İhtirasın Gölgesinde Bir Sultan: Yıldırım Bayezid
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tez-Makale sunumları program serisinin Mayıs ayı konuğu, “İhtirasın Gölgesinde Bir Sultan-Yıldırım Bayezid” başlıklı makalesini sunmak üzere ağırladığımız Feridun Emecen’di.
Emecen küçük bir beylikken bir devlet şeklinde teşkilatlanan Osmanlı’nın tarihinde Yıldırım Bayezid döneminin farklı bir yeri olduğunu söyledi. “İhtirasının esiri olmuş bir Yıldırım Bayezid” portresinin nasıl ve hangi vechelerle oluştuğunu ele almak bu bakımdan önem arz etmektedir. Emecen bu noktada iki farklı noktanın altını çizdi. Bunlardan ilki Bayezid’in dönemindeki siyasi faaliyetlerin stratejik olarak bir yönelimi olup olmadığı, dönemi içerisindeki olgu ve olayların çizdiği çerçeve ve meşruiyet için başvurduğu vasıtalardır. İkincisi ise Bayezid devri tarihçilerinin (ilk kronikler, Aşıkpaşazade Tarihi, anonim tarihler, yabancı eserler) çizdiği tablodur.
Osmanlı coğrafyasında yaşamaya başlayan ilk şairler tarafından kaleme alınan Osmanlı kroniklerinde hükümdara mersiyeler, kasideler yazılmış olmasının yanında tarihi meseleler de yer almaktadır. Emecen bu bağlamda üzerinde çalışmış olduğu Ahmedi Daî kroniğinin Yıldırım Bayezid, Emir Süleyman, Çelebi Mehmed, Musa Çelebi, hatta II. Murad’a kadar uzanan silsileyi ele almasından dolayı önemli olduğunu belirtti. Daî zikredilen isimlerin hepsine farklı mahiyette şiirler yazmıştır. Divanındaki şiirler padişahları övmenin yanında Osmanlı’nın devlet yapısı hakkında da önemli karineler sunmaktadır. Emecen eseri methiye şeklinde okumaktansa, satır aralarını daha dikkatli ve derinlikli şekilde okumayı tavsiye ediyor. Zira genel çerçevenin ötesine geçmenin imkânını bu tür okumalar vermektedir. Emecen teorik zemini bir tarafa bırakarak olaylar bazında esere yaklaştığını, müspet verilerin izini takip ettiğini söyledi. Çünkü olayların teorik zeminleri farklı yaklaşımlarla belli yerlere zaten oturtulmaya çalışılmıştır.
Ahmedi Daî’nin Bayezid, Emir Süleyman, Çelebi Mehmed, Musa Çelebi ve II. Murad için kullandığı unvanlar Osmanlı Devleti’ndeki “devlet fikri ve düşüncesi, saltanata bakışı” ve “hâkimiyet telakkisi” hakkında çok önemli ipuçları vermektedir. Konu daha müşahhas hale getirilerek ele alınırsa, mesela Ahmedi Daî Emir Süleyman için kullandığı “Şehinşah Süleyman, İbn Osman”, Çelebi Mehmet için “İskender-i Zaman, Hüdavend-i Kayser-i Rumi” unvanları üzerinden bir şeyler söylemektedir. “Hilafet, mehdilik” gibi kavramların/unvanların Daî döneminde kullanılmaya başlanması bu kavramların kadimliğine işaret etmesi ve bunların yanında kullanılan tarihler, tanımlamalar, tasnifler dönemin atmosferini yansıtması açısından mühimdir. Bu terimler entelektüel kapasitenin de ne durumda olduğu hakkında bilgi vermektedir. O dönemdeki insanların entelektüel birikiminin nereden geldiği, kullanılan unvanlarla hangi kaynaklardan beslenildiği anlaşılmaktadır. Emecen entelektüel birikimlerin kaynağının Yıldırım Bayezid dönemine dayandığını belirtti.
Bayezid dönemini anlatan başka kaynaklarda onun nasıl bir portresini elde ediyoruz? Örneğin Daî eserinde Yıldırım’a karşı doğrudan suçlayıcı bir ifade kullanmamıştır. Fakat yazarın Emir Sultan’ı övdüğü ifadeler tersten okunduğu zaman olumsuz bir Bayezid portresi ortaya çıkmaktadır. Daî Emir Sultan için: “mülk almayı kabul etmez, mülk onun katında değersizdir, eğer o mülkü isteseydi garbı ve şarkı alırdı, onun kibirden nefsi berîdir ve yavuz ahlaktan arıdır” ifadelerini kullanmıştır. Bunlar tersten okuduğu zaman: “Mülk almaya heves eder, onun katında mülk çok önemlidir, şarkı garbı almayı heves etti, kibirden nefsi berî değildir” okumaları yapılabilir ve bu durumda olumsuz bir Bayezid portresi ortaya çıkmaktadır. Peki, ne zaman dolaysız, olumsuz Yıldırım Bayezid portresi çizilmeye başlanmıştır? Ankara Savaşı’ndaki yenilgisi, ardından şüpheli ölümü ve devletin büyük bir travma yaşadığı Fetret Devri’nin ortaya çıkması, meydana gelen karışıklıklar ve Fatih Sultan Mehmet dönemi, II. Bayezid döneminde yazılan Aşıkpaşazade’nin tarihi vs. onu kötü yola sevk eden nedimler, eğlenceye sevk eden hanımı Sırp despotunun kızı Olivera gibi konularla birdenbire nefsine yenik düşen, gururlu bir Bayezd portresi çizilmiştir. Bu portreyi 16. yüzyılın sonlarında Gelibolulu Mustafa Âlî’nin açıkça vurguladığı görülür. Âlî tam bir Timur hayranlığı içinde Bayezid’i hayli zayıf düşürmekten zevk alır bir şekilde eserini yazmıştır. Timur’u “cihangir” olarak nitelerken Bayezid için “kim ki Timur’a karşı çıkabilecek biri olsun” gibi bir hava estirmiştir. İlginç olan taraf bir müddet sonra bu algılar daha sonraki tarihçiler tarafından ve günümüzde de modern tarihçiler tarafından ciddiye alınarak benimsenmektedir.
Emecen arkasından koştuğu izin Bayezid hakkında oluşan bu algının doğruluğuna/yanlışlığına yönelik olduğunu belirtti. Bayezid hakkında tenkitlerin ortaya çıkışını Aşıkpaşazade Tarihi ve anonim olan/olmayan ve yabancı diğer eserlerle başlayan süreç içerisinde değerlendirirken şu nokta unutulmamalıdır: Bu tarihçilerin eserlerini yazdıkları dönemler önemlidir. Emecen’e göre asıl mesele tarihçilerin kendi dönemlerini Yıldırım Bayezid üzerinden eleştirmeleridir. Örneğin Fatih dönemi, Bayezid zamanında yapılan işlerlerle benzerlikler taşımaktadır. Aşıkpaşazade “hazine sultanlara ne gerek, devlet olmuşsun niye hazine topluyorsun” şeklinde Bayezid eleştirisi yaparken aslında Fatih Sultan Mehmed’i ve dönemini hedef almaktadır. Yukarıda bahsedilen sebeplerden ötürü Bayezid’in gerçek portresini sadece bu kaynaklardan anlamak güçtür. Bunların yanında yabancı kaynaklara da bakılması gerekir. Yabancı kaynaklarda, özellikle Bizans ve frenk kroniklerinde, Bayezid’in karakteri atası Yavuz’a benzetilerek ne yapacağı belli olmayan bir kişi olarak resmedilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in kendisi mizaç olarak Bayezid’e benzer. Birden bire kızıp birden bire muhlis olabilen bir karakteri vardır. Bizanslı II. Manuel’in ve Simon’un Serez Toplantısı vesilesiyle sonradan kaleme aldıkları mektuplarında Bayezid’in tutarsız davranışlarından dem vurmuşlardır. Onun bu toplantı sırasında vasilerini öldürtmek istediğini, fakat Bayezid’in tutarsızlığı bilindiği için bu emrin yerine getirilmediğini, sonradan da Bayezid’in bu durumdan hoşnut kaldığını belirtmişlerdir.
Nihaî olarak bakıldığında Bayezid’in muhteris bir idareciden öte devleti merkezileştirme, dönüştürme çabaları içerisinde bir sultan olduğunu anlaşılmaktadır. Babasından miras aldığı devleti, merkezi güçlü bir şekilde ihya etme ve daha sonra Fatih’in takip edebileceği politikaları oluşturma, İstanbul’u alma düşüncesi, daha sonra Fatih’in de kullanacağı, kayser, sultan, han unvanlarını kullanması onun ideolojisinin ve bakış açısının yansımaları olarak görülmektedir. Bu çerçevede onu ihtiraslarına mağlup düşmüş bir padişah olarak görmekten ziyade klasik bir hükümdar tavrı içerisinde olduğunu/olmaya çalıştığını söylemek daha makuldür.
* Feridun M. Emecen, “İhtirasının Gölgesinde Bir Sultan: Yıldırım Bayezid”, Osmanlı Araştırmaları, XLIII (2014), s. 67-92.