2016’da Türk Dış Politikası

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi, mutat olduğu üzere her yılın sonunda genel bir dış politika değerlendirme paneli düzenlemektedir. Aralık ayında gerçekleştirilen bu yılki panelde, 2016 yılının küresel ve bölgesel gelişmeleri Türk dış politikası ekseninde tartışıldı. Oturum başkanlığını Doç. Dr. Mesut Özcan’ın yaptığı panelin konuşmacıları Yrd. Doç. Dr. Talha Köse, Dr. Bora Bayraktar ve Dr. Emre Gönen idi.

Geçmiş yılın bir muhasebesinin yapılmaya çalışıldığı panelin ilk konuşmacısı Talha Köse oldu. Köse, 2016 yılının dış politikasının temel parametrelerini küresel, bölgesel ve iç dinamikler çerçevesinde analiz etti. İlk olarak küresel dinamiklerin değişimini tarihsel bir açıdan ortaya koydu. Buna göre, 90’lı yıllarda yükselen güçler hikâyesi öne çıkmıştı. Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma dinamikleri yakın dönemde çöktü. Bu ülkelerin para birimleri ve maliyetleri geriledi. Aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler kendi içyapılarında da sosyo-politik krizler içindedirler. Diğer önemli bir değişiklik küreselleşme söyleminde yaşandı. 1980 sonrasında giderek hegemonikleşen küreselleşme söylemi etkisini kaybetti. Yıpranan liberal değerler karşısında ise milliyetçilik ve popülizm hızla güçlendi. Liberal uluslararası ilişkiler yaklaşımı geri plana düşünce, milliyetçi ve popülist liderlerin etkisi artmaya başladı. Bu süreçte, güvenlik-özgürlük ilişkisinde güvenlik ön plana geçti. Devletlerin ve toplumların birbiriyle ilişkilerinde güvenlik temel parametre hâline geldi. Küreselleşmeyle silinmeye başlayan sınırlar yeniden güçlü biçimde çizilmeye başlandı. Güvenliği merkeze alan politik bir atmosferin oluşması kültürel çoğulculuk yaklaşımını da pratikte geçersizleştirdi. Bu değişimler ışığında en dramatik çöküş ise liberal uluslararası değerlerin çökmesidir. Liberal değerleri ifade eden “insani müdahale”, “uluslararası toplum”, “insan hakları”, “küresel ısınma” vb. kavramlar ve bu ilkelerin hayata geçirilmeye çalışıldığı organizasyonlar, kurumsal yapılar ve ticari ilişkiler anlamını yitirdi. Amerika’da Trump’ın, Rusya’da Putin’in izledikleri ve izleyecekleri  politikalar bu atmosferi daha da güçlendirecektir. Rusya hâlihazırda güvenlik eksenli ve realist bir dış politika yürütmekteydi. Amerika’nın başkan değişikliğiyle birlikte dış politikasında da önemli değişimler yaşanacaktır. Trump’la birlikte Amerika’nın Avrupa ile uzun yıllardır yürüttüğü ekonomik, siyasi ve askeri ilişkiler gerileyecektir. Bu yeni parametreler uluslararası ilişkilerin genel çerçevesinin değişmesine neden olmaktadır.

24 Aralık 2016 tarihinde gerçekleşen bu söyleşi BİSAV TV’de yayınlandı. Etkinliğin kaydına ayrıca Bilim ve Sanat Vakfı Spotify, Apple Podcast ve Google Podcast kanallarından da ulaşabilirsiniz.

İkinci olarak Köse, değişen bölgesel dinamiklere değindi. Obama yönetimi Ortadoğu bölgesinde Amerikan hegemonyasının güçlendirilmesinden ziyade, bölgedeki güçler arasında dengenin tesis edilmesi ve arkadan yönetmek gibi bir politika yürüttü. İran’ın önünün açılması ve bölgede “proxy”lerin (vekil güçlerin) yaratılmasının anlamı buydu. Bu strateji çöktü ve bölge Rus hegemonyasına geçti. Amerika, bölgesel müttefiklerini kaybetti. Rusya gerek Doğu Avrupa gerekse Ortadoğu’da sert güce geçerek attığı adımlarla etki alanını genişletti ve derinleştirdi. Köse, yakın dönemde Amerika ile Rusya arasındaki ilişkilerin iki biçimde sonuç verebileceğini ifade etti: “Ya soğuk savaştan sıcak savaşa geçilecek ya da soğuk savaş sonrası dönemde varılacak bir uzlaşmayla, barışla bitirilecek.”

Diğer önemli gelişmeler Avrupa Birliği’nde yaşanmaktadır. Brexit ve mülteci sorunu Avrupa’yı derinden sarmakta ve Avrupa terör sorunu üzerinden Türkiye ile ilişkilerini zora sokmaktadır. Bir diğer konu ise Arap Baharı’nın son bulması ve devletlerin tasfiyesinden sonra milis savaşları dönemine geçilmesidir. Bütün bu küresel ve bölgesel değişimler Türk dış politikasında değişime neden olmaktadır. En temel değişim, dış politikadaki liberal değerlerin terk edilmesidir. Ekonomik açıdan uluslararası işbirliğini ve bölgesel etkinlik bakımından da yumuşak güç anlayışını benimseyen dış politika yaklaşımı geride bırakılmıştır. Suriye’de Türkiye’nin yumuşak güçten sert güce geçtiği görülmektedir. İkinci olarak Türkiye, Batı’yla ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye başladı. Köse, ittifak ilişkilerinin toptan yok olmayacağını, Türkiye’nin lehine yeniden tesis edileceğini umduğunu belirterek sözlerini noktaladı. 

İkinci konuşmacı Bora Bayraktar, Türkiye’nin dış politikasının Ortadoğu merkezinde geliştiğini belirterek sözlerine başladı. Bayraktar’a göre Ortadoğu coğrafyası Türkiye için sosyal kültür, tarihsel bağlar, ticari ilişkiler, enerji ihtiyacı ve güvenlik açısından önemli bir yayılım alanıdır. Bu bölgeden üç önemli sorun Türkiye’ye yönelmektedir: I. Mülteciler çerçevesinde göç, II. DAİŞ ve PYD kapsamında terör ve İran, III. terör koridoru ve Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesi anlamında ise jeo-politik tehdit. Bu tehditlerin geneli Türk dış politikasının ittifaklar siyasetini belirlemektedir. Mülteciler konusu Avrupa Birliği’yle, PYD sorunu ABD’yle ilişkilerimizi farklılaştırıyor.

Türkiye bu gelişmeler ışığında dış politika alanında neler yaptı? İlk olarak diplomatik araçları kullanarak çeşitli platformlarda Amerika’yı ikna etmeye çalıştı. Avrupa Birliği ile 18 Mart Geri Kabul Anlaşması imzalandı. Rusya ile uçak krizi sonrasında arayı düzeltmek için hamleler yapıldı ve İsrail’le ilişkiler geliştirildi. Kürt Bölgesel Yönetimi’yle iyi ilişkiler kurulmaya çalışıldı ve NATO’dan destek arayışlarına girildi. Mayıs ayında yaşanan hükümet değişikliği ile ilkesel dış politika anlayışı terk edilerek pragmatik bir yönelim içine girildi. 9 Ağustos ile Rusya ile Petersburg Zirvesi yapıldı ve ardından Fırat Kalkanı Operasyonu başladı. Bu tablonun geneline bakıldığında Ortadoğu bölgesinin Türkiye açısından taşıdığı stratejik önem apaçıktır. Bayraktar, bilhassa Fırat Kalkanı hamlesiyle Türkiye’nin terör örgütlerini sınırdan uzaklaştırmayı, güvenli ve uçuşa yasak bölge oluşturmayı ve Arap dünyasıyla kontağını sürdürmeyi hedeflediğini belirtti. Son olarak ise Bayraktar, önümüzdeki dönemde Ortadoğu’dan Türkiye’ye doğru yönelecek riskleri belirterek konuşmasını noktaladı: Terörün devamlılığı, Erbil ve Musul üzerinden çıkacak olan bir Arap-Kürt savaşı, ÖSO’nun dizginlenememesi.

Emre Gönen de Avrupa Birliği çerçevesinde bir dış politika değerlendirmesi sundu. Gönen, konuşmasına AB’ye dair Türkiye’deki algıların iyice kırıldığını söyleyerek başladı. Bu kanaatin kırılmasında AB’nin payının büyük olduğunu vurguladı. Ardından ise AB’nin yapısal sorunlarına değindi. Ona göre AB’nin en önemli sorunu, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkmıştır. Onun öncesinde Birlik, daimi 12 üyeyle ve hiçbir genişleme hedefi olmadan yapılanmışken, Sovyetlerin dağılması ve ardından Doğu Avrupa ülkelerinde gelişen etno-dinsel ve milliyetçi iç savaşlar AB’yi yeniden bir yapılanmaya gitmek zorunda bırakmıştır. Gönen’e göre daimi üyelik ile genişleme zorunluluğu arasındaki zıtlık, Avrupa Birliği’nin yapısal krizini ifade etmektedir. Gönen, liberal dünyayı temsil eden IMF, Dünya Bankası, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumların her birine üye olan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmamasının problemli bir durum yarattığının altını çizdi. Son dönemlerde Avrupa Birliği’nin dağılacağına ilişkin tartışmalara da değinen Gönen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa Medeniyeti’nin ortaya koyduğu tek projenin Avrupa Birliği olduğunu ve o nedenle dağılacağı argümanlarını anlamlı bulmadığını belirterek konuşmasını bitirdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir