Neden Tarkovski Olamıyorum
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ile Türk Sineması Araştırmaları (TSA) tarafından düzenlenen Hayâl-i zî-ruhtan Sinemaya etkinliğinin dokuzuncusuna Neden Tarkovski Olamıyorum (2014) filmiyle yönetmen Murat Düzgünoğlu konuk oldu. Filmsinema dünyasının acımasızlığı karşısında ayakta kalmaya ve film çekmeye çalışan yönetmen Bahadır’ın hikâyesini anlatıyor. Film gösteriminin ardından Barış Saydam moderatörlüğünde Murat Düzgünoğlu ile gerçekleştirilen söyleşide senaryonun yazımından yapım sürecine, Tarkovski’nin sinema dünyası üzerindeki etkisinden sektördeki üretim problemlerine kadar pek çok konu konuşuldu.
Murat Düzgünoğlu, filmin senaryosunu bir kanala türkü filmleri yaptığı, mesleği için acı verici bir süreçten geçtiği bir dönemde, küçük bir espriden yola çıkarak yazmaya başlar. Öfke ile kendini ifade etmek isterken ortaya çıkardığı senaryo, trajik bir konudan kara mizaha doğru evirilir. Yazdığı senaryo bakanlıktan destek alamayınca ilk filmi Hayatın Tuzu (2009) araya girer. Birkaç denemeden sonra bakanlıktan onay alır ve filmi hayata geçirir. Yönetmen, tüm filmlerin yönetmenini yansıttığını fakat Neden Tarkovski Olamıyorum’un biyografik yanının çok daha fazla olduğunu söylüyor.
Yönetmen senaryo yazarken konsantrasyonu sağlamakta zorlansa da, film çekim aşamasını daha rahat sürdürdüğünü ifade ediyor. Öncesinde diyaloglarla fazlasıyla uğraştığı için birkaç sahnedeki küçük değişiklikler hariç çekimler senaryoya bağlı ilerliyor. Provalar ve sahnelerin tek tek çalışılmasının da bunda etkisi büyük. Düzgünoğlu’na göre sette diğer çalışanlarla mesafeyi korumak ve sürekli hata arayan soğukkanlı bir zihne sahip olmak önemli. Tansu Biçer ile nasıl çalıştıklarına dair bir soruya verdiği cevapta farklı bir yöntem izlemediğini, oyuncunun zaten rejiye açık, yönetmenin istediklerini anlayıp uygulayabilen biri olduğunu anlatıyor. Dar bütçeyle kısa sürede çekilmek zorunda olan filmler için anın getirdiklerine açık, yönetmenle bağ kurabilen, sezgileri güçlü oyuncularla çalışabilmek yönetmen için çok değerli.
Tarkovski Olmak ya da Olmamak
Filmin adını aldığı büyük yönetmen Tarkovski’nin filmlerinin ilk seyredildiğinde ne dediği anlaşılmadan çok beğenildiğini belirten Murat Düzgünoğlu, filmlerin kapalı bir şiir gibi sürekli yorumlanmaya açık hâlinin insanda zorunlu bir sevme arzusu uyandırdığını düşünüyor. Düzgünoğlu, Tarkovski’nin kitaplarını okuduğunda onun bakış açısında bütünüyle sinematografik bir düşünme biçimi gördüğünü ve bundan çok etkilendiğini belirtiyor. Aynı zamanda Solaris (1972) filminden çok sıkıldığını fakat bunu dile getiremediğini ve Tarkovski gibi sinemacıları herkes beğendiğinde çoğunluğa karşı çıkılamadığını sözlerine ekliyor. Tarkovski’nin yönetmeni en çok etkileyen tarafı ise sanatçının bedel ödemek zorunda olduğu düşüncesi. Yönetmene göre ülkemizde de film yapmak çok zor ve bazı şeylerden feragat edip bedel ödemek gerekiyor.
Neden Tarkovski Olamıyorum’un yönetmen karakteri Bahadır da piyasanın isteklerine boyun eğmekle Tarkovski gibi ilkeli durmak arasında gelgitler yaşayan fakat o kadar sağlam bir duruş sergileyemeyen biri. Tarkovski olma çabasını saçma ve öykünmeyi de problemli buluyor. Murat Düzgünoğlu’na göre Bahadır’ın kapitalizmle sanatsal özgürlük arasına sıkışmış aydın bunalımı, ülkenin genel hâline karşılık geliyor. İnsanlar kendileriyle bağı olmayan yapıntı işler üretmeye çalışıyor. Tutku kişiyi sürüklüyor, engellere dayanma gücü veriyor fakat asıl nitelikli olan şeyi yaratamıyor. Sanatçıda temel motivasyon, üretmekten çok, başarı elde etme arzusu olduğunda yüzleşme gerçekleşmiyor ve bu da arkasından yüzeyselleşmeyi getiriyor. Oysa insanoğlu biricik ve o biricikliği içinde bir şey üretmesi gerekiyor.
Özellikle ilk eserlerini üretecek insanların yürünmüş yolu tekrar yürümek gibi rahatlatıcı, güven verici bir tercihte bulunduğunu söyleyen yönetmen bunu zaman zaman kendisinde de görebildiğine ve yüzleşmeye çalıştığına değiniyor. Hayattan bir kesit alıp, onu omuz kamerası ve sıçramalı bir kurguyla anlatmak şu an sinemada revaçta bir yöntem fakat buna şüpheyle yaklaşılması gerekiyor. Kamera sabit durduğunda bütün estetik kusurlar ortaya çıkarken, omuz kamerası seyirciyi bir tür belgesel hissine sürükleyerek sinema estetiğine ilişkin yetersizlikleri örtme vazifesi görüyor. Gerekli bir anlamı yaratmaya hizmet etmiyorsa kişinin kendisine bunu niye yaptığını sorması elzem. Düzgünoğlu, ticari sinemanın kalıplaşmış yöntemlerine benzer şekilde sanat filmlerinde de bir kalıplaşmanın söz konusu olduğundan bahsediyor. Bu tarz filmler her ne kadar piyasa dışı gibi dursalar da kendi içlerinde bir piyasa yaratıyorlar. O yüzden bir filmin, kabaca etiketlendiğinde, sosyo-politik temalara dayanması durumunda, bu filmlere şüpheyle yaklaştığını ve derinleşebiliyor mu diye baktığını yoksa sığlaşma eğiliminin çok yüksek olduğunu dile getiriyor.
Murat Düzgünoğlu’nun kendisiyle dalga geçme eğilimine sahip olması, onun için dünyayı katlanılabilir hâle getiriyor. Dünyayı önemsememe arzusunun, eninde sonunda kendisinde bir mizahla buluştuğuna inanıyor. Hatta bu yüzden filmine umutsuz dediklerinde çok şaşırıyor. Çünkü bazen filmin fazla umut dolu olduğuna dair şüphe ediyor. Filmin sonunda Bahadır’ın yaşadığı yüzleşmeden ancak umut doğabileceğini ve kendisinin de dibe vurduğunu hissettiğinde öfkeyle karışık bir sakinlik içerisinde yeniden bir şeyler yapabilmenin umudunu taşıdığını ifade ediyor.