Çölü Fethetmek: Hristiyan Asketizmi ve Manastırlar
Manastırlar, hem kilise kurumu içinde bir toplumsal yönetim biçimi hem de kelimenin etimolojisinde bulunan inziva manâsıyla manastırlar, dinler tarihi çalışmalarında çok farklı veçhelerinin araştırma konusu olduğu bir olgudur. Programın takdimini gerçekleştiren İshak Arslan’ın da belirttiği gibi, hakkında Türkçede çok sayıda araştırmanın bulunduğunu iddia edemeyeceğimiz bir konu. BSV Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin yuvarlak masa toplantısının misafiri olan Bilal Baş, Çölü Fethetmek: Geç Antikçağ’da Manastırlar kitabında ilk Hristiyan asketiklerinden Antonius’tan (251-356) itibaren Hristiyanlığın asketik yaşamının ve bu yaşamın kurumsallaştığı manastırların oluşum koşullarını tartışıyor. Bunun için örneklemi ise antik dönem Mısır manastırları.Kitabın başlığındaki “geç antikçağ” ibaresine değinerek ünlü İngiliz tarihçi Peter Brown’un bu dönemselleştirmeyle özdeşleştiğini ifade eden Baş, kendi çalışmasının da Brown’un ortaya koyduğu dönemselleştirmeden faydalandığını söyledi. Brown, yine ünlü İngiliz tarihçisi Edward Gibbon’un Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nde bugün geç antikçağ dediğimiz 2. ve 8. asırları kapsayan dönemi, onun çizdiği atıl ve kasvetli havadan çıkarıp dünya için yeni başlangıçların ve parametrelerin oluştuğu bir tarih anlayışına tevil etmesiyle ünlüdür. Hristiyanlıktaki evrensel asketizmin gelenekte Mısır’a dayandırıldığını söyleyen Baş, difüzyonist teori denilen bu açıklamanın bugün artık büyük ölçüde yalanlandığını dile getirdi. Mesela Kapadokya’daki manastırların kurucusu Aziz Basileus’un Mısır’a hiç gitmediğini, Anadolu’dakinin iddia edilen evrensel asketizmden bambaşka bir oluşum sürecine sahip olduğunu ortaya koyan belgeler çıkarılmıştır.
Basileus’un manastırı çöl sembolizmini tamamen değiştirerek manastırı şehrin merkezine kuruyor. Manastır burada hayatın daha içinde; aynı zamanda sivil hayat da bundan etkileniyor ve manastır etrafında şekillenen bir şehir yaşantısı belirmeye başlıyor. Bu, asketik yaşamda büyük bir dönüşümü temsil eder.
Bilal Baş’ın kitabı temelde iki hususun izini sürüyor: Bunların ilki asketik hayat pratikleri; ikincisi ve daha önemlisi ise bu asketik yaşamı oluşturan ontolojidir. Bu ontolojide ruh-beden zıtlığı esas alınıyor. Bedene ait her şey zühde, asketik yaşama engel teşkil eder. Bedensel istekler mümkün olduğu ölçüde kontrol altında tutulmalıdır.
Baş’a göre manastır yaşamı yalnızca Kutsal Kitap ve Yahudi geleneğinden beslenmemiş, kendi döneminin Helenistik antropolojik fikirlerinden de faydalanmıştır. Hristiyanlığın Yahudi olmayan (gentile) insanlara, özellikle de pagan inanışa sahip insanlara tebliği ile beraber, bu din artık küçük bir kavim dini olmaktan çıkıyor ve Greko-Romen kültürünün içinde gelişmeye başlıyor. Zamanla Yahudi kökenin zayıflaması, sembolik bir boyuta indirgenmesi; Greko-Romen kültürün unsurlarının Hristiyanlığın esasını oluşturması söz konusu. Baş’ın düşüncesine göre aynı süreç bu dinin asketizminde de geçerlidir. Yeni ortaya çııkan Hristiyan asketizmi ibadet ü taat açısından Yahudilik zühdüyle bağdaşıklık gösterse de bu iki asketik anlayış itikadi manâda birbirinden çok farklıdır. Yahudi asketizmi hiçbir zaman ruh-beden düalizmini kabul etmemiştir; ayrıca dünyevi hayattan vazgeçmez. Hristiyan asketizmi ise bunun tam aksi bir inançtan kökleniyor. Hristiyan manastırı, dünyalığın hayat boyu terkini gerektirir.
Manastırların başlangıçta kilise kurumundan ayrı olduğunu belirten Baş, ancak kilisenin kendi otoritesinden çalan bu kurumu ustaca nüfuzu altına aldığını söyledi. Fakat bu nüfuz karşılıklıdır. Örneğin dokuzuncu yüzyıla kadar papazlarda ruhbanlık zorunluluğu yokken manastırların etkisiyle papaz olmak için ruhbanlık şartı getirilmiştir.
Asketizm üçüncü asra kadar yalnızca gücü yetenlere tavsiye edilirken bu tarihten sonra bütün Hristiyanlara teşmil edilmesi söz konusudur. Bu Ortaçağ Hristiyanlığının oluşmasında önemli bir adımdır. Difüzyonist teorinin çökmesiyle beraber Hristiyan asketizminin çıkışını açıklayan yekpare bir teori kalmadığını ifade eden Baş, evrensel asketizmin gelişiminin kaynağının şu anda bilinmediğini söyledi. Bildiğimiz, manastırların kurulmasının bu asketizmin yaygınlaşmasının bir sonucu olduğudur. Hristiyan asketizminin bu denli büyümesinin muhtemel bir açıklaması, bu fenomenin yayılma sürecinde insan topluluklarının genelinde zühd hayatının yoğun biçimde yaşanması olabilir. Pagan kavimlerin dahi manastıra benzer kurumlara ve ruhbanlığa benzer pratiklere sahip oldukları biliniyor.