Türk Sinemasında Yerellik
Sinemaya Genç Adımlar projesi kapsamında gerçekleştirilen söyleşi dizisinin konuklarından biri de sinema yazarı İhsan Kabil’di. Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi bünyesindeki Türk Sineması Araştırmaları Merkezi (TSA) ortaklığıyla gerçekleştirilen söyleşi öncesinde Ahmet Uluçay’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi izlendi. Söyleşide ise “Türk Sinemasında Yerellik” konusu ele alındı.
Sözlerine yönetmen Ahmet Uluçay ve sinemasından bahsederek başlayan İhsan Kabil, Uluçay’ın söz konusu filmle görünenin ötesine çeşitli metafizik nüanslarla geçmeye çalıştığını ifade ediyor. Geniş bir düşünce sürecine yayılmış olan filmde oyuncular, mekân, kullanılan müzik ve içerik birçok yerel unsuru içinde barındırmakta. Kabil, bu yerelliğin ustalıkla lanse edildiğini ve Ahmet Uluçay’ın sinema formatını çok iyi bildiğini sözlerine ekliyor: “Ömrü yetseydi daha güzel eserler verecekti.”
Sinemamızı yerellik veya yerel unsurlar açısından irdeleyecek olduğumuzda tarihi de ele almamız gerekmekte. Ancak bu çerçevede hem yerli hem de kozmopolit bir sinemadan bahsetmek mümkün. Öte yandan bu topraklara ait olmayan bazı şeylerin de sinemamızda yer aldığına dikkat çeken Kabil, bütün bunların ‘sinema ve kimlik’ başlığı altında incelenmesi gerektiğini savunuyor. Buradan hareketle 1910’lu yıllarda Türkiye’de yaşanan toplumsal değişimlerden bahseden Kabil, sinemadaki yerelliğin hangi sosyolojik düzeni referans alması gerektiğini sorguluyor.
“Bizim geleneğimizde her şey birebir aktarılmaz, ortak noktalar ifade edilir. Mahrem olan veya şiddet uzun uzadıya tasvir edilmez. Ancak sinema böyle değil, önü çok açık. Sinemacı her şeyi yapabilir bir konumda. Peki sinema bunların tamamını meşru kılıyor mu?” sorusunu soran Kabil, “Sinemanın estetik veya görsellik kaygısı varsa aynı şekilde etik değer kaygısı da olmalı.” diyor. Bu sebeple sinemaya bütüncül bakılması ve yerellik gibi unsurların da hesaba katılması gerekiyor.
Söyleşiye dönem tasvirleriyle devam eden Kabil, sinemanın mayasının 1950’li yıllarda halkın ilgi duyduğu, dolayısıyla Türk sinemacıların da örnek aldığı ABD, Arap ve Hint sineması perspektifinde şekillendiğini belirtiyor. O yıllar gerek teknik gerek içerik olarak yerel bir film bulmanın zor olduğu zamanlar. 1970’lerde ise Yücel Çakmaklı ‘milli sinema’ kavramını ortaya atıyor. Çakmaklı da farklılık arayışından ziyade, Yeşilçam kurallarını es geçemeyerek halk sinemasını tercih ediyor. Bunun altında yatan en büyük etkenlerden biri, dönemin ekonomik şartları ve seyircinin -yönetmenlerin farklı arayışlarına pek ilgi göstermediği- sinemaya dönük beklentileri. İhsan Kabil, yerliliğin sinemamızda her zaman var olduğunu ancak onu tamamlayacak içeriğin bulunmadığını sözlerine ekliyor. 1990’larda ise her dönem şahitlik edilen yeni atılımlar sözkonusu. Kabil, bu dönemde ortaya çıkan yönetmenlerin Yılmaz Güney perspektifinde ilerlediklerine dikkat çekiyor. Bu yönetmenlerin bir diğer özelliği de filmlerinde ele aldıkları konuların kişisel olması.
Söyleşinin sonuna doğru yerellik konusunda somut örnekler veren İhsan Kabil, Gelin, Düğün, Diyet, Sevmek Zamanı, Kanun Namına, Fatma Bacı, Hanım, Gurbet Kuşları, Üç Arkadaş, Üç Tekerlekli Bisiklet ve Eşkıya gibi filmlerin yerel unsurlar barındığını; Derviş Zaim, Atalay Taşdiken, Murat Saraçoğlu ve Kamil Koç gibi yönetmenlerin daha fazla yerlilik kaygısı güttüklerini belirtiyor. Sinemada varoluşçuluk, metafizik ve benzeri alanlardaki arayışların her zaman olabileceğini ancak bu aşkınlığın illa ki halktan kopmak anlamına gelmediğinin altını çiziyor.