Ekonomi ve Siyasette İstikrar Arayışları

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin 2011 yılından beri düzenlediği yıllık ekonomi değerlendirme panellerinin beşincisi, T.C. Merkez Bankası’ndan Doç. Dr. Lokman Gündüz’ün moderatörlüğünde Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Saltoğlu, Koç Finansal Hizmetler ve Yapı Kredi Bankası Başekonomisti Doç. Dr. Cevdet Akçay ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Genel Sekreteri Mustafa Mente’nin katılımıyla gerçekleşti. Panelde iktisadi ve siyasi konjonktürün, özellikle de Türkiye ekonomisinin durumu ele alındı. 

Prof. Dr. Burak Saltoğlu, konuşmasına Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu değerlendirerek başladı. “Dünya ekonomisinin son 20 yılda yaşadığı en kritik olguya finansallaşma diyebiliriz.” diyen Saltoğlu, çok fazla kredinin dağıtılmasının ve bunun getirdiği ‘hormonlu’ büyümenin geri dönüşümünün yaşandığını vurguladı. Yarın ne olacağını tahmin etmenin kolay olmadığını, böyle bir durumla daha önce karşılaşılmadığını belirtti. Saltoğlu’na göre büyümenin arkasında finansallaşma ve borçlanma süreci var; borçluluk gerek hane halkı gerek kamu kesimi gerekse özel sektör tarafında daha fazla ileriye gidemiyor. Bunun sonucunda da finansallaşma tıkanıyor. Borçluluktan ve kredi kanallarındaki yavaşlamadan, demografik yapıdaki sıkıntılardan, ülkeler arasındaki politik yetersizliklerden ve tepkisel olarak finansal düzenlemelere gelen baskılardan dolayı ekonomiler büyüyemiyor. Peki, bu durum geçici mi, kalıcı mı? Gelinen nokta itibariyle modellediğimiz ekonominin gerçekleri sanal bir şekilde abartılmaktadır. Türkiye de bundan -ister istemez- gerek algıların gerek beklentilerin değişmesi sebebiyle olumlu veya olumsuz açıdan etkilenebilecektir. Piyasaların durumu Türkiye ekonomisinin önüne fırsatlar sunuyor olsa da, küresel büyümenin tıkanması Türkiye ekonomisinin kendi içine dönmesine neden olabilir. Bu da beraberinde bazı sorunları getirecektir. Türkiye, bu şartlarda kamu finansmanı ve diğer avantajlarla gelebilecek olası kısa dönemli şokları atlatabilecek cephaneye sahiptir.

“Türkiye açısından çok önemli bir problem kısa vadede görünmüyor.” diyen Saltoğlu, “sadece tüketim ile büyüyoruz” eleştirisinin doğru olmadığını belirtti ve özetle şu hususları dile getirdi: 1987-2000 arasında ortalama tüketim, milli gelirin %69’unu oluşturuyordu ve şu ana dek bu rakam değişmedi. Tüketimle büyüme kötü; hep tüketimle büyüyen bir ekonomiye sahibiz. Dış ticaret açığı kısmen kötüleşmişti. Kamu ve yatırım tarafında da kötüleşmeler var; özel sektör yatırımları önceki döneme oranla düşük seyretmektedir. Türkiye ekonomisi dünya ekonomisi ile aynı yönde hareket ettiğinden orta vadedeki temel amaç, büyüme oynaklığını ve belirsizliğini azaltmak olmalıdır. Son 20 yıl boyunca ortalama % 4- 4.5 oranında büyüyoruz ama bunu 4.5- 5 civarında bir standart sapma ile elde ediyoruz. Bu olgu, gelişmekte olan ülkelere oranla yüksek bir salınım oluşturmaktadır. Türkiye ekonomisinin en önemli yapısal sorunlarından birisi ekonomideki iniş çıkışların fazla olmasıdır. Bu durum, Türkiye’nin Sharpe oranının düşmesine neden olmakta ve diğer ekonomik parametreleri de etkilemektedir. Bu açıdan özel sektör yatırımlarının ve ithalatın oynaklığı çok yüksektir. Bunların nedenlerinin ve etkilerinin belirlenip gerekli reformların yapılması gerekmektedir. Türkiye ekonomisin yapısal problemlerinin aşılabilmesi için ekonomiyi büyük bir resim içerisinde görmek, gerek finansta gerek üretimde gerekse sanayileşmede topyekûn hareket etmek, çözüm yolları olarak öne çıkıyor. Büyüyebilmek için sermaye piyasalarının geliştirilmesi gerektiğine değinen Saltoğlu, Türkiye’nin orta ve uzun vadeli perspektifinde çok ciddi potansiyele sahip olduğunu belirtti. Ekonomi ile politika arasındaki iletişimin iyileştirilmesi gerektiğini söyledi. 

İkinci panelist Mustafa Mente, konuşmasında Türkiye’nin küresel ekonominin bir parçası olduğunun ve çevre pazarlardaki durumun Türkiye’yi etkilediğinin üzerinde durdu. “Tekrar jeopolitiğe döndüğümüz bir dönemi yaşıyoruz.” diyen Mente, çok sayıda jeopolitik belirsizliğin bulunduğunu vurguladı. Konuşmanın ana hatlarını şöyle özetleyebiliriz: Ortadoğu, Kuzey Afrika, Güney Asya gibi birçok bölgede sıkıntılar var, bu durum daha fazla şiddete ve piyasa mekanizmasının çalışmamasına neden olmaktadır. Türkiye’nin çevresinde çok fazla çatışma bölgelerinin bulunması, risklerini artırıyor. Ancak, enerji fiyatlarının çökmesi cari açığın iyileşmesini, enflasyonun düşmesini sağlıyor ve bu durum büyümeye pozitif biçimde yansıyor. Fakat diğer açıdan baktığımızda, pazarlarımızın emtia depremi nedeniyle içinde bulunduğu durumun bize risk oluşturduğu gerçeği söz konusu. Asıl önemli nokta, üretim yapımızdır. Yeni nesil bilişim ve dönüşüm noktasında biraz geride kalındı. İnovasyon ve üretim noktasında sıkıntılar var.” dedi. Hükümetin hazırladığı bir yıllık programı bu açılardan değerlendiren Mente, reform koordinasyon ve izleme kurulu oluşturulmasının olumlu etkilerinden bahsetti: “Esnek çalışma, özel istihdam büroları, kıdem tazminatı gibi ikinci nesil reformlar kapsamındaki taahhütler olumludur, kamu ise çok büyüdüğünden finansmanında sıkıntı yaşanabilir. İş hayatının önünü rahatlatan reformlar açısından Türkiye’nin uzun süredir aksadığı düşünülürse, tekrar bu tarz vurguları görmek sevindiricidir.” Ancak mali kural bulunmadığını söyleyen Mente, bunun da etraftaki jeo-politik risklerden ötürü elimizi daraltmak istemememizden kaynaklandığını belirtti. İş dünyasında AB ile ilişkilerin heyecan yarattığını da konuşmasında vurguladı.

Panelin son konuşmacısı Doç. Dr. Cevdet Akçay, konuşmasına Türkiye’de büyüme ve kur ile ilgili çok yanlış bir algının yerleştiğini belirterek başladı. Bütün gelişmekte olan ülkelerin aynı olmadığını ve kendilerine has özelliklerinin bulunduğunu söyleyen Akçay, Ağustos 2014’ten beri petrol fiyatlarının ‘oyun değiştirici’ olarak devreye girdiğini, bu durumdan bazı ülkelerin yarar sağlayacağını ve bazı ülkelerin ise zarar göreceğini dile getirdi: “Türkiye, yarar sağlayan ülkelerden biridir. Fakat enflasyonun düşmemesinin ve büyüme rakamlarının yükselmemesinin sebebi kur oynaklığıdır. Kurun hem düzeyinin hem de volatilitesinin (oynaklığının) artması Türkiye’nin rekabetçi gücünü artırmamakta, aksine hiçbir işe yaramamaktadır. Ancak şirketler bu durumdan fena halde etkilenmektedir. Şirketlerin olumsuz etkilenmeleri bankalara yansıyacak ve bu kısır döngü oluşturacaktır.” Büyüme konusuna da değinen Akçay, büyümenin bir reçetesi olmadığını belirterek büyüme için teknik detay konuşacak durumda bulunmadığımızı söyledi. “Büyüme modeli kavramını Kuzey Kore dışında dünyada artık uygulayabilecek ülke yoktur. Büyüme için üç şey yapılması gerekir: İnsan kaynağına yatırım yaparak emek piyasanızı esnek tutmaya çalışmak, yatırımcıya uygun ortam sağlamak, ehil insanların iş başında durduğu sinyalini sürekli global piyasalara ve iç piyasalara vermektir. Büyüme ancak üretimle gerçekleşir, tüketimle ve ithalatla büyüme gerçekleşmez.” Türkiye’nin problemini anlatabilmek için Hindistan örneğini kullanan Akçay, Hindistan merkez bankasında bütün atamaların devlet tarafından yapıldığını ama bağımsızlığını kimsenin sorgulamadığını söyleyerek şu hususların altını çizdi: “Gelişmekte olan ülkelerde bağımsızlığı sorgulanan tek merkez bankası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Destek olması gereken kurumların bazılarından gelen eleştirilerin elle tutulur yanı yoktur. Fiyat istikrarı hedeflemesinin yanına finansal istikrar hedeflemesini de koyarak TCMB, kalkınmacı merkez bankasına dönüşmüştür. Merkez bankası amaç fonksiyonunu esneterek yeni ortama uyum sağlamak için araçlarını zenginleştirmiştir. Küreselleşmenin iktisadi anlamı, elinizdeki araç sayısının azaltılması ve bunun gönüllü olarak kabul edilmesidir. Bu durumda elinizdeki tek araç beklenti yönetimidir; beklenti yönetimini iyi yapılması hâlinde, ticaret ve finans kanalları lehinize çalışacaktır.” Hindistan örneği üzerinden devam eden Akçay, Hindistan’da var olan karışıklıkları ve merkez bankası yapısının pek bilinmediğini söyledi. Hindistan’ın halkla ilişkilerini dünyanın her yerindeki ılımlı ve zeki Hintlilerin, Batı dünyasının ve İngiltere’nin yaptığını, bu yüzden mevcut durumun hiçbir yerde okunmadığını belirtti. Bizim halkla ilişkilerimizi yürütenlerin ise pek başarılı sayıkmadıklarından bahsetti. Konuşmasında enflasyona da değinen Akçay, enflasyon azaltılamazsa paranın reel değer kazanmasının önlenemeyeceğini ve nominal değer kaybının hiçbir işe yaramayacağını ifade etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir