn dönemi iktisat politikasına ne oranda serbest denebileceği sorusundan hareketle, iktisat kavramının dogmatik yönü, felsefesi, teorik içeriği, metodolojisi ve uygulaması bulunduğunu açıkladı. Bu anlamda ne kadar tartışılsa da dogmatik yönünün Kur’an ve sünnetin koyduğu ana ilkelerin dışına çıkamayacağını vurguladı. Devlet, geliştirdiği teorilerde, bulunduğu zaman ve mekânın gerekliliklerini hesaba katmak, belirli bir dogmatik ve metodolojik çerçevenin içinde kalmak durumundadır. Dolayısıyla tamamen serbest ya da serbestlik karşıtı bir iktisat politikasından bahsetmek mümkün değildir.
Son olarak Kallek, aynı dönemi ele alırken hem İslam kapitalizminin hem de İslam sosyalizminin tartışılabildiğine dikkat çekti. Kallek, karşıt içerikli kavramların aynı dönem için kullanılabilmesinin, konunun ne kadar hassasiyet taşıdığının ve bu nedenle ne kadar dikkat gerektirdiğinin işareti olduğunu belirterek konuşmasını sonlandırdı.