Adalet Dairesi Kavramı: Tarihsel ve Felsefi Temeller
Küresel Araştırmalar Merkezi, Küresel Siyaset ve Adalet Konuşmaları seri programının üçüncü oturumunda İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Dr. İlker Kömbe’yi misafir etti. Kömbe, adalet dairesi kavramının tarihsel ve felsefi kökenlerine dair bir sunum gerçekleştirdi. Konuyu iki kısımda ele alan Kömbe, birinci kısımda adalet dairesi kavramının tarihsel süreci, ikinci kısmında ise kavramın felsefi-teorik arka planı üzerinde durdu.
Kömbe, konuşmasına adalet dairesi kavramının kullanılmaya başlandığı zamandan Kınalızâde’ye kadar olan kısmını değerlendirerek başladı. 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar kavramın gelişimi, belli başlıklar altında değerlendirilebilir. Adalet düşüncesi İslam siyaset düşüncesine kaynağı itibari ile dışarıdan dâhil olmuştur. İslam siyaset düşüncesinde adalet kavramının kısa ve uzun olmak üzere iki formu vardır. Kısa formunda kendi içinde üç türünden bahsedilebilir. Kısa formun ilk türü Sasaniler’in kurucusu Erdeşîr’in Ahd i Erdeşîr adlı nasihatnamesinde yer alır. İlk tür “sultan, asker, mal, imaret, adalet ve siyaset” unsurlarından oluşur. Kısa formun İslam kaynaklarında türünün ilk örneği ise İbni Kuteybe’nin Uyûnü’l-ahbâr adlı adab/ edeb türündeki eserindedir. Kısa formun ikinci türünün ilk örneği Mesudi’nin Murûc ez-Zeheb adlı tarih/ coğrafya eserinde görülmektedir. Bu tür, “şeriat, melik, asker, mal, imaret, adalet” unsurlarından oluşur. Kısa formun üçüncü örneğini yine Mesudi’nin Murûc ez-Zeheb’indedir. Bunun unsurları ise “melik, ordu, mal, vergi, imaret, adalet, memur”dur. Bu formların unsurlarının çeşitliliği birbirinden farklılık arz etmektedir.
Kömbe, adalet dairesinin uzun formuna gelindiğinde bunun Aristoteles’e atfedildiğini söyledi. Uzun formun yer aldığı en erken tarihli kaynak ise ortaçağda hem İslam dünyasında hem Batı dünyasında Aristoteles’e ait olduğu düşünülen fakat günümüzde ona ait olmadığı kesin olarak bilinen Sırru’l-Esrar adlı kitapta yer almaktadır. Uzun formun İslam kaynaklarındaki ilk örneği İbn Cülcül’ün Tabakatü’l-Etıbbâ ve’l-Hükemâ adlı eserinde yer alır. Uzun formun unsurları “devlet, sultan, iktidar/ güç, siyaset, ordu, devlet gelirleri, raiyye”dir ki bunların yanında “birlik, beraberlik ve sürekliliği sağlayan adalet” de eklenir.
Adalet dairesi kavramının felsefi/ teorik kısmı üzerine ise Kömbe, detaylı bir analiz yaptı. Buna göre adalet dairesi kavramı siyasi açıdan organik ve hiyerarşik düzen anlayışına dayanır. Bu organik ve hiyerarşik siyasi düzen anlayışının gayesi; sultanın iktidarının kurulması, devlet ve toplum düzeninde “birlik, kemâl ve süreklilik”in sağlanmasıdır. Bu gayeye ulaşmada alternatifi olmayan tek araç, adalettir. Adalet dairesi kavramı, felsefi ilkeleri açısından klasik ahlâk felsefesine, klasik doğa anlayışına, fizik bilimine, kozmolojiye ve metafiziğe dayanır. Yani siyasi ve toplumsal düzen tasavvuru anlayışı; kendisine insan bedenini, insan nefsini, ay-üstü âlemdeki birlik, kemâl ve sürekliliğe dayanan organik ve hiyerarşik düzeni model alır. Adalet dairesi kavramı ile hedeflenen, ay-üstü âlemdeki birlik, kemâl ve süreklilik içindeki düzenin bir benzerini ay-altı âlemdeki siyasi alanda da gerçekleştirmeye çalışmaktır. Organik ve hiyerarşik düzenin temelinde söz; yani emir/ buyruk bulunur. Emrin olduğu yerde de amir ve memur bulunması gerekir. Amirin, memurun ve emrin olduğu yerde eşitlik değil, alt-üst ilişkisine dayanan hiyerarşik bir yapı vardır. Amir açısından iyi idare ve adalet ise amirin memurun konumunu tayin etmesi ve bulunduğu mertebeye göre neyi hak ediyorsa onu vermesidir. Yani lütufta ve merhamette bulunmasıdır. Organik ilişkiye gelindiğinde bu canlı olmayı ve etkide bulunmayı gerektirir. Yani organik ilişki, altta bulunan memurun üstteki amirinin doğasına ait kemâlini gerçekleştirmesine yardım eder. Aynı zamanda unsurlar arasında belirecek olan iyileşme ya da kötüleşme, bu organik yapının bizatihi kendisini de iyi ya da kötü yönde etkilemektedir. Buradan insan bedenindeki ve nefsindeki organik ve hiyerarşik düzene, ay üstündeki organik ve hiyerarşik düzene, daha sonra da adalet dairesindeki siyasi düzene gelindiğinde insan bedenindeki, nefsindeki hiyerarşik düzende en üstte nefsin akıl gücü ve onun bedendeki mahalli, organı olan beyin/ dimağ yer alır. Dimağ, nefsin diğer güçlerinin amiri konumundadır.
Adalet dairesinin karşılık geldiği siyasi düzen ise en üstte sultan-halifenin, en altta reayanın, arada da kalemiye, seyfiye, ilmiye, sivil/ askeri bürokrasinin yer aldığı bir hiyerarşik sınıf düzenine denk gelir. Bu sınıf düzeni aynı zamanda adalet dairesini oluşturan temel unsurlardır; diğer bir deyişle sultan (devlet), din, ordu ve reaya (kalemiye, seyfiye, ilmiye denilen sivil/ askeri bürokrasi ile tüccar, esnaf ve köylü çiftçiden oluşan tüm kesimler) şeklindeki unsurlardır. Bu dörtlü sınıf, ay-üstü âlemdeki dört ana fiziki unsurdan (hava, su, toprak, ateş) kaynaklanır.
Sultan-halife tasavvuruna gelindiğinde adil sultan, varlık bakımından siyasi ve toplumsal sınıfların varlığından önce geldiği için bu sınıfların dışında ve üstünde olduğu gibi, aynı zamanda bu sınıfların varlık sebebi ve ilkesi konumunda bulunmaktadır. Sultan-halife, seçkinler sınıfı ve mutlak amir konumundadır. Sultan-halife, ilahi hikmetle iktidara geldiği ve Resulullah’ın yeryüzündeki halifesi (Emîrül-mü’minîn) olarak üstün bir konuma sahip olduğu için ona itaat ve hizmet etmek dini ve siyasi bakımdan da çok değerlidir. Adil sultan-halife, reayasını evlat gibi görüp onlara merhamet etmelidir. Reaya ise sultan-halifeyi baba gibi görüp ona itaat etmeli, aradaki sınıflar ise birbirlerini kardeş gibi görüp birbirlerine hoşgörülü davranmalıdırlar.
Kömbe, son olarak konuyla ilgili şunları söyledi: “Adaletin dağıtıcı ve düzeltici olmak üzere iki özelliği vardır. Klasik fizikte hareket, bir şeyin yerini bulması ve doğasını gerçekleştirmesidir. Bu bağlamda adalet dağıtıcı olarak sultan-halifenin devlet ve toplum sınıflarının yerlerini tayin etmesi ve her bir sınıfa bulundukları mertebede neyi hak ediyorlarsa onu vermesi anlamına gelir. Düzeltici adalet ise sultan-halifenin köylü ve çiftçiden kılıç gücüyle, zorla ve gayrı meşru yollarla vergi toplayan sivil ve askeri memurları cezalandırmasıdır. Sivil ve askeri devlet memurlarının köylü-çiftçi sınıfına zulmetmesi, çiftçinin ya başka yerlere göç etmesine, yani şehre gelerek ilmiye askeri sınıfa kendisi ya da ailesini yerleştirmeye çalışmasına ya da silahlanarak eşkıya olmasıyla sonuçlanırdı. Bu sınıf yapısında uyum ve denge bozulursa üretim ve gelirler azalır; bu durumda devlet hazinesi fakirleşir, bunun sonucunda sultanın iktidarının sürekliliği ortadan kalkar.