Halil İnalcık Hoca’nın (1916-2016) Ardından
Osmanlı tarihçiliğinin en büyük isimlerinden birisi olan Halil İnalcık Hoca, 25 Temmuz 2016’da kahir ekseriyeti araştırmalarla geçen 100 senelik ömrü geride bırakarak ahirete irtihâl etti. Hoca önce Ankara’da (Doğramacızade Cami, 26 Temmuz 2016) ardından İstanbul Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından (28 Temmuz 2016) Fatih Camii haziresinde Ali Emîrî Efendi’nin yanı başına defnedildi. Bilhassa klasik devir Osmanlı çalışmalarının hemen her alanında çok büyük eserler veren İnalcık hocanın ardından Türkiye Araştırmaları Merkezi, hocayı anlamak/anlatmak gayesiyle iki program gerçekleştirdi. Bunlardan; TAM Sohbet serisinin 100. oturumuna tekabül eden 15 Ekim 2016 tarihli ve “Mehmet İpşirli Halil İnalcık’ı Anlatıyor” başlıklı programda hocanın mesai arkadaşı ve meslektaşlarından Mehmet İpşirli Hoca’nın İnalcık Hoca’ya dair tespit ve hatıraları dinlendi. 22 Ekim 2016’de düzenlenen “Halil İnalcık Anma Paneli”nde ise Halil İnalcık Hoca, doktora tezlerine nezaret ettiği talebelerinden Abdurrahman Atçıl, Nejdet Gök, Ertuğrul Ökten, Fatih Bayram, Şakir Yılmaz hocaların gözünden anlatıldı.
Mehmet İpşirli Halil İnalcık’ı Anlatıyor / 15.10.2016
Mehmet İpşirli, İnalcık Hoca’nın tûl-i ömr ile muammer olduğunu ifade ederek başladığı konuşmasını birkaç başlık etrafında şekillendirdi: İlim adamı olarak Halil İnalcık, Halil İnalcık ve Diyanet İslam Ansiklopedisi.
İpşirli, “Kem âlât ile kemâlât olmaz” ve “İlme küllünüzü vermezseniz o size cüz’ünü vermez” şeklindeki kelâm-ı kibarları hatırlatarak İnalcık Hoca’nın donanım ve alt yapı itibari ile çok sağlam bir zeminde ilim yaptığını ifade etti. Hayatında hiçbir zaman idari görev almaması, çok sayıda yabancı dil bilmesi, kuvvetli bir sezgi ve analiz yeteneğine sahip olması, ömrünün sonuna kadar literatürü son derece yakından takip etmesi İnalcık Hoca’nın bu çerçevede zikredilebilecek hususiyetlerinin başında geliyor. Bununla birlikte gerek Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki Bekir Sıtkı Baykal, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Fuat Köprülü gibi hocalardan ders alması, gerekse yurtdışında Paul Wittek, Bernard Lewis, William McNeil, Fernand Braudel gibi önemli isimlerle kurduğu temaslar hocanın hem yetişmesinde hem de yetkin bir âlim olmasında rol oynayan diğer etkenler olmuştur. Bir âlim olarak Halil İnalcık Hoca’nın kaynaklarla ilişkisi ve literatüre katkılarına dair gözlemlerini de aktaran İpşirli, bu çerçevede şu hususların altını çizdi: İnalcık Hoca akademik hayatına Tanzimat dönemi çalışarak başlasa da özellikle 1949’da gittiği İngiltere’de katıldığı Wittek’in seminerlerinin de etkisiyle çalışmalarını Osmanlı kuruluşu üzerine yoğunlaştırır ve ömrünün sonuna kadar bu konuyu ihmal etmek bir yana, daima heyecan duyarak çalışır. Kuruluş döneminin arşiv kaynakları ve vakayinameler bakımından çok kısıtlı imkânlara sahip olması, hocayı Bizans kroniklerini Osmanlı tarihi kaynağı olarak kullanmaya ve Osmanlı arkeolojisinin öncülüğünü yapmaya sevketmiştir. Hoca’nın özellikle klasik dönem çalışmaları bakımından en fazla önemsediği kaynak grubunu ise ekonomik ve sosyal tarih açısından ihtiva ettiği zengin veriler münasebetiyle şer’iye sicilleri teşkil etmektedir. İpşirli Hoca bu noktada İnalcık Hoca’nın “Meslek hayatımın başları veya ortalarında olsaydım, İstanbul Şer’iye Sicilleri’nin bulunduğu Süleymaniye’ye yerleşir, ömrümün mütebaki kısmını burada geçirmek isterdim.” dediğini de bilhassa belirtti.
İpşirli’ye göre İnalcık hocanın sosyal ve ekonomik tarihin yanısıra Osmanlı hukukuna ve teşkilat tarihine dair yaptığı çalışmalar da bilhassa üzerinde durmaya değer ve erişilemez derecededir. Robert Anhegger ile birlikte hazırladığı Kânunnâme-i Sultanî Ber-Muceb-i Örf-i Osmanî’nin girişinde Osmanlı hukunun örfîliği veya şer‘îliği tartışmasını bitiren mahiyetteki (İnalcık Hoca şer‘î olduğu tezini işler) metni, keza Encyclopedia of Islam’daki “İmtiyazât” maddesi Osmanlı hukuku bakımından en önemli katkılarından birisidir. İnalcık’ın teşkilat çerçevesinde yaptığı çalışmalar da aşılması zor ve nev’i şahsına münhasır mahiyette çalışmalardır. Zira pek az tarihçi yazdığı teşkilatın tarihi temellerini, siyasi ve idari bağlantılarını İnalcık kadar sarih, derinlemesine ve kuşatıcı bir şekilde ortaya koyar. İpşirli’ye göre MEB İA’daki “Reisülküttab” maddesi ve Osmanlı İmparatorluğu: Klasik Çağ adlı eseri, İnalcık’ın bu vasfını temsil eden en güçlü örneklerdendir.
İpşirli Hoca bu minval üzre son olarak; Osmanlı müessese tarihi, teşkilat tarihi, sosyal ve ekonomik tarih, velhasıl tarihin hemen her alanında dev çalışmalara imza atan Halil İnalcık’ın tarihçiliğe en büyük katkısının ise Osmanlı tarihi hesaba katılmaksızın bir Avrupa yahut dünya tarihi yazmanın imkânsızlığını açık bir şekilde ortaya koyması ve bu durumu dünya tarihçiliğine kabul ettirmesi olduğunu belirtti.
Yukarıda zikredildiği üzere konuşmanın bir bölümü de İpşirli ve İnalcık’ın Diyanet İslam Ansiklopedisi etrafından yaşanan hatıralara ayrılmıştı ki iki hoca arasındaki hukukun gelişmesinde DİA’nın önemli bir rolü olmuştur. İpşirli, 1983’te kısıtlı bir ekiple (İsmail Erünsal, Mehmet İpşirli, Yaşar Kandemir, Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Mustafa Uzun) çalışmalarına başlanılan ansiklopedi için İnalcık Hoca ile ilk temasını 1985-86 senelerinde kurduğunu, hocanın projeden haberdar olunca heyecanlandığını ve bir ziyaret gerçekleştirmek istediğini belirtti. İpşirli, bu ziyaret ve sonuçlarını şu sözlerle aktarıyor: “Hocayı Dragos’taki mükellef villasından aldım getirdim. Orada oturduk, ansiklopediyi anlattık hocaya. O sıralarda madde tespiti bitmişti. Hoca ‘mukataa maddesi var mı?’ diye sordu. Ardından ‘iltizam’ maddesinin olup olmadığını sordu. Her iki maddenin de olduğunu öğrenince projeye güveni oluştu. ‘Bu ansiklopedinin başarılı olacağına inandım. Yeni madde yazamasam da [EI’deki] İngilizce maddeleri çevirin, neşredin; yalnız neşirden önce mutlaka bana gösterin.’ diye ekledi ve o günden itibaren desteğini daima arkamızda hissettik. Ayrıca ilk yedi Osmanlı padişahını DİA’ya yazmış olması ilim camiası için çok büyük bir kazanç, İnalcık Hoca için de büyük bir sevinç kaynağı oldu.”
İpşirli Hoca’nın DİA çerçevesinde anlattığı bir başka hatırası ise 1992’de Ankara’da gerçekleştirilen CIÉPO (Comité International des Études Pré-Ottomanes et Ottomanes/Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi) toplantısına ait. Buna göre; hoca toplantısı sırasında İpşirli’den DİA’nın son durumu hakkında bilgi almış ve “Batılıların yüzümüze güldüğüne bakmayın, bizi çok hafif ve hakir görürler. Şu ansiklopedi [DİA] bizim için bir yüz akı oldu, bundan biraz etraflıca bahsedeceğim.” demiş ve konuşmasında uzun uzun ansiklopediden bahsetmiş.
Belgeleri ve tarihi manipüle eden yaklaşım ve anlayışları asla tasvip etmeyen, daima hakikatin peşinde olan Halil İnalcık’ın gelişkin millî ve dinî hassasiyetlerinin olduğuna da işaret eden İpşirli, konuşmasını, İnalcık Hoca’nın çalışmalarının çok uzun yıllar güncelliğini ve önemini koruyacağı tespitiyle sonlandırdı.
Halil İnalcık’ı Anma Paneli / 22.10.2016
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin Halil İnalcık Hoca’nın ardından yaptığı diğer etkinlikte ise hocayı doktora talebelerinin gözünden anmaya ve anlamaya çalıştık. Abdurrahman Atçıl girizgâh kabilinden yaptığı konuşmasına, Halil İnalcık isminin herkeste saygı ve bununla beraber erişilemez ve tekrarlanamaz bir başarı hissi uyandırdığını vurgulayarak başladı. Bu sadece hocanın bir asırlık ömrü ya da 70 senelik akademik hayatının uzunluğu ile değil, bu sürenin son derece verimli geçmesi ile alâkalı bir tesbit. Atçıl’a göre bu kariyeri erişilemez yapan veya hocanın her çalışmasını Türk ve dünya tarihçiliğine yön verir kılan hususiyetlerin başında ise; müthiş bir hafıza, müthiş bir analiz kabiliyeti, etkileyici bir sezgi, fevkalâde çalışkanlık, Türk ve dünya tarihine ve ilgili literatüre vukufiyet geliyor.
Hoca ile ilk kez Bilkent’teki programa başvururken girdiği mülâkatta karşılaştığını belirterek konuşmasına devam eden Atçıl, bir ilahiyat fakültesi mezunu olarak jüriyi yeterince etkileyemediğini, ancak tam salondan çıkacağı esnada İnalcık’ın kapının üzerindeki levhayı işaret ederek okuyup okuyamayacağını sorması üzerine ibrenin lehine döndüğünü, bunu da hocanın bir jesti olarak gördüğünü belirtti. Levhada ise Fuzuli’nin meşhur beyti; “Aşk imiş her ne var âlemde/İlm bir kîl u kâl imiş ancak” yazmaktaymış.
İnalcık’ın derslerinde tuttuğu notların daima kendisine yol gösterdiğini, bu notlara her göz atışında hocanın ne denli önemli ve etkili tahliller yaptığını bir kere daha anladığını ifade eden Atçıl, İnalcık’ın öğrencisi olduğu ve çalıştığı sahada onun gibi bir öncü bulunduğu için kendisini çok şanslı hissettiğini vurgulayarak sözü misafir panelist Nejdet Gök Hoca’ya teslim etti.·
Halil İnalcık Hoca’nın kurduğu Bilkent Üniversitesi Tarih programının ilk doktora öğrencisi (1994) ve aynı zamanda ilk mezunu (1997) olan Nejdet Gök, konuşmasında hocanın kurduğu kürsünün İnalcık tarafından belirlenen temel politikalarından söz etti.
İnalcık ile tahrir defterleri projesi çerçevesinde, kendisinin Osmanlı arşivlerinde görev yaptığı yıllarda tanıştığını ve hocanın Osmanlı beratları ve diplomatika çalıştırmak üzere davet etmesiyle programa katıldığını belirten Gök, hocanın gerçekleştirmek istediklerine dair şunları aktardı: “Hoca bölüme öğrenci alırken daima çok seçici oldu. İstediği evsafı haiz olmayan hiçbir öğrenciyi almadığı için de Üniversite’nin bölüme tahsis ettiği kontenjanı hiçbir zaman tamamiyle doldurmadı. Kabul ettiği öğrencilerin ikinci bir işle meşgul olmalarına müsaade etmedi (özel üniversite sayılarının artması ile sonradan bu kuralı esnetmiş, işi olan öğrencileri de -işleri daima ikinci planda kalmak kaydıyla -kabul etmiş). Tarih (özellikle Osmanlı tarihi) öğrencilerinin arşiv materyalini okuyabilmenin, yabancı dil, İslam hukuku ve sosyolojiyi bilmenin önemine daima işaret etti ve bu doğrultuda bir program hazırladı. Öğrencilerin yurt dışına gönderilmesi veya yurt dışına gidecek öğrencilere referans verilmesi konusunda perhizkâr davranıyordu. Zira “Amerikalılar bu öğrencileri çalıyorlar” itikadındaydı. Ancak giden öğrenciden “mutlaka döneceğim” sözü almak kaydıyla referans veriyordu. Öğrencilerinin her birini ayrı ayrı takip eder, bir sağlık problemi ile karşılaştığında elindeki hangi dosyanın hangi talebeye emanet edileceğini vasiyet kabilinden söylerdi. Keyfiyeti daima kemiyetin üzerinde tuttu. Bilkent’teki programda esas hedefi 50 küsur öğrenci içerisinde 3-4 kişinin dünya çapında birer âlim olmalarını sağlamaktı. Kendisini ve talebelerini doktriner, ideolojik tarihçilikten uzak tutmaya azami gayret gösterdi. Ömrünü hakikat arayışıyla geçirdi.
Nejdet Gök, Bilkent Üniversitesi Tarih kürsüsündeki 12 yıllık teşrik-i mesaisinden (12 yıl boyunca hocanın bütün derslerine gitmiş) süzerek aktardığı bu gözlemlerini bir müjde ile sonlandırdı ve “Halil İnalcık’la Dersler ve Anılar” isimli bir kitabın hazırlıkları içerisinde olduğunu belirtti.
Nejdet Gök’ün ardından söz, 1996’da Halil İnalcık Hoca ile yüksek lisans tezi yazan Ertuğrul Ökten’e geçti. Ertuğrul Ökten konuşmasında, Halil İnalcık’ın öğrenci yetiştirmek için ne denli çabalar sarf ettiğine, onların yeterli donanıma sahip olması için gösterdiği fedakârlıklara işaret ettikten sonra hocanın, talebelerine de sirayet eden, yol gösteren bazı hususiyetleri üzerinde durdu. Hiç şüphesiz bunların başında tavizsiz bir ilmî ciddiyet geliyor. Asla idarecilik yapmaması, bu ciddiyetle ve ilmin her şeyin önünde olmasıyla alâkalı bir durum olsa gerektir. İkinci olarak analitik bir zihin, tasnif ve tahlil kabiliyeti gerekiyor. Bunların ötesinde bir başka önemli nokta ise büyük sorular sormak ve büyük resmi asla göz ardı etmemek. Ökten’e göre, hiç kimsenin kullanmadığı bir dönemde Bizans kaynaklarına müracaat etmesi, herkesin göz ardı ettiği bir dönemde Osmanlı-Bizans ilişkileri üzerine yoğunlaşması; Türk, Abbasi, İran tarihi bilmeden Osmanlı tarihinin bir bağlama oturtulamayacağını telkin etmesi bu hususiyetlerinin birer yansıması olarak telâkki edilmelidir.
2007 senesinde Halil İnalcık nezaretinde doktora tezini tamamlayan Fatih Bayram ise konuşmasında, hoca ile yaptıkları hususi bir sohbetten hareketle, hocanın kendisi için başarı addettiği, ifasıyla iftihar ettiği, kendi akademik kariyeri içerisinde önemli gördüğü çalışma ve başarılarını dinleyicilere aktardı. Ezcümle; Osman Gazi’yi yeniden keşfederek tarih sahnesine çıkarması, bilimsel araştırmalarda yer isimleri ve alan çalışmasına dayalı toponomi yöntemini Osmanlı tarihçiliği çerçevesinde kullanması (hocanın filolojiyi fevkalade önemsediğini ayrıca vurgulamak gerekir), çift hane sistemi ile ilgili çalışmalarının hakettiği yeri bulması, Annales ekolünün Osmanlı tarihçiliğine uygulanmasında kaydettiği başarı, kitaplarının Arapçadan Sırpçaya pek çok dile tercüme edilmesi, genç araştırmacılar tarafından okunması, 23 fahri doktoraya layık görülmesi, 1947 senesinde TTK üyeliğine seçilmiş olması (Bu toplantıda Şemsettin Günaltay ile yanyana oturduğunu özellikle belirtmiş hoca), çok sayıda ilmî akademi üyelikleri, kuruluşunda öncülük ettiği merkez ve dergiler, Brill bünyesinde Suraiya Faroqhi ile beraber yürüttüğü editörlük neticesinde 50’nin üzerinde kitaptan oluşan bir külliyatın ortaya çıkarılması, İnalcık Hoca’nın kendi sadedinde başarı hanesine yazdığı gelişmeler olarak tadad edildi.
Fatih Bayram bu bereketli listeyi ve sohbeti aktardıktan sonra hocanın hiçbir zaman insanları meşreplerine, mezheplerine, etnisitelerine göre değerlendirmediğini ve talebelerine de daima tarafgir olmamalarını, hakikatin peşinde olmalarını tavsiye ettiğini belirterek sözlerine son verdi.
Panelin son konuşmacısı ise hem yüksek lisans hem de doktorasını İnalcık Hoca ile yapan Şakir Yılmaz oldu. Yılmaz, konuşmasında engin bir hoşgörü ve tevazuun, bitmek bilmez bir ilim ve araştırma merakı, gayreti ve aşkının mücessem bir örneği olarak gördüğü İnalcık Hoca’nın bu vasıfları bünyesinde nasıl bir araya getirdiği sorusunu yanıtlamaya çalıştı. Bunu şahsi tecrübelerinin yanısıra Tarihçilerin Kutbu kitabından hareketle İnalcık biyografisinin temel olayları ve figürlerinin izlerini sürerek ve esas itibariyle iki noktaya yoğunlaşarak yapmaya çalıştı. Yılmaz’ın yoğunlaştığı noktalardan ilki, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuna ve bütün heyecanına şahit olan 1916 doğumlu Halil İnalcık’ın da her insan gibi devrinin çocuğu olması. Bu anlamda Sivas Muallim Mektebi’nde başlayıp Gazi Muallim Mektebi ve Balıkesir Muallim Mektebi silsilesini izleyen; ardından, seçilen 40 öğrenci içerisinde Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) devam eden eğitim süreci, en kritik noktalardan birisini teşkil ediyor. Zira gerek devrin muallim mektepleri, gerekse DTCF, Cumhuriyetin kendilerine yüklediği misyon nedeni ile son derece önemsenen, eğitime son derece itina gösterilen eğitim kurumları. Genç Cumhuriyetin aydın geleceğini temsil eden İnalcık, kendi nesline tahsis edilen bu imkân ve imtiyazlardan gittiği bütün okullarda olabildiğince faydalanıyor; Osman Turan, Altan Köymen gibi okul arkadaşlarından, Uzunçarşılı, Köprülü gibi hocalardan alabildiğince istifade ediyor. Öte yandan ailesi gibi gördüğü Cumhuriyet ve Gazi’ye karşı bir sadakat ve misyon geliştiriyor. İnalcık’ın “Bizler Atatürk’ün gerçek çocuklarıydık” sözü tam da bu misyon ve sadakat zemininde yükselen bir sözdür. Gelgelelim İnalcık’ın ayırt edici vasfı da aynı noktada kendisini göstermektedir. İnalcık, hakkaniyeti ve hakikat arayışı ile ülkülerini putlaştırmayan, toplumun yeni ihtiyaçlarına cevap veren bir Atatürkçülüğün müdafiidir ve söz gelimi Nutuk’un Cumhuriyet tarihinin objektif ve yegâne kaynak olarak kullanılmasını tenkid etmesi, dönemin temayüllerine aykırı olarak çalışma sahası olarak Osmanlı tarihine yönelmesi bunun örneklerinden olarak zikredilebilir. Yılmaz, İnalcık’ın geliştirdiği ve sergilediği toleransın, eleştiriye tahammülün ve hakikat arayışının şekillenmesinde babası gibi gördüğü, hayatında çok belirleyici rolleri olan Sadri Maksudi Arsel’in Cumhuriyet idaresi ile müsbet ve menfi manada dalgalı seyretmesinin, iktidarın gözdelerinden birisi iken Türk Tarih ve Türk Dil tezlerine yönelttiği hafif denebilecek tenkidler neticesinde gözden düşmesinin de etkili olduğu kanaatindedir: Cumhuriyet ilkelerine bağlı, hak ve hakikaten meftun bir yaklaşım. Yılmaz, 28 Şubat sürecine gidilen şartlarda (1994) Bilkent Üniversitesi Tarih bölümünde girdiği mülâkatta bu yaklaşımı bizzat tecrübe ettiğini, lise mezuniyeti sorulduğunda tedirginlik duyarak imam hatip lisesi mezunu olduğunu söylediğinde hocanın, imam hatip lisesi mezunu olanların Osmanlıcayı daha rahat okuyabildiklerini ve o sebeple onları daha fazla sevdiğini söylemesiyle bu tedirginliğinin bertaraf olduğunu aktardı.
Şakir Yılmaz’a göre İnalcık’ın hakkaniyetli duruşunun yanısıra, sahip olduğu en önemli hususiyetlerden biriyse doymak bilmez bir öğrenme azmine sahip olması. Yanılabileceği, eksiklikleri olabileceği ihtimalini hiçbir zaman göz ardı etmeyerek, daima kendini geliştirmeye çalışan ve bunu herkesi/her metni ciddiye alarak yapan bir insan. Hocanın pek çok akademisyende bulunmayan etkileyici ve açık üslubunun, meselelerin özüne nüfûz edebilmesinin arka planında da malûmatını sürekli genişletmesi ve sahayı kuşatmış bulunması olduğunun altını çizen Şakir Yılmaz konuşmasını şu tesbitlerle bitirdi: “Sonuç olarak Halil İnalcık’ın tarih anlayışı, tarihi bazı yüce idealler uğruna kullanılacak bir araç olarak değil de bir hakikat arayışı olarak görmesi, dünya görüşü farklı olan insanlara hasmane bir tutum içerisine girmemesi azmi ve çalışkanlığı bu uzun ve verimli hayatı içerisinde bence ön plana çıkarılması gereken hususlar olarak ifade edilebilir. Bu nitelikleriyle Halil İnalcık, Türkiye’de her kesimin saygısını kazanmış ancak hiçbir kesimin kampı içinde kalmamıştır. Halil İnalcık Türkiye’de akademik ahlâkın, akademik saygınlığın yüksek seviyelere getirilmesinde rol oynamış en önemli isimlerden biri olarak zikredilmesi gereken örnek bir şahsiyettir.”
* Abdurrahman Atçıl’ın oturum başkanlığındaki panelin konuşmacıları Ertuğrul Ökten, Fatih Bayram ve Şakir Yılmaz olarak planlanmış ve duyurulmuşken panel, İnalcık’ın Türkiye’deki ilk doktora öğrencisi olan Nejdet Gök Hoca’nın sürpriz katılımı ile gerçekleştirildi.