Dış Politikada Hesaplaşmak:Ak Parti, Ordu ve Kemalizm
Küresel Araştırmalar Merkezi’nce düzenlenen Kitap Makale Sunumları’nın Ekim ayı konuğu Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ali Balcı idi. Balcı ilgili oturumda 2015 yılında Etkileşim Yayınları’nca yayımlanan Dış Politikada Hesaplaşmak: Ak Parti, Ordu ve Kemalizm isimli kitabı çerçevesinde bir sunum yaptı ve post-yapısalcı, eleştirel bir okuma üzerinden Türk dış politikasını tartıştı. Öncelikle kitabın içeriğini özetleyen Balcı, soru-cevap kısmında tezinin belirli kısımlarını ayrıca tartışmaya açtı.
Konuşmacı kitaba geçmeden hemen önce iki şerh düştü. Bunlardan ilki kitabın yazımının 2012-13 yıllarında olmasına karşın yayımının gecikmesi üzerineydi. İlgili yıllardan sonraki bir zaman diliminde böylesi bir açıklamaya girişseydi daha farklı şeyler söyleyebileceğini belirten Balcı, bu olası farklılıkları açığa çıkarabilecek ipuçlarını konuşma sonrası tartışmalarda verdi. Yazar ayrıca tezinde işlediği döneme üniversite yıllarında bizzat şahit olduğunu not düştü. Balcı, 2007-2010 yıllarında cevap aradığı temel sorunsalın Türk dış politikasının iç politika ile ilişkisi olduğunu belirtti. Bu sorunsala karşılık dış politikanın iç politikadaki iktidar ve kimlik mücadelesinin bir uzantısı olduğu, dış politika söyleminin ayrıca içeriye yönelik bir yanı da olduğu iddiasında bulundu. Bu sorunsal ve iddiadan ötürü teorik okumalarını post-yapısalcılık üzerine yoğunlaştıran Balcı, 2008-2013 yılları arasında bu iddia çerçevesinde kaleme aldığı makalelerin ve diğer çalışmaların belirli bir revizyon sonrası kitabının bölümleri hâline geldiğinin altını çizdi. Büyük resimde Ak Parti’nin iktidara gelişinden 2011 yılına kadarki dokuz yıllık süreçte Türk dış politikasının Ak Parti tarafından Kemalizm’in hegemonik pozisyonuyla mücadelede kullanıldığını görüyoruz. Kitabın ana gayesi ise bu hegemonya mücadelesini teorik bir çerçevede anlamlandırmak.
Balcı, kitabın giriş bölümünde ordunun dış politikadaki tutumundan ve Ak Parti’nin bu tutuma nasıl meydan okuduğundan bahsediyor. İkinci bölümde ise post-yapısalcı teorileri tartışıyor ve iki önemli sonuca varıyor. Balcı’ya göre dış politikanın iktidardakiler ve iktidarda olmayanlar için iki farklı anlamı var. İktidardakiler için dış politika bir çifte dışlama aracı olarak, hem içeride hem de dış politika üzerinden muhalefeti bastırma amacıyla kullanılıyor. Yazar buna 28 Şubat sürecinde ordunun laiklik hesabına içeride yaptığı baskıları, bir yandan da İran dolayımından Millî Görüş Hareketi’ni sıkıştırmasını örnek gösteriyor. Buna mukabil, muhalifler içinse dış politika hem içeride hem de dışarıda çifte direniş imkânına dönüşüyor. Balcı, ilk örnekten hareket ederek, Erbakan’ın Kemalizm’e “Avrupa’nın uşağı” suçlaması getirmesini, ayrıca D8, Libya ve İran ile iyi ilişki kurma gibi pratiklerle hegemonyaya meydan okumasını bu direnişe örnek olarak gösteriyor. Yazara göre Ak Parti 2002-2011 yılları arasında muhalif, meydan okuyan kategoride yer aldı. Ancak 2010’daki kısmi anayasa değişikliği, 2011’de paşaların istifaları gibi süreçlerin ardından 2011’de iktidara geldi. O döneme dek kenarda bir direniş formu sergileyen hareket, artık hegemonu marjinalleştirme çabasına girdi. Balcı, bu dönemde görülen Ak Parti’yi kapatma çabalarını ve e-muhtırayı, hegemonun bu çabalara karşı bir bastırma girişimi olarak görüyor. Kitabın geri kalan kısmında bu teorik çerçevenin çeşitli vakalar üzerinden örneklendiğini görüyoruz.
Yazar kitabın üçüncü bölümünü ise Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’ini merkeze alan bir tartışmaya ayırıyor. Balcı, Davutoğlu’nun eserinin Ak Parti dönemi Türk dış politikasını şekillendirdiği kanısının nerdeyse herkesçe kabul gördüğünü not ediyor. Buna mukabil yazar bu metnin aynı zamanda Kemalizm’e ve içerideki hegemonik dile itiraz eden, alternatif bir dil sunan ve hatta Kemalizm’i marjinalleştirmeye çalışan bir meydan okuma olduğunu iddia ediyor. Konuşmacıya göre AB süreci Ak Parti’nin Kemalist hegemonyaya meydan okuduğu tüm zaman dilimini kesmesi itibariyle ayrı bir yerde duruyor. Bu süreçte Ak Parti, AB’yi Kemalizm’e karşı meşruiyet zemini sağlayacak ve Kemalizm’in tasfiye edilmesini kolaylaştıracak bir kaynak olarak görüyor. Bu diskuru Ak Parti 2010’a kadar sürdürüyor. Balcı’ya göre Avrupa etkeni olmadan Ak Parti’nin Kemalizm’le mücadelesi çok mümkün gözükmüyordu. Balcı, AB üzerinden kazanılan meşruiyet ile güçlenen Ak Parti’nin hegemonyaya meydan okuma sürecinde üç kritik dönemeçten geçtiğini iddia ediyor. Bunların ilki 2003-2004 yıllarında gerçekleşen Annan Planı bağlamında yapılan Kıbrıs tartışmaları. Ak Parti’nin bu dönemeçte başarılı olmasında tartışmaları AB söylemine eklemlemesinin etkili olduğunu düşünen Balcı, ordunun bu tartışmalarda kaybeden taraf olduğu kanaatinde. Kitapta incelenen ikinci vaka ise 2008 Kuzey Irak operasyonu. Ak Parti’nin Kuzey Irak’la dostane bir ilişkiyi savunmasına karşın asker, Barzani’yi PKK destekçisi olarak görüyor; CHP ise Ak Parti’yi ülkeyi satmakla itham ediyordu. Sonunda çıkan operasyon izniyle, Kuzey Irak’a kış aylarında başarısız bir operasyon gerçekleştirilmişti. Operasyonun başarısızlığı ile Ak Parti inisiyatif almış ve Kuzey Irak’la ilişkilerde farklı bir döneme kapı aralanmıştı. Balcı, Erbil’de konsolosluk açılması gibi girişimlerin bu dönemde gerçekleşmesinin altını ayrıca çizdi. Yazarın incelediği son vaka ise Davos ile İsrail ilişkilerinde açılan yeni dönemdir. İsrail ile 90’larda, ordunun etkisiyle zirveye çıkan ilişkiler, Ak Parti döneminde kademeli olarak düşüşe geçmeye başladı. Buna karşın son darbe Davos ile geldi ve bu sürecin sonunda ordu dış politikaya müdahaleden tamamen tasfiye edildi.
Balcı, AB sürecinin temel meşruiyet zemininde gerçekleşen bu üç kritik eşiğin ardından 2011’e gelindiğinde Ak Parti’nin hegemonik pozisyona girdiğini ve Kemalist kimliğin kurumsal şeklinin tasfiye edildiğini düşünüyor. Bu minvalde Ak Parti’nin CHP’yi dışlayıcı söylemlerini, CHP ile Baas Partisi’ni eş gören beyanlarını örnek olarak gösteriyor. Kitabın tespit ve iddiaları bu noktada son bulsa da, Balcı konuşmasının sonunda 2013’ten itibaren Gülen örgütü ile artan tansiyonu Ak Parti’nin hegemonya kurmasının ardından o zamana dek beraber hareket ettiği tarihsel bloğun dağılmasına bağladı ve 2012-2016 yılları arasındaki dış politika manevralarının bu mücadele üzerinden incelenmesi gerektiğini belirtti.