Enerjide Değişen Dinamikler ve Türkiye
Küresel Araştırmalar Merkezi Ortadoğu Konuşmaları toplantı serisinin Mart ayı toplantısında İstanbul Medipol Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. Mert Bilgin “Enerjide Değişen Dinamikler ve Türkiye” başlıklı bir sunum yaptı. Bilgin, sunumuna enerji konularına dair muhakkak bilinmesi gereken ilk kavram olarak enerji güvenliğinin ne anlama geldiğini açıklayarak başladı. Buna göre, genellikle arz güvenliği olarak anlaşılan enerji güvenliği yaklaşımı, aslında anlamı daha geniş kapsamlı kavramı açıklama konusunda yetersiz kalmaktadır. Enerji güvenliği, arz güvenliğiyle olduğu kadar talep güvenliğiyle de ilgilidir. Arz güvenliği enerji miktarı, fiyat, zaman ve konum olmak üzere dört önemli faktöre bağlıdır; talep güvenliği ise daha çok enerji ihracatçısı ülkeleri, üretilen enerji kaynağını bu faktörler açısından hedefe ulaştırılmakla ilgilidir. Bunun yanında doğal olaylar, ekolojik etkiler, teknik aksaklıklar gibi arz ve talebi etkileyen birçok etken de söz konusudur.
Enerji güvenliğinde diğer bir önemli mesele de küresel ısınmanın sebebi olarak görülen karbon salınımıdır. Bilgin’e göre bu konuda, diğerlerine oranla çok daha önceden sanayileşmeye başlayan gelişmiş ülkelerin bugünkü şartlarına göre belirlenen Kopenhag ve Kyoto kriterleri, geç sanayileşen Türkiye gibi ülkelerin işini zorlaştırmakta ve onlar için adaletsiz bir durum üretmektedir.
Kavramsal analizin ardından meselenin tarihsel analizine geçen Bilgin, tarih boyunca yoğun olarak kullandığımız enerji türü ile içinde bulunduğumuz yaşamın sosyo-ekonomik yapılarının karşılıklı olarak birbirini etkilediğini ve belirlediğini söyledi. Bu noktadan bakıldığında ise enerji dönüşümü kavramından söz edilebilmektedir. Enerji dönüşümünde, bir önceki enerji kaynağı ile bir sonraki arasındaki ayrımı, ikincisinin sebep olduğu çok önemli askeri, ekonomik, sosyolojik ve siyasi dönüşümlere bakılarak yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse Avrupa Birliği’nin kurulmasından önceki savaşlar bir açıdan kömür savaşları, Avrupa Birliği’ni de kuruluşu itibariyle bir kömür birliği olarak düşünmek mümkündür. Petrolün donanmayı daha etkin bir hâle getireceğini düşünen Churchill’in kararının kömürden petrole geçişte önemli rolü olmuştur. Bunun sonucunda petrolün yaygın enerji kaynağı hâline gelmesiyle de petrole sahip coğrafyalardaki ülkeler arasında bütün bir ekonomik-siyasi ilişkiyi etkileyen bir ağ oluşmuştur. Petrolün mal üretiminde kullanılmasıyla oluşan yeni sistem ise insanların günlük hayattaki alışkanlıklarını ciddi anlamda değiştirerek kültürel dokuyu etkilemiştir. Bilgin’e göre, sonuç olarak görülmektedir ki enerji meselesi, sadece devletlerarası ilişkileri belirleyen politik bir meseleden ibaret değil, bütün hayata yayılan ciddi etkilere sahip bir meseledir.
Bilgin, petrol döneminden sonra ne olacağına dair yapılan tahminlere de değindi: “Her bir enerji dönüşümünde ortak bir husus söz konusudur: Daha çok karbon, daha az hidrojen içeren yakıt türünden daha az karbon, daha çok hidrojen içeren yakıtlara geçiş.” Peki, bu sürecin sonucunda, Karadeniz’de de bulunan tamamen hidrojen bazlı yakıtların kullanılması söz konusu mudur? Bilgin’e göre bu konuya dair çalışmalar varsa da şu an için gereken yüksek teknoloji, masraf ve güvenlik gibi sebeplerden ötürü yakın zamanda mümkün görünmemektedir. Fakat en azından şimdilik ufukta petrolün yerini doğal gazın alacağı ufukta görünüyor. Öte yandan bir de nükleer enerji realitesi söz konusudur. Nükleer enerjinin başlatıcısı olan Amerika, 1950’lerde mevcut petrol kaynağının kendilerine yetmeyeceğini öngörerek nükleer üretime yönelmiştir.
18-19. yüzyılların kömür, 20. yüzyılın petrol ve nükleer enerji dönemi olduğunu söyleyen Bilgin, 21. yüzyılın ise doğal gaz yüzyılı olacağı tespitinde bulundu. Burada önemli hususlardan biri de, her ne kadar doğal gaz en kritik kaynak olsa da kömürden nükleer enerjiye, biyo-yakıttan rüzgâra, bir enerji çeşitliliğinin söz konusu olmasıdır. Peki, madem doğal gaz gelecekteki en kritik kaynaksa bunun Türkiye’ye ne gibi yansımaları olacaktır? Rusya tartışmasız doğal gaz piyasasının en büyük üreticisidir ve Avrupa’ya da büyük miktarlarda doğal gaz ihraç etmektedir. Bilgin, buradan yola çıkarak Türkiye’nin Rusya ile Avrupa arasında taşıyıcılık rolü üstlenip bu durumdan avantajlı çıkacağı şeklinde bir genellemeye gidilmesinin doğru olmadığını belirtti. Böylesi bir yaklaşımda Avrupa Birliği’nin enerji konusunda Rusya’ya mutlak bir bağımlılık durumunda bulunmadığı gerçeği gözden kaçırılmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalara bakılırsa Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkeler enerji üretiminde o kadar çok çeşitliliğe gitmişlerdir ki bu ülkeler için herhangi bir kaynak alternatifsiz değildir. Doğal gaza bağımlılık, kaynaklarda çeşitlilik sağlayabilecek teknolojiden mahrum olan Doğu Avrupa devletlerinde söz konusudur. Fakat, bu ülkeler de Rusya ile ciddi bir sorun yaşamamış ve şimdiye kadar -2009 yılı hariç- gaz akışında ciddi bir kesinti olmamıştır. Tam tersine, bu durum, en büyük gelir kaynağı Avrupa’ya sattığı doğal gaz olduğu için Rusya açısından önemli bir sorundur.
Rusya söz konusu olduğunda, enerji kaynaklarını kullanarak siyasi nüfuz alanı kurmaya çalışan ülkelerden bahseden Bilgin, Rusya’nın, enerji akışını tekeline alabilmek amacıyla Orta Asya’da çıkan doğal gazı da bölgedeki ülkelerden satın alıp Avrupa’ya sattığını söyledi. Fakat son dönemde Çin’in de oyuna girmesiyle Türkmenistan ve Azerbaycan gibi bazı ülkeler Rusya’nın nüfuz alanından çıkmıştır. Yine Venezuela, Brezilya, Suudi Arabistan, Malezya gibi ülkeler de doğal kaynaklarını kullanarak bir nüfuz alanı oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Doğal gazın yanında, oyunu değiştirecek bir faktör daha devreye girmiştir: Kaya gazı. 1961’den beri az miktarda ve pahalı maliyetlerle, kimyasal teknikler kullanılarak üretilen bu kaynağın üretiminde son dönemde Amerika, sahip olduğu teknolojiyi güçlendirerek ciddi miktarlarda kaya gazı üretmeye başlamış, hatta enerji ihraç eden bir ülke hâline gelmiştir. Bu da enerji arzını artırmış ve petrol fiyatlarını düşürmüştür. Bunun sonucu olarak da, daha önce belirttiğimiz yüksek enerji fiyatları üzerinden siyasi nüfuz alanı üretmeye çalışan ülkelerin çıkarları bundan olumsuz olarak etkilenmiş; söz konusu ülkelerin stratejik alanları daralmış ve ekonomilerini kötüleşmiştir. Bu daralma da, söz konusu ülkeleri, özellikle de Rusya örneğinde olduğu gibi, dış politikada agresif davranmaya itmiştir. Bilgin, bu durumun yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülebileceğini söyleyerek sunumunu tamamladı.